YAŞAM YÜRÜYÜŞÜ 2007`nin ardindan izlenimler

Yaşam Yürüyüşü katılımcılarının ilettikleri duygu ve düşüncelerini bu hafta da yayınlamaya devam ediyoruz Hatırla ve unutmaDavid ESKİNAZPolonya`daki toplama ve ölüm kamplarına yapılacak gezi ve yürüyüşlere katılmak için ilk durağımız Varşova`ydı. Otelin lobisinde Varşova`nın tarihçesini ve kentt

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba
Soykırım gerçeğinden sanki özenle söz edilmiyor, Alman vahşeti konusu hiç gündeme getirilmiyordu. Adeta hatırlamak veya hatırlatılmaktan kaçınılıyordu. Şoa’nın abartılmış ve gerçeğe uymayan bir propaganda olduğunu ileri sürenlerin adedi günümüzde giderek artmakta olduğu bir gerçek. Sanki bu broşürleri hazırlayanlar bu modaya uymuş gibiydiler.
Buna karşılık, bazı kamplardan arta kalan bölümleri müze haline getirmeleri, Varşova gettosu kahramanları ile ilgili hatıra anıtların dikilmesine imkân vermeleri dikkat çekiciydi. Turist çekme ve dolaylı olarak gelir elde etmek için bu acı olayları gayet iyi kullandıklarını gözlüyorduk.
Ölümsüz bir yapıt olan Tanah’ta (Torah, Nevim ve Ktuvim ) çeşitli vesilelerle “Zahor ve Al Tişkah – Hatırla ve Unutma” buyruğu tekrarlanır. Bizler, bu uyarıya alabildiğine sarılarak tarihin o güne dek yazmadığı benzersiz vahşet ve katliam kasırgasını yeni nesillere anlatmak, öğretmek misyonunu üstlenmeliyiz. Yürüyüşe katılan ve dünyanın değişik ülkelerinden gelen gençlik ağırlıklı onbine yakın topluluk, örnek ve anlamlı bir beraberlikle, katledilen 6 milyon dindaşımızı vakur bir şekilde anmıştır.
Ortadoğu’da Hitler’in yeni taklitleri, Avrupa ve Amerika’da Neo Naziler açıkça nefretlerini kusarken, bu tür düşünceleri destekleyen ancak taktıkları maskelerle bu duygularını saklayanların varlığı bilinirken bizler uyanık olmalıyız: Çocuklarımıza ve torunlarımıza bu vahşeti ısrarla anlatmalı, “günümüzde ve gelecekte benzer şeyler olmaz” gibi yanlış bir kanıya kapılmamalı ve olanları hatırlayıp asla unutmamalıyız.

Ruhları bizlerleydi...
Cilda GÜZELBAHAR

Yaşam Yürüyüşü’ne katılmadan önce bu geziden çok etkileneceğimi biliyordum; ancak bu denli sarsılacağımı tahmin etmemiştim. Bu gezinin bugüne kadar gezdiğim, dolaştığım, seyahat ettiğim yerlerden çok farklı ve özel bir yeri olacağı kesin. Aslında gördüğümüz hiçbir kare bize sürpriz değildi, fakat hiç bu kadar yakın olmamıştık hiçbirimiz bu yangına.
Birçok film, birçok kitap ve belgesel izlemiştik. Her seyrettiğim filmden ağlaya ağlaya çıkmama rağmen “acaba biraz abartı var mıdır” diye düşünmüştüm. İnanın az anlatmışlar ve yazmışlar. Nefretin nasıl bu boyutlara ulaşabildiğini anlamak mümkün değil. İnsan zekâsının ölüm teknolojisi geliştirdiğine de inanmak, sıcacık evlerimizde ailelerimizle otururken mümkün değil. Birçok kişiden şöyle tepkiler alıyoruz: “Bunları seyretmeye veya bu geziye katılmaya psikolojim müsait değil.” Amacım kimseyi eleştirmek değil, fakat bir buçuk milyonu çocuk altı milyon insan bu soykırımı yaşadı. Bu insanların tek günahları Yahudi olmaktı ve bu günahın bedelini yanarak ödediler.
Bu gezi beni bu gerçeğe daha da yakınlaştırdı, adeta dokunmamı sağladı. Holokost'a daha derinden bakmam gerektiğini anladım. Toplum olarak gençlerimizi bilinçlendirmek ve bu geziye katılmaya teşvik etmemiz gerektiğine inanıyorum. Yeryüzünde yaşanmış ve yaşanmakta olan hiçbir soykırımın Holokost olmadığını biliyorum. Auschwitz'ten Birkenau ölüm kapına sekiz bin kişi ile birlikte yürürken, 6 milyon masum insanın ruhunun bize eşlik ettiğini ve bizimle gurur duyduğunu hissettim.

