basindan / İspanya`dan gelmiş Yahudiler...

Yrd. Doç. Dr. Gamze Güngörmüş Kona, geçtiğimiz yıl Bar İlan Üniversitesi ve Kudüs İbrani Üniversitesi`nde AKP Hükümeti`nin dış politikaları hakkında konferanslar vermiş ve gözlemlerini gazetemizde aktarmıştı. Bu yıl 13-21 Haziran 2007 tarihlerinde Kudüs`te “21. Yüzyılda Arap- İsrail Çatışması

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba

Selçuk Erez, Cumhuriyet,  23 Eylül 2007

Spinoza kimdir? Baruh Spinoza, 17. Yüzyıl felsefesinin en önde gelen rasyonalistlerinden biridir. Aslen Portekizli olan Spinoza’nın ailesi, o ülkede Yahudilerin uğradıkları engizisyon işkenceleri nedeniyle kaçmış, eninde sonuda Amsterdam’da yerleşmişlerdi.
1492’de İspanya’da, Kastil ve Aragon kralı Ferdinand, Yahudilerin ya Hıristiyanlığı kabul etmeleri ya da ülkeyi terk etmelerini emretmiş, Yahudilerin önemli bir bölümü, mecburen Hıristiyan olmuşlardı. Ancak bu tutum, “dönme” olarak adlandırılan yeni Hıristiyanların yakılmalarını, işkence görmelerini  engelleyememiş, Portekiz’de de buna benzer eziyetler başlayınca Yahudiler, Afrika’ya, Ortadoğu’ya ve Avrupa ülkelerine kaçmışlardı.
Bu ara, Hollanda’ya göç eden Yahudiler nelerle karşılaşmışlardı?
Matthew Stewart’a* göre o tarihlerde bu ülkeyi gezmiş olan bir Alman şaşırmış, “Hollandalılar, hiçbir şeyi hürriyetleri kadar sevmiyorlar!” demiş ve eklemişti: “Burada evin hanımı ile hizmetçisi aynı şekilde giyinmekte ve aynı şekilde davranmaktadırlar...” 1670’learde İngiltere’nin büyükelçisi olan Sir William Temple de şunları söylemiş: “Başka ülkelerde çatışmalara yol açan din farklılıkları burada, herkesin yararlandığı bir serbestlik ortamında yumuşamaktadır. İnsanlar bu ülkede, dünya vatandaşları gibi yaşamakta, birbirlerine insanlığın ortak nitelikleri ile bağlanmaktadırlar... Yasalar tarafsızlık sağlamaktadır ve görüş açıklama, araştırma herkes için serbesttir.
Osmanlı topraklarına göç eden Yahudiler nelerle karşılaştılar?
Onları ülkesine kabul eden II. Bayezid’in, “Derler ki Ferdinand akıllı bir kral, lakin Musevileri sürmesiyle kendi ülkesini fakirleştirip, benimkini zenginleştirdi” dediğine inanılır.
Bu anlayış iyi idi, güzeldi ama o tarihte Osmanlı topraklarında henüz Hollanda’dakine benzer, hak ve hukukun herkes için kesintisiz geçerli olduğu bir düzen oluşamamıştı.
Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Mehmet Yardımcı, 16 ve 17. yüzyılda Osmanlı topraklarında hüküm süren baskı ve düzensizliklerinin, şairlerce nasıl yansıtıldıklarını anlatmıştır: 16. yüzyılın güçlü âşıklarından Nizamoğlu, “Zulm ile doldu dünya yoktur huzura imkân / Ma’mur olan yerleri zalimler etti viran” demiştir.
Aynı yüzyılda Pir Sutan Abdal’ın şiirlerinde yöneticilerin zulmünü, kadıların bağnazlığını, uydurma fetvalar vermelerini, “Fetva verir yalan yulan / Domuz gibi dağı dolan / Sırtına vururum palan / Senin gibi hayvan var mı?” diyerek dile getirilmiştir.
Sonuçta ne oldu?
Dinler, mezhepler arasında fark gütmeyen, baskıcı olmayan bir ortama yani Hollanda’ya göç etmiş olan Yahudiler arasından dünya çapında bir felsefeci çıktı... Buna karşılık Osmanlı topraklarına gelen Yahudiler, baskıcı, hukuku örselenmiş, halkı arasında eşitlik sağlayamamış bir düzen içinde varlıklarını, kimliklerini sürdürebildiler ama uluslararası çapta ne bir filozof ne de bir bilim adamı yetiştirebildiler.
Tarih bize ne öğretiyor? Bu ülkede yaşayan Yahudi, Ermeni ve Rum vatandaşlarımız arasından ve de Müslümanlardan hatta Yezidilerden, Süryanilerden ve ateistlerden hiç olmazsa bundan sonra bir Spinoza’nın yetişebilmesi için nasıl bir ortam sağlamamız gerektiğini öğretiyor!

* The courtier and the heretic.
Norton and co. N.York 2006