Erik Erikson, yaşam ve aidiyet duygusu

David OJALVO - Suzi AMADOErik Erikson, psikolojiye çok önemli katkılarda bulunmuş bir araştırmacı/teorisyendir. Onun düşünceleri, sadece psikologlara değil, ‘hayatı anlamaya çalışan` herkese hitap etmektedir. Bu yazıda kısaca Erikson`u ve ortaya koyduğu ‘Yaşam döngüsü basamakları`nı tanıtıyor, ‘aidiyet duygusu`

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba

1902’de Almanya’da doğan Erik Erikson günümüzde adı sıklıkla anılan, psikolojiyle  ilgilenen çoğu kişinin bildiği bir teorisyendir. Yahudi bir annenin Danimarkalı bir adamla evlilikdışı ilişkisi sonucu doğan Erik Erikson, annesi ve onu evlât edinen Yahudi üveybabası çocuk doktoru Theodore Homburger tarafından büyütülmüştür. 
Uzun boylu, sarışın, mavi gözlü bir çocuk olan Erik, Yahudi kültürü içinde büyüdü. Din okulunda kuzeyli (İskandinav) olduğu için, normal okulda ise Yahudi olduğu için kendisiyle alay edildi. Sonuçta Erikson amatör bir psikanalist olarak eğitilir.1933’de ABD’ye göç eder, Massachuttes’de çalışır ve Harvard, Yale ve Berkeley California üniversitelerinde araştırmalar yapar.
Kişilik gelişimi Erikson’un hayatında ve teorisinde çok önemli bir yer tutar. 
Ego psikolojisinin öncülerinden olan Erikson’a göre gelişimin sekiz evresi vardır.  Batı’da insanların giderek daha uzun yaşamalarnı göz önüne alan eşi, o öldükten sonra dokuzuncu evre olarak “yaşlılık” evresini eklemiştir. 
Her birey içinde bulunduğu toplum ve kültürden etkilenir; ama her insan yaşadığı kültürden bağımsız olarak, aynı psikososyal evrelerden geçer.  Kişi bir sonraki evreye geçerken bir kriz yaşar ve kriz toplum nezninde çözülür; yani aslında toplumlar da benzer evrelerden geçerler. Her yeni evrede ego, yeni bir güç kazanır ve gelişir.  Her evrede kültür gelişimi etkilediği gibi, gelişim de kültürü etkiler. Erikson’a göre ego Freud’un bakış açısından farklı olarak sadece psikoseksüel gelişimle ilgili değildir. Kişilerarası ilişkiler ve çevre de ego gelişimini etkiler. Erikson bu durumu “psikososyal gelişim” olarak tanımlar ve psikososyal gelişimin psikoseksüel gelişimden daha önemli olduğunu savunur. 

1) Güven veya güvensizlik: Temel güven duygusuyla bebek kendine ve çevresine güvenir. İhtiyacı olduğunda başkalarının bunu karşılayacağını ve onu rahatlatacağını bilmek ister. Bu dönemde bebeğin duyuları açıktır ve dünyayı tanımaya başlar. Bu evrenin ilk dönemleri nispeten pasif olan bebek gitgide aktifleşir ve dünya ile etkileşim hâline geçer. Anne ile ilişkisi çok önemlidir. Her ihtiyacının anında yerine getirilmesi mümkün olmadığı için bir miktar güvensizlik duygusunun da pekişmesi normadir. Eğer bebek güven- güvensizik krizini sağlıklı bir şekilde çözerse “temel güven duygusu” oluşur ve ileride bireyin insanlara güvenmesini kolaylaşır.
2) Özerklik veya utanç ve kararsızlık: bu dönemde çocukta özerklik duygusu gelişir.  Ebeveynden bu duygunun gelişmesi için destek alır.  Bu dönem çocuğun yürümeye başladığı, tuvalet eğitimini aldığı ve ilişkilerinde kontrol sahibi olmaya başladığı dönemdir. Çocuk yeterli desteği alamazsa utanç veya kararsızlık duyguları oluşabilir.
3) Girişim veya suçluluk: bu evrede çocuk cinsiyetinin farkına varır.  Bunun yanısıra çevresini keşfetmek ister ve başkalarının alanlarına girebilir.  Bu dönemde çocuk bilinmeyeni merak eder.  Eğer bu dönemdeki krizler sağlıklı çözümlenirse çocuk suçluluktan çok girişim duygusu edinir.   
4) Beceri veya aşağılık duygusu: Bu dönem çocuğun okul yaşlarına denk gelir, ürettikleri ve yaptıklarıyla takdir edilmek ister.  Bir işi sonuna kadar yapan çocuk, yaptığından memnun olursa azim ve sabır duygularını geliştirir; ama yaptığını beğenmezse veya yaptığı beğenilmezse aşağılık duygusu gelişebilir.  Öğretmenlerin çocuğa olan yaklaşımları çok önemlidir.
5) Ego kimliği veya rol karmaşası: 11 yaşından adelosans sonuna dek süren bu dönemde, “kimlik hissi” gelişir. Kimlik, bir insanın yapılandırdığı karakteristiklerdir. Kimlik, bir sosyal grubun fikirleri ve değerleri ile bütünleşmeyi içerir. Ahlâk (moral) değerler değişebilir, fakat sonunda belli bir etik anlayış, kişinin çevresiyle bütünleşmesini sağlar. Adolesan döneminin sonunda bir “kimlik krizi” yaşanır. Kişi, dünyadaki yerinin neresi olduğunu belirlemeye çalışır. Bu süreçte çeteler, din gruplarına genç girebilir, halk kahramaları ile özdeşim kurabilir.
6) Yakın ilişkiler veya soyutlanma:  Bu yetişkin hayatın ilk evresidir.  Erikson’a göre yakın ilişkilerin kurulabilmesi için kişiliğin gelişmiş olması gerekir. Kişi arkadaşlarıyla veya sevgilisiyle yakın bir birliktelik geliştirmek ve de benliğini korumak ister. Böyle bir ilişki benliğine zarar veriyorsa, kişi bunu bitirebilmelidir. Bu evredeki krizi çözümleyemeyen bireyler, yakın ilişkiler kurmakta zorlanırlar ve bu yüzden kendilerini toplumdan soyutlayabilirler.   
7) Üretkenlik veya kısırlık:  Üretkenlik yeni bir nesil üretmek veya yeni nesile yol göstermektir. Temel olarak çocuk sahibi olunabileceği gibi öğretmen olmak veya insanların hayatına yön veren benzer bir meslek veya gönüllü bir aktivite yer almak da aynı işlevi görebilir. Kısırlık ise Erikson’un teorisinde başkalarıyla ilgilenmeyi ve gelişimlerine destek olmayı öğrenememiş olmaktır. Üretken insanlar işlerini iyi yaparlar, çocuk ve gençlerin gelişimiyle ilgilenirlerler ve sosyal konularda duyarlıdırlar.
8) (Yaşlılıkta) aidiyet veya umutsuzluk: Erikson’un teorisine göre, bu durum insanın kendi geçmişine bakıp paniğe kapılmasıyla ilgili olabilir. Zaman artık geçmiş, fırsatlar kullanılmıştır. Aidiyet, kişinin kendi hayatını kabul etmesidir. Torunlarla eğlenmek, geçmişte başarılmış önemli çalışmaları düşünmek bu dönemin mutluluk kaynaklarıdır. Bu kabul ve böylesi kaynaklar yoksa, kişi umutsuzluk ve çaresizlik hisleri içine girebilir.

