Okurdan > Bir rehberin mektubu...

Mois GABAYHikâyem, 4 sene evvel Taksim`de arkadaşımla, The Marmara Oteli`ne bir iş için uğramamızla başladı. O günü, bugün gibi hatırlıyorum. Otelde, belki de hayatımı değiştiren bir 15 dakika yaşadım. Dostluk`un Kula Tiyatrosu aracılığıyla tanıdığım Yako Igual ile karşılaşmam her şeyi değiştirdi.

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba
Yako ağabeyi ve arkasındaki turist grubunu görünce epey şaşırmıştım. ''Vay!... Ne iş, sen rehberlik mi yapıyorsun” diyemeden, bir muhabbet aldı başını gitti. Fransızcam olduğunu bilen Yako Ağabey, “Mois pazartesi bizim şirkete gelsene, hem üniversite de başladı, çok canın sıkılmaz hem de sana göre çok eğlenceli bir işimiz var. Boş zamanlarında akşamları Fransız turistleri bazen havaalanından karşılayacaksın, bazen de onları yemeğe götüreceksin!” demişti... Pazartesi günü Euromarmara- Cafetur'u aradım, ardından hemen bir randevu aldım ve de sonraki 5 sene hayatımda önemli bir yere sahip olacak Vedat ağabeyimle ilk konuşmamızı yaptık. Bir hafta sonra “apprenti” dediğimiz öğrenme aşamasını geçtim, herkes çok sıcak davranmıştı. Ardından kısa bir zamanda kendimi, bir gazinoda bir grup Fransız turistle halay çekerken buldum! Evet, turizmle tanışmam ve rehberliğe ilk adımımı atmam özetle bu şekilde başladı...
Geçen sene üniversiteyi bitirdim. Herhalde aynı zamanda hem çalışıp hem de okuyan az sayıda öğrenciden biri oldum. Birçoğu “aferin Mois, nasıl da yürüttün on işi bir arada” diyorlardı; ben de kimseye bizim işin aslında ne kadar zevkli olduğunu sezdirmiyordum... Adımız Fransız, Faslı kızlara da rehberlik ettiğim için, arkadaşlar arasında “Fransız Mois”e çıktı; geliştirdiğim arkadaşlıklarla geçen 4 senede birçok komik, tatlı anım oldu...
Profesyonel anlamda bir rehberlik mesleği ile tanışmam ise geçen sene şirketten bir arkadaşımın teşvikiyle gerçekleşti. Aydın ilinde açılan Fransızca rehberlik kursuna kayıt yaptırdım. Geçtiğimiz Eylül, kursun ön eleme sınavlarına katıldım, adeta canımızı okudular. Bu sınavları geçtikten sonra asıl, bizi engellerle dolu 6 aylık bir süreç bekliyordu. Öncelikle Aydın'daki kursu İstanbul'a nakletmeyi başardım ve de bütün kış epey zor olsa da, haftada 6 gün kursun derslerine katıldım. Rehberlik kursu, hayatımdaki en önemli olaylardan biriydi. Yine de rahat durmayı beceremediğimden, aynı anda işe devam ettim, mastıra yazıldım, çarşambaları “Masada” müzikalinin tiyatro ve koro çalışmalarına katıldım. Belki zorlamayla; ama eğlenceli bir şekilde bu 6 ayı geçirdim. Sırada ise, işin en zorlu kısmı kalmıştı. Kursun zorunlu olarak tertiplediği bakanlığın yurtiçi uygulama gezisi... 36 gün boyunca 50'yi aşkın ilimizi keşfetmek, Türkiye'nin bir ucundan diğerine dolaşmak... Başta “şaka gibi” geliyordu; ama son bir ayda yoğun tempo nedeniyle bazı uğraşlarımdan vazgeçmek zorunda kaldım. Mastırı yarım, Vedat ağabeyimi zor durumda bırakmış oldum. Bana en ihtiyaçları olan zamanda, 36 gün olmayacaktım. Israrım sonucu şirketten izni kopardım, tiyatro için İzzet Bana'ya utana sıkıla “ben 5 hafta olamayacağım” diyebildim.
Bu bir aylık gezi kimilerine göre beni olgunlaştırdı, kimilerine göre daha da romantikleştirdi. Paylaşmak istediğim, beni en çok gururlandıran, güzel bir anım oldu. İzmir gezisi sırasında, bu sene ilk defa Turist rehberleri birçok kilise, cami gezisinden sonra, bakanlığın da isteğiyle İzmir Karataş Sinagogu'nu gezdiler. Sinagogta onlara edinmiş olduğum en temel bilgileri aktardım ve arkadaşlarımın ilgili soruları, bazılarının yanıma gelip “Mois'ciğim, biz İbranice öğrenmek istiyoruz, bildiğin bir kurs var mı” diye sormaları en heyecanlı andı. Bize bu geziye izin verdiği için İzmir Cemaat Başkanı Avraam Bey’e çok teşekkür ediyorum.
En duygulandığım anları ise, yıkılmış hâldeki Edirne Sinagogu'nu gezerken, yerde bulduğum bir kitabı alıp çantama koyarken yaşadım. İnsan orayı, o hâlde gördüğünde kendini bir garip hissediyor...
Duygulardan söz etmişken siz, siz olun, böyle uzaklara giderseniz bir mektup yazabilecek âşık olduğunuz biri mutlaka olsun! Erzurum'da bir karlı gecede, otel odasında, ışıktan oda arkadaşım uyanmasın diye tuvalette yazdığım mektubu, o soğuk ve umutsuz geceyi ve mektubun sahibini asla unutmayacağım... Sevmek her şeye rağmen çok güzel bir duyguymuş, bunu da 36 gün boyunca sevgiyi, özlemi, umutsuzluğu ve heyecanı yaşayarak bir kez daha anladım. Bunun yanında en heyecanlı anında insanın başına aksilikler de geliyor tabiî ki, Şanlıurfa’da telefonla konuşurken, içinde 800 adet fotoğrafımın bulunduğu diski düşürdüm ve kaybettim;  sonuçta “her işte bir hayır vardır” demekten elden başka bir şey gelmiyor… Trabzon'daki Sümela Manastırı'nı, Nemrut'un gizemli heykellerini, Aktamar Adası’nı, Mardin'i ve Midyat'ı, Ani Harabeleri ve İshak Paşa Sarayı'nı, Ağrı Dağı'nı, Aspendos'u, Efes’i, Saklı Kenti, Cennet ve Cehennem Obrukları'nı, Zeugma'yı, Fethiye- Ölüdeniz’i, Dalyan’ı, Sarthes'ı, güzel İzmirimiz’i görmeden, bu ülkeyi tanıdığınızı düşünmeyin. Emin olun ki bu saydığım yerler İstanbul'dan çok farklı... Hepsini gördükten sonra eminim siz de benim gibi trafiğine, kirliliğine rağmen bu güzel kenti, bu kentte bıraktığınız sevdiklerinizi çok ama çok daha iyi anlayacaksınız... Türkiye'nin en kuzeyinde, en doğusunda, en güneyinde ve en batısında hep aklımda bu güzel kent ve burada bıraktığım sevdiklerim vardı...
Kim bilir yakın bir zamanda yeni gruplarımla birlikte, ülkemizin şehirlerinin birinde, sizinle de karşılaşırız veya belki beraber bir tur yaparız. Rehberlik eğitimimizin 11 Haziran'da son bitirme sınavları var, bana şans dileyin... Tüm bu süreçte benden desteğini esirgemeyen, yanımdaki özel insanlara kucak dolusu sevgilerle...