Sefarad Kimliği: Erken bir Avrupa Kimliği

Gazetemizin 60. yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlediğimiz, “Doğu ve Batı arasında sıkışmış bir kimlik: dünümüz, bugünümüz ve yarınımız” konulu söyleşi ve panellerin metinlerini bu haftaki sayımızdan itibaren okurlarımızla paylaşıyoruzProf. Dr. Esther BENBASSA

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba
Sayın Cemaat Başkanı, Sayın Şalom Gazetesi Koordinatörü ve Çalışanları, Sevgili Dostlarım, 
Hepinize hoş geldin diyor ve teşekkür ediyorum.
Ben her gün Filistinliler ve İsrailliler arasında barış olması için mücadele ediyorum. Hatta bazen riske girip, cesaretimi aşan şeyler yapıyorum. Yahudi ve Müslümanlar'ın yakınlaşması için önayak oluyorum. Her ne kadar kendi cemaatim beni eleştiriyor olsa da; bunu yapıyorum çünkü aldığım eğitim ve büyüdüğüm çevreye saygı duyuyorum. “Tolerans” ve “hoşgörü” kelimelerini pek sevmiyorum; ama “diğerler”iyle birlikte yaşamak çok önemli. Ben size bugün biraz farklı ve uzak bir konudan söz edeceğim: Neden Sefaradlar tarihinden önce Avrupalı oldular? Sefarad tarihi bir yerde ve bu Batılılık tarihinin bir parçasıdır, İspanya'da erken zamanlarda başlamıştır. Hepinizin bildiği üzere Abbasi İmparatorluğu'nun çöktüğü dönemde Arap Kültürü İberya Yardımadası'na yerleşmişti. Araplar, Yahudileri 8. yüzyıldan itibaren çok büyük bir misafirperverlikle karşılamışlardı. Kendileri  İberik Yarımadası'nda Vizigotlar Dönemi'nde çok kötü zamanlar yaşamışlardı. İslamın yerleşmesiyle birlikte bir  yakınlaşma ve kültür transferi başlamış oldu. “Simbiyoz” demek istemiyorum; çünkü hepimiz kardeş değiliz. Kardeş olmadan birlikte yaşayabiliriz ve bu İspanya'da oldu. Siyasi nedenlerden dolayı “simbiyoz”dan söz edildi; ama bu olmadı.
Yahudiler, Arap kültürü altında en büyük eserlerini yarattılar ve bu eserlerde Müslüman kültürünün bütün etkilerini görebiliriz. Ben bunun üzerinde duruyorum; çünkü Yahudiler tarih boyunca Müslüman kültürü ve Batı Kültürü arasında daima bir köprü oluşturmuşlardır. Çok erken zamanda şiirleri görüyoruz, örneğin Yehuda Halevi. Onun şiirleri sinagoglarda okunuyor ve aynı zamanda kendisi epikür edebiyatını yazmıştır. Bu da Müslüman şiirinin modeli olmuştur. Güzel çiçeklerden, güzel kadınlardan ve güzel yiyeceklerden bahsetmiştir. Yahudiler Arapça yazmıştır ve bunu Bağdat'da yapmışlardı. Örneğin Maimonides Yahudi dünyasında bilinen bir kişidir ve Arapça yazmıştır. Müslümanlar belki İbranice yazmamışlardır; ama en azından burada bir yakınlaşma ve kültürel alışveriş görülmektedir. Ben, o zamanlar Yahudilerden büyük vezirler çıktığını sizi söylemeyebilirim; ama onlar düşünürdü, filozoftu...
Hıristiyan Rekonquista zamanında Yahudiler ülkelerine adapte olmuşlardır. Yahudiler'e aynı imtiyazların verilmiş olması tesadüf değildir. Bu imtiyazlara Müslüman rejiminde de sahiptiler. Burada da Yahudiler'in bir ayrıcalığı olacaktı ama tabi ki ben kültürden, sanattan, edebiyattan bahsediyorum. 11. asrın düşünürlerinden, Ibn Gvirol'den bir örnek vermek istiyorum. Onun eseri 8. asır boyunca Batı dünyası tarafından ilgi görmüştür, 19. asra kadar; sanki bir Latin- Hıristiyan eseriymiş gibi... Arapça'dan tercüme ettiler. Fransızca'da “Hayat Kaynağı” dediğimiz eseri, uzun süre, sorunsuz bir şekilde Hıristiyan eseri olarak görülmüştür. Bu örnekten görüyoruz ki; günümüz asrının sınırları, o zamankiyle aynı değildi.
