Gazetemizin 60. yili kapsaminda düzenlenecek etkinliğin iki konuğu ile

Rina ESKENAZİEsther Benbassa ile birkaç dakika…Gazetemizin yayın hayatının 60. yıldönümünü kutlamak için 7 Ekim Pazar günü düzenlenecek etkinlikte konuk konuşmacılarımızdan biri Yahudi Tarihi ve Sefarad Kültürü üzerine çalışmaları ile dünya çapında adını duyurmuş Profesör Esther Benbassa. Kendisi ile sanal alem

Toplum
9 Ocak 2008 Çarşamba
Sevgili Esther Benbassa, Türkiye’de doğduğunuzu ve şu anda Fransa’da yaşadığınızı biliyoruz. Ne sıklıkta ve hangi nedenlerle Türkiye’yi ziyaret ediyorsunuz?
Doğrudur, Türkiye doğumluyum ve Türkiye geçmişimin önemli bir parçasıdır. Kendimi başka bir yerde doğmuş olarak düşünemiyorum. En son geçen yılın ağustos ayında sevgili teyzemin cenazesi için geldim. Onun ölümünden sonra bu kadar sık Türkiye’ye gelir miyim bilemiyorum. Teyzem benim Avrupa’daki hayatımla, ebeveynlerimin ve halen İstanbul’da yaşayan yeğenlerimin vatanı Türkiye arasında bir köprü olmuştu hep. Bu köprü artık yıkıldı.

Arada sırada da olsa “Şalom” gazetesini okuyor musunuz? Pek çok yazarı amatör ve/ veya  gönüllü olarak çalışan bir grup tarafından hazırlanan bu gazete ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz? Sizce bu gazetenin bir misyonu var mı?
Şalom gazetesini her hafta düzenli olarak okurum çünkü zaten aboneyim. Bu gazete geçmişte Türkiye’de onlarcası yayınlanan Judeo- Espanyol dilindeki gazetelerin sonuncusudur ve Türkiye’deki Yahudi toplumunun da son sembollerinden biridir. Bu gazetenin bir misyonu olup olmadığını bilmiyorum. Misyondan çok, bu toplumun geçmişteki prestijli kültürünü anımsattığı için önemli. Gazete bazı ilginç haber ve yorumlara yer veriyor ve Judeo- Espanyol sayfasını canlı tutuyor. Biraz daha gayretle gazete toplumun kültürüne itici bir güç sağlayabilir ama ne var ki toplumun gazeteye daha fazla yatırım yapması ve onu profesyonel bir gazeteye dönüştürmesi gerekiyor. Şu sıralar bunun çok zor bir iş olduğunun farkındayım. Gönüllü ekibin çalışmalarını yürekten kutluyorum.