İnsanlık dersi
Davit KOHEN

March of the Living – Yaşam Yürüyüşü 2007 yaşandı ve bitti; ancak benim için seyahat yeni başlıyor. Tarihin bu acımasız dönemi ile ilgili önemli dokümanları okumuş, klasikleşmiş filmleri izlemiş olmak yeterli sanmıştım. Yanılmışım!
Doğal olarak kendimi her zaman bu vahşetin kurbanı yani mağduru olarak hissetmiş ve öfkemi, nefretimi açıkça ifade etmekten hiç sakınmamıştım. Nedense bu seyahat beni yaşanan vahşetin failini anlamaya çalışmaya, “neden, nasıl, niçin” sorularını irdelemeye daha çok itti.
Öfke ve kızgınlık, anlamaya çalışmaktan daha kolaymış; bunu da bu seyahatte öğrenmiş oldum.
Nefret ile donanmış toplumların neler yapabileceğinin kanıtlarını görmek isteyenler Auschwitz’e muhakkak gitmeliler. Nefretlerinin esiri olmuş toplumların milyonlarca insanı katledişine tanıklık edebilirler. Caniliği belirli guruplara, milletlere mal etmeye çalışmak da kolaya kaçmakmış. Nefretini besleyen her insan ve toplum yeni Auschwitz’ler yaratmaya adaydır.
Bu acı gerçeği algılayabilmiş bir toplum ancak "Affet ancak unutma " bilgeliğini gösterebilir. Böyle bir toplumun üyesi olmaktan gurur duyuyorum.
Duygusal zirveler ile dolu bu yolculuk kimimizi ağlattı, kimimizi korkuttu ve tedirgin etti, ancak hepimizi birbirimize kenetledi. Askerlik arkadaşlarım gibi yıllar sonra bile bir araya geldiğimizde hasretle sarılacağım yeni dostlarım var artık. Ortak acıları, travmaları yaşayanların dostluğu gibi bir şey herhalde.

Düşünmemiştim...
Sibel FRANKO

-Sabaha karşı, sıcacık evimi ve kızlarımı bırakarak havaalanına gittiğimde, sadece görüşten tanıdığım veya hiç tanımadığım insanlarla kısacık bir sürede sımsıkı kenetlenerek unutulamayacak bir deneyim yaşayacağımı,
- Kendimi çok önceden hazırladığımı zannettiğim bu deneyimde, gördüklerim, duyduklarım ve hissettiklerimin içimde bir duygu fırtınası, daha doğrusu duygu kasırgası koparacağını,
- Hayatım boyunca üzücü olaylar karşısında dökülmesinden rahatsızlık duyduğum gözyaşlarımın, yaşanan onca acıyı, yitip giden onca değeri hissedince, hiçbir rahatsızlık duymaksızın gözlerimden akacağını,
- Yemek kutularımızdan çıkan sandviçleri elime aldığım anda, gettolarda açlıktan ölenleri hatırlayarak, boğazımın düğümleneceğini ve yiyecek yemeğim olduğu için binlerce kez şükredeceğimi,
- Kilometrelerce yol yürürken ayağımdaki ayakkabılara bakarak, üst üste yığılmış binlerce çift ayakkabı arasından gözüme takılan topuklu beyaz ayakkabının sahibini ve acı dolu yaşantısını zihnimde canlandırmaya çalışacağımı ve içimin fena hâlde burkulacağını,
- Belime bağladığım montumu, kamplarda buz gibi havada üstüne geçirecek bir gömleği bile olmayanları hatırlayarak, giymenin bana çok zor geleceğini.,
- Sevgili Miriam ve Dvora’nın anlattıklarını dinledikten sonra en büyük zenginliğimin ailem olduğunu çok daha iyi anlayacağımı ve daha bir çok şeyi, bu güne kadar düşünmemiştim.

Bize düşen görev unutmamak, unutturmamak
Hayati MİTRANİ
Başlangıçta sadece üzücü şeyler göreceğimi sanmıştım; ancak daha ilk gün ziyaret ettiğimiz küçük Tykocin kasabası, ağırlıklı olarak Polonya’da bulunan Doğu Avrupa Aşkenaz nüfusunun bölge coğrafyasında ne kadar uzun süredir yaşadığının ve o topraklarda sadece gözyaşı ve acı olmadığının, aksine eskiden mutlu günler geçirdiklerinin çarpıcı bir kanıtıydı.
Ertesi günlerde, acı trajedilerin yaşandığı gettolar ve kamplara yaptığımız ziyaretler, Miriam Akavia’nın yürek burkan tanıklıkları, bütün yaşananların Avrupa’da bilim, edebiyat, sanatın öncülüğünü yapmış bir milletin sadist katilleri tarafından, sistematik ve ne kadar soğukkanlılıkla yapıldığının üzücü yanını ortaya koyuyordu.
Hammaddeleri insan olan ölüm fabrikalarında yok edilen aslında sadece kardeşlerimiz değil, insanlığın kendisiydi. O, infaz çukurlarında ve gaz odalarında, çocuklarının öldürülüşüne tanıklık ettikten sonra katledilen anne ve babalarının son dakikalarında yaşadıklarını paylaşmaya gayret edip, onlar için dua edip, andık.
Bunca üzücü olayın arasında, Auschwitz’in kurtarılması esnasında Sovyet ordu kameralarına yansıyan, kolundaki dövmeleri gösteren çocuklardan biri olan Marta Weiss’ın otelimizin lobisinde bir TV kanalına verdiği röportaj sonrası Miriam Akavia ile tanışmalarına tanıklık etmem, benim için hoş bir sürpriz oldu. Kollarında bulunan numaraların birbirine yakın olmasına bakılırsa, bu iki kişi aynı zaman dilimi içerisinde kampta bulunmuş; ancak Marta Weiss Avustralya'da yaşadığı için bu zamana kadar birbirlerinden haberleri olmamıştı. Orada bulunan yönetmen ile röportaj sonrası yaptığımız sohbet esnasında, “Schindler'in Listesi” sayesinde kurtulmuş olan bir kişinin kızı olduğu ortaya çıkınca çok farklı bir sevinç yaşadım.
Sonuç olarak yaşananlar ne kadar üzücü dahi olsa geçmişte kalmıştır. Bundan sonra bize düşen görev bu yaşananları unutmamak ve unutturmamak olmalı. Holokost'u sulandırmaya, hatta reddetmeye kalkan ve maalesef gün geçtikçe daha çok yandaş bulan yeni antisemitizm dalgasına beraberce karşı durmamız gerektiğini düşünüyorum.