Yahudiler'in İberik Yarımadası'ndan dağılmalarına değinmek isterim. Oradan ayrılan Yahudilerde aynı zamanda bir yenilenme yaşanmıştır. Bu şekilde kültürel bir gelişme olmuştur. Yahudiler sürgünde olduğu zaman bir depresyon yaşamışlardır. Osmanlı İmparatorluğu'na geldiklerinde çocuk yapmıyorlardı, çünkü gelecekleri hakkında fazla bir şey bilmiyorlardı. Bu sözünü ettiğim ayrılık bir yaratıcılık kaynağı olacaktı. Bu yaratıcılığı nasıl izah edebilirim? İberik Yarımadası'nı terkedenler Müslüman topraklarına doğru yol almışlardır. “İspanya'ya daha yakın olan Kuzey Afrika'ya neden değil”, diye soracaksınız. Kuzey Afrika'ya gitmiyorlar, çünkü onlara eskiden yapılan bazı işkenceler akıllarına geliyordu. Osmanlı İmparatorluğu'na yöneldiler, çünkü aldıkları bilgilere göre oradaki yaşam tarzı daha iyiydi. Kitaplarda yazılı olduğu gibi II. Beyazıd onları sözü edildiği kadar güzel bir şekilde karşıladı mı, bilemiyorum. Bence daha ziyade bu taktik bir nedendi. Yahudiler belli bir bilgi ve birikimle geliyorlardı, hatta önemli bir bilimle geliyorlardı: Avrupa teknikleri. Osmanlı İmparatorluğu bu teknikleri uzun süre kullanmıştır. 1453'te Bizans tarafından terkedilmiş İstanbul'da bu yaratıcı Avrupa tekniklerine bir ihtiyaç vardı. Orada Yahudiler ve batı arasında bir bağlantı kuruluyor, fakat Yahudilik de sürekli olarak yenileniyordu.
16. ve 17. yüzyılda Marranolar da Kuzey Avrupa'ya yerleşecek ve orada cemaatler kuracaklardı. Mesela Anvers ve Amsterdam'da Yahudi cemaatleri kurdular ve çok önemli tüccarlar hâline geldiler. Orada Akdeniz ve Atlantik ülkeleri  arasında uluslarası ticareti geliştirdiler. Bildiğiniz gibi birçok tarihçi Yahudiler'den kapitalizmin yaratıcısı olarak söz etmiştir. Bu biraz aşırı gözükebilir; ama Yahudiler gerçekten bir körpü oluşturmuşlardır. Amsterdam ve Hamburg'a yerleşenler İspanya ve Osmanlı İmparatorluğu arasında bir bağlantı kurmuşlardır. Hindistan'a kadar uzanmışlardır. Bir tarafta Doğu, diğerinde Batı ve sömürgüler vardı.
Yahudileri Batı kavramı içinde görebiliriz. 19. yüzyılda Avrupalılar Yahudilere vatandaşlık hakkını verdikleri zaman, onların en büyük bankacılar hâline gelmesi bir tesadüf değildir. Onlar eskiden beri hem finans hem de ticaret alanında çok önemli insanlardı. Daha önceleri atalarının yaptığı işi geliştirme olanağı verilince devam edip ilerletmek tamamen doğaldı. Ayrıca Marranolar'ın Doğu'ya gelmesi yeni bir dinamizmi kazandırmıştır; onlar Yahudi kimliğini taşımanın arzusu içindeydiler ve Hıristiyan kültürünün etkisi altındaydılar. Bu şekilde modern ve uyum sağlayabilecek bir Yahudilik oluşturacaklardı. Oradaki Yahudilik daha açık ve daha esnekti ve Germen dünyasına bir model yaratacaklardı. Örneğin bir Almanya'ya veya Macaristan'a gittiğiniz zaman, Avusturya- Macaristan ve Alman İmparatorluğu'nda olan Sefarad modelinin etkisini hissedeceksiniz. Alman Yahudileri Alman vatandaşı olmaya çalıştıklarında veya Avusturya- Macaristan vatandaşı olmaya çalıştıklarında, onlar eğitimde bir model yaratmışlardır. Bu eğitim  matematik ve fiziği ön plana almıştır, çünkü bunlar Yahudi dünyasında öğretilmiyordu. O zamanlar sadece Tora ve Tora'nın yorumlanmasını, Talmud'u öğretiyorlardı. Burada modernizm modeli görülüyor ve eğitimle bir Sefarad modeli görülüyor ve Almanlar daha sonra bu modeli kullanacaklardı. Almanlar modelin Sefaradınkiler gibi olması gerektiğine inanıyorlardı. Örneğin bazı sinagoglar görüyorsunuz Berlin'de, Budapeşte'de... Daima aynı algılama içindeydiler: Yahudiler'in modeli. Son bir örnek vermek istiyorum Voltaire'le ilgili. Volteire Amsterdam'da Pinto ile yazışmıştı. Devrimden sonra Sefarad Yahudi modeli örnek olarak görülecekti.
