İnsanliğini unutanlara direnen büyükelçi: Behiç Erkin

Behiç Erkin… Türkiye Cumhuriyeti`nin kurucularından, Kurtuluş Savaşı`nın lojistiğini başarıyla yöneten komutan… Devlet Demiryollarını ilk işleten, kuran ve millileştiren, İTÜ`yü özerkleştiren ve lisanını Türkçeleştiren, genç cumhuriyetin ilk kamu müzesini (İnkılâp Tarihi Müzesi) kuran devlet adamı

Kültür
9 Ocak 2008 Çarşamba
Behiç Erkin’in olağanüstü kişiliğiyle tanışıklığım aslında geçtiğimiz ekim ayında başladı. Dostlarımdan biri Emir Kıvırcık adında bir arkadaşı olduğunu ve dedesinin biyografisini yazdığını söyledi. Hikayenin beni ilgilendirebileceğini düşünerek ana hatlarını anlattı. Şaşırmıştım. Tarih bilgimin derin olduğuna inanırdım ancak ne Behiç Erkin’in, ne de hayatını, bu eşsiz hikâyeyi insanlığa anlatmaya adayan ve bu iş için 9 senesini veren torunu Emir Kıvırcık’ın adını duymuştum daha önce… Telefona sarıldım ve Emir’i aradım. Telefon görüşmemizden bir hafta sonra Emir’in ofisindeydim. Dedesini onun ağzından dinlediğimde önce şaşırdım, büyülendim ve niye yalan söyleyeyim ağladım...
Emir Kıvırcık  önce Atatürk’ün en yakın dostunu, bir Kurtuluş Savaşı kahramanını, kısacık bir zamana sığan kocaman bir hayatı, hep halkının iyiliği için yaşayan, doğru bildiğinden karşısındaki kim olursa olsun kesinlikle vazgeçmeyen güçlü ve saygın bir devlet adamını anlattı bana… 
Daha sonra ise Fransa’daki büyükelçilik yıllarında bir baba nasıl oğlunun üstüne titrerse, ölümün pençesinde olan Yahudiler için o derece uğraşan duygu dolu bir insanı anlattı.  Bu kişi, Behiç Erkin’di… Emir’in dedesini dünyaya anlatabilmek için gösterdiği çaba da takdire şayandı. 9 senelik yoğun araştırmasının emeği olan kitabı “Büyükelçi” şubat ayında çıktı ve ülke çapında beklendiği üzere sansasyon yarattı. Kitap ilk etapta İngilizce, Fransızca, Almanca ve İbraniceye çevrilecek. Daha sonra ise tüm dünya dillerine… Çünkü Behiç Erkin’in hikayesi sadece Türkleri, Yahudileri, Fransızları ya da Almanları değil, tüm insanlığı ilgilendiriyor. 
Bu kitap bir tokattı belki de… Bugünkü dünya yöneticilerine, bir arada yaşamayıp sürekli çatışan medeniyetlere… Güçsüzleri ezip güçlü olduklarını zannedenlere… İnsanlığını unutmuş adem oğullarına… Behiç Erkin’in hayat hikayesi herkese, hepimize en güzel yanıtı veriyor …  Ama insanoğlu her zaman unutur! Tarihini, sevdiklerini hatta anılarını bile… Sağ olsun Emir Kıvırcık’ın çabalarıyla şimdi yeniden hatırlıyoruz, hem de bu kez hiç unutmamak üzere…
Birazdan okuyacaklarınız dünya üzerine ender gelen insanlardan birinin yaşam öyküsüdür. Emir Kıvırcık’la yaptığım röportajdan sonra, maalesef bu eşsiz insanın sadece özet hikayesini iki bölüm halinde aktarabileceğim size. Konuyla ilgili daha fazla bilgi almak isterseniz Kıvırcık’ın Goa Yayınları’ndan çıkan kitabı Büyükelçi’yi okumanızı tavsiye ederim. Ama bu kitabı tarihsel bir gerçeği öğrenmek için değil, kendiniz, çocuklarınız ve hatta hayatınız için okuyun.


