İstanbul Darülfünunu Hukuk Mektebi Talebesi; David Ben Gurion

David Ben Gurion; İstanbul`da yaşadığı eve bir plaket konularak, yaşamından kesitleri yansıtan fotoğrafların Schneidertempel Sanat Merkezi`nde sergilenmesi ve İstanbul Üniversitesi`nde düzenlenen konferanslarla anıldı. Ben Gurion`un İstanbul`daki yaşamına ilişkin belgelerin ortaya çıkmasında çaba harcayan Yrd. Doç. Dr. Emre Öktem`i

Kültür
9 Ocak 2008 Çarşamba
Ben tarihçi değil, hukukçuyum. Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesiyim. Bu maceraya nasıl girdiğimden, belgelere nasıl ulaştığımızdan kısaca bahsetmek istiyorum. Çünkü benim için oldukça heyecanlı bir süreç sonucunda hiç beklemediğim bir çalışma çıktı ortaya.
Sadece takım olarak değil, liseden de Galatasaraylıyım. Ve bizim Galatasaray camiasında sadece Türk değil, yabancı birçok devlet adamının Galatasaray Lisesi mezunu olduğu söylenir, bunların arasında David Ben Gurion da sayılırdı.
İsrail’e yaptığım mesleki bir gezide Ben Gurion’un Tel- Aviv’deki evine gittim. Orada 1950’lerde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrenci işleri müdürlüğünden verilmiş bir kayıt belgesi, daha doğrusu bir ‘transcript’ buldum. Sanki sıradan bir insan bir dilekçe sunmuş da ona cevap verilmiş gibi; ‘İsrail başbakanlığını yürütmekte olan David Ben Gurion isimli zatın talebi üzerine kendisine bu çıktı verilmiştir’ gibi bir izah…
Türkiye’ye döndüğümde bu işi araştırmak gerektiğini düşündüm. Pek çok genç araştırmacı gibi İlber Ortaylı’ya müracaat ederek; ‘Hocam bana yardımcı olur musunuz?’ dedim. Dönemin İsrail Başkonsolosu Amira Arnon ile görüştü, daha sonra Kültür Ataşesi Batia Keinan ile tanıştım. Bir hafta içinde bize, zamanında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi arşivlerinden alınmış bir kayıt defteri fotokopisi ulaştı. Arşivlere girdim, defterleri karıştırdım, fotokopide bize ulaşan formatla öğrenci kayıt defterinin formatının tamamen aynı olduğundan emin oldum. Belgenin gerçek olduğu konusunda hiçbir tereddüt yok.
Bu konuda bir makale yazmak lazım diye düşündüm. Fakat Ben Gurion’un hayatına değinmek gerekecekti. Çünkü İstanbul dönemi onun hayatından sadece bir fotoğraf, bunun öncesi ve sonrası vardı.
Ben Gurion’un hatıralarını buldum. O sırada bir takım sözlü tarih unsurları da ortaya çıkmaya başladı. Nihayet Ekim 2005’te Toplumsal Tarih Dergisi’nde ‘İstanbul Darülfünunu Hukuk Mektebi Talebesi Ben Gurion’ başlıklı kısa makalem belgelerle beraber yayınlandı. Bu makalenin sonunda tarihçi olmadığımı belirttim. Bu tarihçilere yönelik bir davettir. Biraz da sitemdir, çünkü aradan bu kadar uzun zaman geçmiş ve Ben Gurion son derece önemli bir şahsiyet. Siyasi olarak beğenirsiniz, beğenmezsiniz fakat İsrail tarihi ile Türkiye tarihinin kesiştiği noktada yer alması, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okumuş olması ve bugünkü Ortadoğu’nun şekillenmesinde rol oynaması hasebiyle çok önemli bir şahsiyet. Bu konuda hiçbir çalışma yapılmadığına dikkat çektim. Neden yapılmadığı sorusuna kendimce bazı cevaplar aradım.
Bu şahsiyetin Türkiye ile ilişkilerinin daha fazla araştırılması gerekir. Özellikle beni çok ilgilendiren nokta, İbranice bilen tarihçilerin Ben Gurion’un 1910’larda Osmanlı politikası üzerine yazdığı makaleleri çevirerek dönemin Osmanlı tarihine bakışını araştırmalarıdır.
Toplumsal Tarih Dergisi’nde yayınlanan makalemin içeriğinden uzun uzun bahsetmeyeceğim fakat çarpıcı birkaç detay üzerinde durmak istiyorum. Ben Gurion’un hatıralarında şunu görüyoruz: Başlangıçtan itibaren Türklere çok büyük sempati besleyen bir insan. Bunu çok açık ifadelerle söylüyor. Türklerle ne kadar iyi anlaştığını, onlarla beraber yaşamaktan zevk aldığını anlatıyor.
Hatıralarında bana en hazin gelen nokta şuydu: David Ben Gurion İlk kez İstanbul’a gelirken sanırım Tuna üzerinden gemiyle hareket ediyor. Orada bir Osmanlı doktorla tanışıyor ve sohbet ediyorlar. O zaman ismi David Green, henüz Ben Gurion ismini almamış. Doktor kendisine kurabiyeler, şekerlemeler ikram edince David çok şaşırıyor. Şaşırıyor çünkü bir Polonyalı Musevi olarak, Musevi olmayan birinin kendisine bir şey ikram etmesine, dostluk göstermesine hiç alışık değil. Bu bana kalırsa çok dokunaklı bir ayrıntı.