1790'da Sefarad Yahudileri ilk vatandaşlar olacaktı. Ben Aşkenaz Yahudilerine karşı değilim, tarihten söz ediyorum. Aşkenaz Yahudilerine Bordeaux ve Avignon'da Fransız vatandaşlığını vermişlerdi; ancak bundan bir yıl sonra Alsace- Laurent'deki Yahudiler de Fransız vatandaşı olabilmişlerdi. Doğu'daki Yahudilere bakacak olursak, Batılı bir lisana sahip olmaları onları bir kültür köprüsü hâline getirmiştir. Doğu- Batı arasında aynı zamanda ekonomik bir köprü oluşturuyorlardı. Daha da uzağa gidilebilir. Alliance Israelite Universelle, Doğulu Yahudilere, sadece onlar çok iyi oldukları için ilgi göstermedi. Alliance Israelite Universelle, yani Fransa'daki aydınlanmış Yahudiler için, 19. asrın son 10 yılında sömürgülerdeki ve Doğu'daki Yahudiler barbar hâline gelmişti. Batı dünyasında ve Batı gazetelerinde Doğulu Yahudilerin eğitim görmesi gerektiğinden söz ediliyordu. Alyans, Sefaradlar'ın daha fazla eğitilebileceğini söylüyordu.
Aron Rodrig, meslekdaşım, şöyle demiştir: “Alliance Israelite Universelle (Evrensel İsrail Alyansı) düşünürlerinin çoğu Osmanlı Imparatorluğu'ndan geliyordu. Alyans bazen garip tanımlamalar yapıyordu. Doğu'daki Sefarad Yahudileri'nin daha açık, Avrupa lisanı konuşuyor, Fransızlarla uyumlu, daha kültürlü olmaları onlar için bir modeldi. Alyans şu kelimeyi kullanıyordu, “rejenerasyon”. Sömürgeler için bu kelime, sorun dolu bir kelimeydi. “Rejenerasyon” kelimesine rağmen bu Alyans Osmanlı İmparatorluğu altında 400 kadar okul açmıştı ve oradaki öğretim üyelerinin Doğu'dan gelmesi gerekiyordu. Alyans tarafından bu öğretim üyeleri Paris'te eğitildikten sonra Kuzey Afrika'ya bilgilerini aktarıyor, açılma sağlıyorlardı. Kuzey Afrika dünyası bunu Cezayir'den biliyordu, çünkü Alyans Cezayir'de okul açmamıştı. Cezayir'de Yahudiler 1870'ten beri Fransız'dı, Yahudi öğrenciler de Fransız okuluna gidiyordu. Orada Alyans’a ihtiyaç yoktu fakat Tunus, Fas ve birçok ülkede genç öğrencileri eğitmişlerdi. Alyans arşivlerine bakıldığı zaman tüm bunlar çok ilginçtir. Örneğin Fas'taki bu gençler Ekvator'a, Peru'ya, Güney Amerika'ya para kazanmaları için yollanıyordu. Genç öğretim üyeleri de şuna inanıyordu: Göç sayesinde, fakir göçmenler çok daha iyi ekonomik bir duruma geleceklerdi. Venezuella'da da bildiğiniz gibi, toplumun büyük kısmı Fas'tan gelmişlerdi. Onlar bu göçmenlerin çocuklarıydı. Demek oluyor ki, Alyans Doğulular'ı her ne kadar beğenmiyorsa da şunu unutmamışlardır: eğitim sayesinde eski Sefaradlar'a geri dönülebilirdi, ki bu Sefaradlar model oluşturmuştu. Aşkenaz Yahudiliğinin zirvesi aydınlanma çağının sonuna tekabül etmiştir. Mendhelson ve onu takip eden kişilerle, 1881'den beri Amerika'ya göçler ve pogromlarla Doğu Avrupa'daki Yahudilik büyük bir gelişme yaşayacak ve bu da Sefaradlar'ın gelişmesine ufak bir gölge düşürecektir.