Sefarad Yahudilerinin tarihini araştırmak ve Yahudi tarihi konusunda bir uzman olmaya sizi iten nedenler neler oldu? En çok neden etkilendiniz?
Yetmişlerin sonunda babamın ölümünden sonra edebiyat üzerine çalışmalarımı bırakıp Judeo- Espanyol dili ve tarihi üzerine yoğunlaşmaya karar verdim. Bir yandan da tarihe yöneldim. İkinci doktora tezimi son Osmanlı Hahambaşısı Hayim Nahum Efendi üzerine hazırladım.Ulusal Araştırmalar Merkezi’nin (CNRS) müdürü olarak çalışmaya başladıktan sonra Sorbonne Üniversitesi Yüksek Lisans Enstitüsü’nde Modern Yahudi Tarihi kürsüsü başkanlığı görevi bana verildi. Bu kürsü 19.yy sonunda kurulmuş ve Fransa’da  Yahudilik üzerine eğitim veren ilk kürsü olmuştur. Ben bu kürsünün ilk kadın başkanıyım. Bundan önceki başkanlar hep dindarlar arasından seçilirdi. Ben tamamen laik bir araştırmacıyım. Şu sıralar daha çok “Jüdaizm” üzerine çalışıyorum ve “Sefarad” çalışmalarına biraz ara verdim. Selanik kökenli kardeşler Serge ve Monique Benveniste’nin maddi desteği sayesinde Sorbonne Üniversitesi’nde “Alberto Benveniste Sefarad Kültürü ve Çalışmaları Merkezi” ni kurdum. Her yıl Sefarad konularında uzman bir araştırmacıyı davet edip, kendi konusunda bir bildiri sunmasını sağlıyoruz. Bu konferanslara Paris’ten her yıl yaklaşık 300 kişi katılır. Bildiri ve konferanslar çok prestijli oldukları için Sefarad çalışmalarına ve yaratıcı araştırmalara müthiş bir ivme kazandırmaktadırlar. Bu konferans süresinde her yıl bir yazara edebiyat dalında Alberto Benveniste Ödülü’nü veririm. Bu ödül bağışçılarımız Benveniste kardeşlerin babaları adına konmuştur. Bu kardeşler annelerinin ölümünden sonra da her yıl Sefarad veya Judaizm konularında eğitim gören parlak bir öğrenciye Sara Marcos de Benveniste Bursu sağlamaktadır. Tüm bu girişimlerimiz Sefarad ve Yahudilik konularında romanların yazılmasında gözle görülür bir artışa neden olmuştur; üstelik yazarların bir kısmı Yahudi bile değildir. Girişimlerimizin gelişmesinden oldukça gurur duyuyorum. Halihazırda edebiyat ödülümüz için çağrımızı yaptık ve çok tanınmış üç yazardan üç roman geldi bile. Amacım; geçmişe öykünmek veya nostalji yaratmak değil, gelecek nesillere bu dönem kültürümüzden kalıcı bir şeyler bırakmak. Fen ve kültür bu misyonu gerçekleştirebilir. Merkezimiz binlerce öğrenciyi bünyesine çekmekte ve bir o kadar kitabı toplamaktadır. Kendi misyonumu gerçekleştirmek için, genç araştırmacıları hazırlamaktan daha iyisini yapamam. Bu yıl kasım ayında sadık arkadaşım Prof. Aron Rodrigue ve Stanford Üniversitesi ile birlikte uluslararası kongremizi düzenliyoruz. Kongrenin başlığı “ Sefarad yolculukları programı: Kimliklerin çeşitliliği ve karmaşıklığı”

İstanbul’da herkes Şalom gazetesinin kuruluşunun 60. yıldönümünü kutlamak için yapılacak etkinlikte sunacağınız söyleşinin içeriğini merak ediyor. Ne dinleyecekleri ile ilgili birkaç ipucu verebilir misiniz?
Konuşmamda Sefarad Yahudilerinin çok erken bir dönemde ne denli Avrupalı, kozmopolit bir kimlik taşıdıklarını göstermeye çalışacağım. Avrupalı Yahudiler ve özellikle Alman Yahudileri için bir model oluşturmuş olan bu kimliğin, nedenlerini vererek, ne kadar modern bir kimlik olduğunu kanıtlayacağım. Sefarad eğitimi de modern döneme geçişte bir model oluşturmuştur. İsterseniz biraz gizemli bir taraf bırakalım ve konuşmamın her bir ayrıntısını şimdi vermeyeyim.