Duygusal açıdan etkileyici diğer bir ayrıntı da şöyle: Balkan Savaşı patladığında, Ben Gurion İstanbul’da Hukuk Fakültesi öğrencisi. Rusça bildiği için Rus basınını takip edebiliyor ve çok sinirleniyor. Çünkü Rus basınında çıkan; ‘Osmanlı ordusu düşmanla işbirliği yaptığı varsayılan Rumlara saldırıyor, Bulgarlara saldırıyor, yağma ediyor, taciz ediyor’ gibi haberlere sinirleniyor ve isyan ediyor. ‘Hayatımda Osmanlı ordusu gibi disiplinli bir ordu görmedim. Anadolu’daki bütün birlikler İstanbul üzerinden Balkanlara gönderildi. Çarşıdan, pazardan geçtiler, kimsenin malına mülküne dokunmadılar. Ölüme gidiyorlardı ve çok sakinlerdi’ diyor. Orada bir haksızlığa karşı gösterdiği tepkiyi çok iyi anlayabiliyorsunuz.
Dönemin sosyal hayatına ilişkin çok hoş ayrıntılar var hatıralarında. Eleştiriyor, eleştirmekten hiç geri kalmıyor. Mesela bürokrasinin çok yavaş olduğundan bahsediyor ve bundan şikayet ediyor. Ama bunu kırmadan yapıyor.
Türk hocaların kendisine ne kadar iyi davrandığından, hiçbir zaman ayrımcılık yapılmadığından söz ediyor. Tam aksine, ‘Bakın bu çocuk Türkçe bilmeden İstanbul’a geldi, sekiz ayda Türkçe öğrendi, şimdi sınıfın en iyi öğrencileri arasında, onu örnek alın’ diye kendisini takdim ettiklerinden bahsediyor.
Çok çalışkan bir öğrenciydi. Roma Hukuku’nu öğrenmeye başladığında, ‘Latince bilmeden bunu yapamayacağım’ diyor ve Latince öğreniyor. Yani Ben Gurion için dil öğrenmek oldukça basit bir şey.
Tabii bu hikayenin bir de hazin sonu var. 1915’te Kudüs’te siyasetle uğraşırken, 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa tarafından tutuklanıyor. Tutukluluğu sırasında da kendisine son derece nazik davranıldığını defalarca vurguluyor. Sonunda Cemal Paşa onu sınır dışı ediyor.
Ve yine hazin bir ayrıntı: O tarihe kadar Ben Gurion, Osmanlı vatandaşı olmak için mücadele veriyor ve sonunda başarıyor. Kendisi de, İtzhak Ben Zvi de Osmanlı vatandaşlığını alıyorlar. Hatta Cemal Paşa’ya şöyle bir proje getiriyorlar; ‘İsterseniz Osmanlı Musevilerinden oluşan bir bölük kuralım, Osmanlı saflarında biz de savaşa katılalım, düşmana karşı direnelim’ diyorlar. Bu, Cemal Paşa’nın hoşuna gitmiyor ve reddediyor.
Ben Gurion Kudüs’ten sürüldüğü zaman Osmanlı tebaasıydı. Kahire’ye gidiyor. Kahire İngiliz hakimiyeti altındadır. Ben Gurion, Osmanlı tebaası olduğu için tutuklanıyor ve esir kampına atılıyor. Yani o güne kadar mücadele verdiği Osmanlı vatandaşlığı, bir gün geliyor onun aleyhine bir sonuca da yol açabiliyor.
Ben Gurion’un hatıralarını okurken şöyle bir şey düşündüm; her bir ayrıntıdan ayrı bir tarih çıkarmak mümkün. Tarihçi dostlara bir kez daha bu çağrıyı denemekte fayda var.
Son ve çok hoş bir ayrıntı, sözlü tarih diyebileceğimiz bir kapsama giriyor. Bunu bana Prof. İrfan Aktar nakletti. Prof. Niyazi Berkes Kanada’da kürsü başkanlığı yaparken Ben Gurion üniversiteyi ziyaret ediyor. 1960’ların sonu diye tahmin ediyorum. Prof. Berkes ile tanıştırıldığında Ben Gurion 1910’lardan kalma mükemmel bir İstanbul Türkçesi ile ‘Şerefler buldum… Arz- ı hürmet ederim’ gibi Türkçe konuşmaya başlayınca herkes hayret ediyor. Bu da Ben Gurion’un hayatının ileri safhalarına kadar Türkçe konuşmayı sürdürmüş olduğunu gösteriyor.
Tekrarlamaktan çekinmeyeceğim; çok önemli bir şahsiyet olan Ben Gurion, iki ülkenin müşterek kesişim alanında yer almaktadır. Türkiye olarak da kendimize pay çıkarmak hakkımız. Ortadoğu tarihinin şekillenmesinde imparatorluğun çöküşünden sonra da imparatorluğun hayaletlerinin bir yerlerde gezindiğini görüyoruz. Tarihimizin çok eski noktalarından kendimizi soyutlamamız mümkün değil. O tarih bizi günümüzde de takip etmeye devam ediyor