Avram`in Annesi

Hürriyet Ege Gazetesi Yazarı Yaşar Aksoy ‘İzmir Şehir Kültürü` başlığıyla yayınlanan aylık dergide yazdığı ‘İzmir İnsanları` ile ilgili Şubat ayı sayısında çıkan yazısını Şalom okurlarıyla paylaşıyor

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba
Geçen nisan ayı başında Ester telefon etti. İzmir Kültür Derneği’ne üye gençler için Alsancak Şaar Aşamayim Sinagogu’nda bir akşam konferansı vermemi istedi. Konumuzun ne olacağını sordum. İzmir’in kent kültürü içinde Museviler’in yerinin anlatılacağı bir sunumun ilgi çekeceğini belirtti. Uzun zamandır gençlerle konuşmamıştım, sevinçle kabul ettim... 1930 Sokak, 7 numaradaki Şaar Aşamayim Sinagogu, modern bir semt olan Alsancak’ta biricik sinagogdur. Oysa kentin eski mahallelerinde hala birçok sinagog olduğu bir gerçektir.
O akşam, hava karardıktan az sonra Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nden yürüyerek sinagog sokağına doğru yönelirken, yavaş yavaş sinsi bir şekilde benliğimi saran tansiyon yükselmemin, son zamanlarda her konferans öncesi olduğu gibi, yine beni panikleteceğini hissettim.
Sevinç Pastanesi’ne uğradım, bir portakal suyu içtim, dilimin altına bir kesme şeker koydum, ama nafile... Sinagog önünde polis kontrolünden geçip zemin kata girdiğimde tansiyonum kırmızı çizgime yaklaşmıştı, bu konferansı nasıl atlatacağımı kara kara düşünmeye başladım.
Çevrem, Musevi dostlarla sarıldı, yazar Rakella Asal, turist rehberi ve araştırmacı Sara Pardo, Musevi Cemaati eski başkanı Moris Bencuya, Jak Kaya, Şalom Gazetesi’nin sevimli muhabiri Semi, sevgili dostum şair Avram Ventura başta olmak üzere herkes oradaydı... Sinagog’un zemin katı, konferans salonu olarak kullanılıyordu ve benim her konferansımda olduğu gibi ilaç için dahi bir avuç genç yoktu, tam tersine her yer tıka basa beyaz saçlılar tarafından doldurulmuştu.
Ester beni takdim ettikten sonra, masaya geçip oturdum. Allah’ım, bu tansiyon belasını nasıl savuşturacaktım, basınç anormal artmıştı. Anlatacağım konuları da, çaresiz biçimde unutmuştum galiba. Masaya koyduğum Alsancak Şiirleri kitabımdan medet umar gibi ona uzandım, rastgele bir sayfayı elim titreyerek açtım. Karşıma “Avram’ın Annesi” şiirim çıkmıştı. Okumaya başladım:

AVRAM’IN ANNESİ

gündoğdu’da pastane
karşısında
hep gülümser bizim avram’ın annesi
yanında can yoldaşı bir hanım
titreyen parmaklarının arasında bastonu

Kalmadı artık eski dostlar
apartmanın her köşesi oldu doktor dişçi
nerdee eski günler
nasıl da geçip gitti hayat

alsancak’ta hala tek tük kaldı
geçmişin eski güzel insanları
buluşurlar bazen pastane köşelerinde
hep gülümser bizim avram’ın annesi

kemeraltı esnafı kocası öldü öleli
dayandı hayatın bunca yüküne, yalnızlığına
hep gülümser bizim avram’ın annesi

Şiirin daha ilk dizesinde, gözlerimin önündeki bir arka planda Avram’ın annesinin hep gülümseyen yüzünü gördüm, sımsıcak, ılık ılık, munis munis bana bakıp gülümsüyordu, tıpkı rahmetli anam gibiydi... Okudukça içime ferahlık aktı, sanki yanıbaşımdaydı Avram’ın annesi... Zorda kaldığımı fark edip uçup bana gelmiş gibiydi, yardım ediyordu bana... Bunları düşündükçe cesaretim arttı, içimdeki kabarmalar söndü gitti, şiirin son dizesini okuyup başımı kaldırıp dinleyicilere baktım. Her biri ışık gibi parlıyordu...
Tansiyonumdan eser kalmamıştı... Konuşmama artık girebilirdim... Doludizgin anlatmaya başladım. İzmir Musevileri’nin tarihi gelişimlerinden başlayıp modernleşme süreçlerine, İsrail hatıralarımdan 500. Yıl etkinliklerine uzanıp kent nedir, kültür nedir,  kent kültürü nedir... Bütün bu kavramları açıklayıp yaklaşık bir buçuk saat sonra, Şaar Aşamayim şiirimle noktayı koydum. Epey alkış aldım...

ŞAAR AŞAMAYİM
şaar aşamayim
musevi havrası alsancak’ın
sünnetler, düğünler yaşadı


güngörmüş cemaatın

beşyüzyıllık can dostlar
semtin güzel sakinleridir
hamursuz dünyanın boyozsever halkı
hahamları bile pek babacandır
şalom, şalom!...

Ertesi gün, akşamüstü Sevinç pastanesi’ne gidip bekledim. Az sonra Avram’ın annesi elinde bastonu, yanında bakıcısı olduğu halde, pastanenin karşısındaki yuvarlak halk bankına gelip oturdu. Gözleriyle pastanenin önüne kurulmuş kalabalığı taradı, aniden göz göze geldik, gülümseyiverdi. Koşup yanına gittim, hatırını sordum. “-Avram’ın gazeteci arkadaşı, sakallı! Az daha seni tanıyamıyordum.” dedi. Ne kadar da hoş gülümsüyordu. “-Avram’ın arkadaşı... Avram’ın arkadaşı...”
Avram’ın arkadaşıyım tabii ki... Çok uzun yıllar önce (35 filan) şiir dergilerinde, sanat ceridelerinde ismini görüp yaratılarını okuduğum Avram Ventura ile bir gün tanışıp dost olduğumda, boş adanın birinde şiir kitabı bulmuş Robenson gibi sevinmiştim.
Kemeraltı’ndaki o labirent gibi karmaşık dar sokaklardan birindeki iplik toptancısı minicik dükkanına az mı gitim!... Dükkanın ismine bakın hele... Güleryüz... Nasıl da Ventura ailesine ve engin hoşgörülerine uyuyor... Toprağı bol olsun babası, yıllarca bu dükkanda aynı işi yapmış. Üstte minik asma kata çıkan daracık tahta merdiven, kocaman kocaman aşınmıştır, babadan oğula geçen Kemeraltı yılları içinde...
Avram’ın annesi, şimdi bu ailenin en büyüğü olarak torunlarını seviyor, İzmir’i seviyor, Sevinç Pastanesi’ni seviyor; herkesi, hepimizi seviyor... Gülümsemesinden bunu anlıyorum...
Ama gerilerde bir yerlerde saklı bir hüzün var... Ahh şu ihtiyarlık... Ahh, eşim de yanımda olsaydı... Nerdeee eski komşular, diyor galiba... Ama hepsini şiir gibi hissettiriyor... İşte kentimin sanki şiir gibi hoşgörülü etnik yapısından bir İzmir insanı... Öpücük sana, Avram’ın annesi...