 Son olarak burada, Türkiye’de yaşayan Yahudilerin geleceği ile ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Sizce Türkiye’deki Yahudilerin bir geleceği var mı?
Türkiye’deki Yahudilerin bir geleceği olup olmadığını kimse bilemez. Diasporada yaşayan tüm Yahudi toplulukları için aynı soru yöneltilebilir. Görünen o ki; gelecekte tüm diaspora Yahudileri kendi kimliklerini inşa ederken bir biçimde bunu İsrail ile bağlantılı olarak kurmak zorunda kalacaklar, ama sadece İsrail ile değil. Eğer diasporada bir yaşamı devam ettirmek isterlerse başka seçenekleri yoktur. Diasporanın da soluklanmaya ihtiyacı var, tabii ki sürekli İsrail’in gölgesinde yaşayamaz. Şayet diaspora İsrail’i desteklemek istiyorsa, kendi enerjisini üretmek ve salt İsrail’in enerjisine kapılmamak zorundadır. Diaspora ve İsrail’i  bir çift olarak düşünmek gerek. Her çiftte olduğu gibi partnerlerin kendi özel hayatında, yaratıcılığında, enerjisinde özgür olmaya ihtiyacı vardır. Mutlu çift olmanın tarifi budur. Diasporanın geleceği bu prensibe bağlıdır. Birlikte yaşamak, evet, ama özgürce. Türkiye Yahudileri gibi küçük topluluklar için özellikle doğrudur bu tarif. Sadece geçmişe değil, geleceğe dönük, gerçek bir kültür inşa etmek bu toplumun görevi. Geçmişin bir geleceği yoktur. Yahudiler asırlardır hem Doğu’daki hem Batı’daki uygarlıkların gelişmesine önemli katkıda bulunmuşlardır. Şimdilerde ise bir içe kapanma eğilimi gözlemleniyor ki bu diasporadaki Yahudilerin yaşamını devam ettirebilmelerini zora koşacaktır. Judaizm diğer kültürlere yakın temasla, onlara açılarak ve çeşitlilik içinde gelişmiştir. İslami ve Hıristiyan ortamlarda gelişen Sefarad kültürü bunun en güzel örneği. En büyük Yahudi yazarlar, şairler ve filozoflar böylesi ortamlardan çıkmışlardır. İspanya’da ünlü düşünür Maimonides gibi pek çok Yahudi yazar ve düşünür Arapça yazdılar. Ondan önceleri Doğu’daki düşünürler de, örneğin Saadia Gaon, Arapça yazdılar. Bilmem ikna edebilecek miyim ama kanımca Yahudi’lerin ve Judaizm’in bu açılıma kesinlikle ihtiyaçları var. Ben hep bu yolda devam edeceğim. Başkaları ile aynı yolda, birlikte yürümekten ve her türlü ırkçılığa karşı savaşmaktan gurur duyuyorum. Geçtiğimiz yıl Araplarla İsraillileri yakınlaştırmak uğruna verdiğimiz çabalardan ötürü eşimle birlikte ırkçılığa, haksızlığa ve hoşgörüsüzlüğe karşı Françoise Seligmann Ödülü’nü paylaştık.

Moris Farhi ile birkaç dakika...
Gazetemizin yayın hayatının 60. yıldönümünü kutlamak için 7 Ekim Pazar günü düzenlenecek panele konuk konuşmacılarımızdan biri olarak davet ettiğimiz  Genç Türk romanının yazarı, Londra’da yaşayan Türkiye doğumlu Moris Farhi ile sanal alemde sizler için bir mini söyleşi gerçekleştirdik. Altı aydır yazışmakta olduğumuz Farhi ile söyleşi yapmak gerçekten bir zevk!

Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım.
Yunus Emre

Sevgili Moris Farhi, Türkiye’de doğup büyüdüğünüzü biliyoruz ve çok uzun bir zamandır, üniversite yıllarınızdan beri Londra’da yaşıyorsunuz. Ne sıklıkta ve hangi nedenler için Türkiye’ye geliyorsunuz?
Uzun yıllar, PEN’deki (Uluslararası Yazarlar Birliği) görevlerimden ve seyahatlerimden, ayrıca eşimin rahatsızlığından ötürü Türkiye’ye gelemedim. Ancak son dönemlerde uluslararası etkinlik ve konferanslara katılmak, hatta sadece arkadaşlarla buluşup eski günleri yad etmek ve Boğaz kıyısında uzun rakı sohbetleri yapmak için yılda en az iki veya üç kez geliyorum Türkiye’ye. Uzun bir ayrılık dönemine rağmen Türkiye hala benim anavatanımdır.