Erikson’un “Yaşam döngüsünün basamakları”ndan da anlaşılacağı üzere “aidiyet duygusu” ve “kişiliğin gelişimi” beşinci döneme denk geliyor. Günümüzün küreselleşen ve bireyselleşen dünyasında, aidiyet duygusunun kazanılması oldukça tartışılan bir konu. Erikson’un kimliği, bir insanın yapılandırdığı karakteristikler olarak tanımlıyor; yani bireylerin kim oldukları ve nereye gittiklerini belirleme özelliğini. Güven, bağımsızlık, girişim ve üretkenlikte gösterilecek başarı, kimliğin yerleşmesindeki başarıyı belirleyecektir. Ahlâki değerler benlikte yerleşirken, birey çevresiyle bütünleşmeye çalışacaktır. Gündelik hayatta bu sürecin sonucu karşımıza iyi bir eğitimi tamamlamaya çalışan, ilk gençlik ilişkilerini kuran, dostları ve sosyal çevresiyle uyum sağlayan bireyler olarak çıkabilir. Öte yandan yine Erikson’un tanımladığı bu dönem bizlere bu süreçte gençlerin olağandan farklı eğilimlerini açıklamak için yol gösterici nitelikte. Örneğin birkaç yıl önce acı bir biçimde satanist eylemler sonucu gençleri kaybetmemizin nedeni, “aidiyet duygusunu” pekiştirme sürecinde kurdukları yanlış özdeşimler olabilir.
Çağın ve gündelik hayatın getirileri doğrultusunda ideal olanı ararken, yine Erikson’un teorisi bizlere aradığımız birtakım soruların yanıtlarını verebilir. Örneğin bir annenin oğlundaki değişimlerden ve dine daha fazla bakmasından, ailedeki dengeleri bozmasından şikâyetçi olduğunu düşünelim. Eğer Erikson’un teorisine göre incelersek, rahatlıkla genç kişide, toplumdaki yerini ararken bir rol arayışı ve buna bağlı olarak dine bir kayış olduğunu görebiliriz. Bu durum geçici bir süreç olabilir veya kişinin hayattaki rolünü belirlemek üzere bir atılım da. Elbette birtakım değerlerin benimsenmesi toplumun çoğu tarafından olumlu karşılanırken, eğer bir tarafa doğru aşırı yönelim görülüyorsa, kişinin kimlik ve aidiyet arayışı içinde olduğu anlaşılmalıdır. Gencin içinde bulunduğu koşullar ve yaşamakta olduğu süreç soğukkanlı bir biçimde izlenmeli ve gündelik hayatın düzeni ile işlevselliğin bozulduğu gözleniyorsa, bir uzmana başvurmaktan çekinilmemelidir.
Sonuç olarak Erikson’un görüşleri, gelişimin sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi için önem taşımakta ve çeşitli eğilim ve değişimlerin anlaşılmasında, akademik bir perspektif sunmaktadır.

perspektif@salom.com.tr