Bugün Şalom Gazetesi'nin 60. kuruluş yıldönümü ve Batı Dünyası'nda büyük gazeteler 1840'dan itibaren yayına başlamıştır. Örneğin Jewish Chronicle... Yahudiler'in finans sorunlarına karşılık, entellektüellerin desteğiyle bir dayanışma yaratılmak istendi. Böylece sedakadan modern dayanışmaya geçilmiştir ve bu dayanışma çok büyük bir önem taşımıştır. Bu gazeteler Yahudi dünyasının bütün haberlerini vermeye başladı. Araştırmacılar bugün biliyor ki eğer siyonizm Yahudi dünyasında yayıldıysa, bunu yapan basın olmuştur. 19. asrın sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nda 200 kadar gazete vardı ve onlar Doğu ile Batı arasında bir köprü oluşturuyordu. Bu gazetelerin eğitime etkisi büyük olmuştur; çünkü Sefarad dünyasında Haskala unutulmuştu. Yahudilerin aydınlanma çalışmaları oldu ve bu da 19. yüzyılda Polonya ve Rusya'da Aşkenaz dünyasını biraz alt üst etmişti.  Bundan pek konuşulmuyor. Avraham Danon, Baruh Mitrani gibi isimler gerçekten bu aydınlanmanın öncüleri olmuştur. Bu gazetelerde yeni fikirler doğmuş, gelişim devam etmiştir. Böylece Yahudi dünyası Batı'ya açılmıştır. Selanik'e baktığımızda orada büyük müteahitler, büyük işadamları kimlerdi? Örneğin Franco'lar, 18. ve 19. yüzyılda İtalya'dan gelmişlerdi. Onlar Osmanlı İmparatorluğu'na gelmiş ve Sefarad Yahudilerine taze bir oksijen sağlamışlardı. Franco'lar, Evrensel Alians dediğimiz Avrupa akımları ve Avrupa aydınları bir dinamizm yaratmıştır ve bu dinamizm İkinci Dünya Savaşı'na kadar devam etmiştir.
Kozmopolitzmden söz etmek istemiyorum. Bu kelime beni rahatsız ediyor; çünkü “kozmopolitizm”, Avrupa'da “antisemitzm” zamanında çok olumsuz bir anlam kazanmıştır. Kozmopilitzm, Yahudiler'in kozmopolit oluşu, Yahudiler'in komplolar ürettiğini çağrıştırmaktaydı. “Siyon Protokolleri” okunduğu zaman bu rahatlıkla görülebilir.
Küreselleşme zamanında Türkiye'de Yahudilerin sayısı daha çok olsaydı belki rolleri daha önemli olurdu. Modern Türkiye, Yahudilerin rolünü daima anlamıştır. Batı ile olan ilişkilerde 90'lı yıllarda gazeteciler ve resmi Türk yetkililer,Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olması için Yahudi yetkilileri ikna etmişlerdir. Ayrıntılara girmek istemiyorum. Tarihçilerin zamana ihtiyacı var ve bunu yaşayan insanlar var. Kendi yorumumu katmak istiyorum. Yahudiler'in Avrupalı olması Türkler'i nasıl etkiler? Yahudi yetkililer Türkiye'yi AB'ye girmeleri için savunmuşlardır. Bu algılama hiçbir şekilde değişmemiştir ve ilginç olan da budur. Başka toplumlar da belki bu bağlantıyı kurabilirlerdi. Hayır, öyle olmadı. Yahudi yetkililer ellerinden geleni yapmıştır, şu an için henüz bir sonuca ulaşılamamış olsa da.  Yahudilerin bu açıdan görülmesi son derece önemlidir. Türkiye'nin AB üyeliği için çalışanlarının pek yanıldığını sanmıyorum. Ben kendim bu süreçte hiçbir şey değilim, ama bir aydın olarak Türkiye'nin AB'ye üye olmasını istiyorum. Belki şu anda Fransa'da bir riske giriyorum, bildiğiniz gibi Fransa şu anda Türkiye'nin AB'ye girmesine karşı çıkıyor. Bugün Yahudilerin hâlen bir aracı olarak görülmeleri, önemli bir konudur. Bu, onların kendi ülkelerine sadakatini hiçbir şekilde olumsuz etkide bulunmuyor. Şaşırtıcı olan şudur: Türkiye ve bu bölgedeki Yahudiler daima Doğulu olarak görülmüştür, Batılı olarak başarılı oldukları zaman bile... Doğu’da ise her zaman Avrupalı olarak görülmektedirler. Belki de bu Sefarad kimliğinin gerçek karmaşıklığını yaratıyor. Bu öğleden sonra bir kadeh kaldıracağınız ve içeceğiniz zaman bu konuyu düşünün; bu kadar karmaşık bir kimliğe sahip olmak herkesin şansı değildir.
22- 23 Kasım'da Sefarad'le ilgili Stanford Üniversitesi ile birlikte Paris'te bir konferansımız olacak. Hepinizi oraya davet ediyorum ve iyi günler diliyorum.  

Not: Fransızca olarak yapılan konuşmanın tercümesi Renata Aluf Medina tarafından yapılmıştır.

Prof. Dr. Esther Benbassa’nın kitaplarına Gözlem Gazetecilik’ten veya www.gozlemkitap.com’dan
ulaşabilirsiniz.