Arada sırada da olsa “Şalom” gazetesini okuyor musunuz? Pek çok yazarı amatör ve/ veya  gönüllü olarak çalışan bir grup tarafından hazırlanan bu gazete ile ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz? Sizce bu gazetenin bir misyonu var mı?
Maalesef çok daha sık okumak istememe rağmen Şalom’u ancak arada bir okuyabiliyorum. Bence bu gazeteyi çıkaran gönüllü ekip müthiş bir iş başarıyor ve ne kadar övsek azdır. Evet, bu gazetenin bir misyonu olduğuna inanıyorum. Türkiye’deki Yahudi azınlık, nüfusun geri kalan kesimi gibi Türk toplumunun ayrılmaz bir parçasıdır. Onun sesi de duyulmalıdır. Şalom övgüye değer olanı överek, düzelebilecek eksiklikleri eleştirerek bu görevini gayet güzel yerine getiriyor. Her ülkede olduğu gibi bir gazete doğru olanı savunmalı, yanlış olanı kınamalıdır. Dünyanın neresinde olursa olsun insanlığın durumunu daha üst düzeye çıkarmanın tek yolu budur.

Türk- Yahudi geleneklerinin mistik bir buluşması ve son dönem Türkiye Tarihi’nin farklı bir bakış açısından  ele alınması diyebileceğim “Genç Türk” romanını yazmaya nasıl karar verdiniz?
“Genç Türk” romanını bir aşk hikayesi - benim Türkiye’ye duyduğum aşkın bir ilanı olarak yazdım. Aynı zamanda, romandaki tüm karakterlerin katışımından yola çıkarak kendi kuşağımın resmini ve adeta izlenimci bir ressam gibi o dönem genç Türk’ün bir portresini çizmek, olgunlaşmasını sağlayan süreci vermek istedim. Türkiye tarihinin çok önemli bir dönemini bir Yahudi ve bir Türk olarak yaşadığım ve romanı yazarken kendi deneyimlerimin prizmasından geriye dönüp baktığım için mistisizme boyun eğmemek olanaksız olurdu. Ve itiraf etmeliyim ki isteyerek boyun eğdim.

İstanbul’da herkes Şalom gazetesinin kuruluşunun altmışıncı yıldönümünü kutlamak için yapılacak panelde sunacağınız konuşmanın içeriğini merak ediyor. Ne dinleyecekleri ile ilgili birkaç ipucu verebilir misiniz?
Konuşmam herhangi bir ülkede azınlık gruplarının önemi üzerine odaklı olacak. Kısaca Tevrat’taki on emirden (ki hiç bir zaman onuna birden ulaşılamadı ama ulaşılmalıydı) “kendi içindeki yabancıyı sev” uyarısının şiddetli bir tavsiyesi şeklinde özetlenebilir. Bu emrin politik çıkarlar uğruna hep göz ardı edilmesi insanlığa ne kadar zarar vermiştir bir düşünsenize.

Son olarak burada, Türkiye’de yaşayan Yahudilerin geleceği ile ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Türkiye’deki Yahudiler Türk’tür ve ulusun geri kalanının geleceği neyse aynı gelecek hakkına sahiptir. Benim kişisel düşünceme göre dünyadaki her ülke dünyadaki tüm azınlıkların bir karışımına sahip olmalı: Yahudi, Ermeni, Kürt, Laz, Çerkez, Siyah, Arap ve diğer tüm ırklardan, dinlerden ve kültürlerden. Dünya ailesinin her topluluğundan bireylerin bir arada yaşama mutluluğunu bulmuş bir ülke düşleyin, işte o zaman yeryüzünde cenneti bulmuş olursunuz.