Kurtuluş Savaşı
kahramanı, devlet adamı,
Atatürk’ün yakın dostu Behiç Erkin

Behiç Erkin, 1876 yılında İstanbul’da doğar. Köklü bir aileden gelmektedir. Babası Cemil Bey, dedesi ise Osmanlı İmparatorluğu’nun ünlü komutanlarından Mareşal Ömer Fevzi Paşa’dır. Dedesi, Behiç Erkin’in birçok insanın kaderini etkileyecek olan cesur, inatçı, doğruluktan şaşmayan, araştırmacı, alçak gönüllü ve diplomat karakterini şekillendiren kişidir.
Behiç Erkin, Erkan-ı Harp (Kurmay) subayı olmak ister. Ancak küçükken çocuk felci geçirdiği için Osmanlı kanunlarına göre bu imkânsızdır. Yine de büyükbabasının Osmanlı Ordu Kumandanlığı yapmasının da etkisiyle özel bir kararla Askeri Okul’a alınır ve Erkan-ı Harp subayı olarak mezun olur.
1903’te Selanik’e 3. Ordu’ya tayini çıkar. Behiç Bey’e “hat komiserliği” görevi verilir. Bu o dönemde çok önemli bir görevdir zira Osmanlı’nın başkenti İstanbul’a ulaşan tüm yollar üç değişik yerden gelip Selanik’te birleşmekte ve oradan İstanbul’a gelmektedir. O dönemki lojistik hizmetleri açısından en önemli nokta, Selanik’tir… Aynı zamanda Behiç Erkin’in, Türk ulusunun ve Fransa’da yaşayan 18.000 Türk Yahudisi’nin de kaderini belirleyecek olan Selanik…
Behiç Erkin’in, demiryollarıyla ilk teması bu şekilde olur. 1907’de Mustafa Kemal Paşa Şam’da Yüzbaşı görevindeyken Kolağası (bugün olmayan bu rütbe binbaşı ile yüzbaşı arasında bir mevkidir) rütbesine terfi olur ve Selanik’e tayini çıkar. İki insan arasındaki dostluğun tohumları burada atılacaktır. Mustafa Kemal, Selanik’te Behiç Erkin’e komşu olur. Ayrıca 3. Ordu’da da beraber çalışmaya başlarlar ve aynı çadırı paylaşırlar. Osmanlı üzerine tartışırlar ve kişisel ilişkilerini dostluk seviyesine çıkarırlar. Hatta Mustafa Kemal, Trablusgarp’a Derne komutanı olarak gittikten sonra Behiç Bey’e birçok mektup yazar (İnkılâp Tarihi Müzesi’nde bu mektuplar halen görülebilir).
1915 yılında Enver Paşa’nın Osmanlı Ordusu’nu Alman disipliniyle yapılandırma çalışmaları başlar. Alman kültürünü Osmanlı Ordusu’na uyarlama sorumluluğu verilen Kanengisser Paşa’nın yardımcılığına ise Behiç Bey getirilir. Behiç Bey, 500 senelik Osmanlı kültürünün Alman disiplini tarafından ezilmemesi için çok mücadele eder.  Almanları çok iyi tanır ve kültürlerini öğrenir. 
29 Mart 1918 yılında Mareşal Liman Von Sanders, Gelibolu Savaşı’nda asker ve erzak sevkiyatının mükemmelliğine hayran kaldığı için Miralay Behiç Bey’e birinci dereceden Alman Demir Haç Madalyası takar. Bu madalya, Alman ulusu için çok değerlidir. Sadece önemli Alman devlet adamlarına verilen en üst seviyeden bu madalyanın bir yabancıya verilmesi o dönemde görülmemişti. Bu madalya, ileride Fransa’da yaşayan 18.000 Türk Yahudisi’nin kaderini belirleyecektir.
Behiç Bey, daha sonra Azerbaycan’a giderek, 1918’de ilk Azeri-Osmanlı düzenli ordusunu kurar. İngilizler İstanbul’u işgal edince şehre geri döner. Ancak hasta olduğu için Anadolu’ya kaçamaz. Mustafa Kemal, bunu bir fırsat olarak görür ve Anadolu’ya kaçırılmasını istediği meşhur “beyaz subaylar” listesini yakın dostu Behiç Bey’e gönderir. Behiç Bey’e bu görevinde yardımcı olan kişi de Azra Garih’tir (rahmetli Üzeyir Garih’in babası). İngilizler, Behiç Bey için ölüm ilanı çıkardıkları zaman, bir süre saklandığı ev de, ileride yazdığı hatıratlarında “kadim dostum” diyerek bahsettiği Azra Garih’in babası Üzeyir Garih Efendi’nin evidir.
Behiç Bey, Anadolu’ya geçer. Bursa’ya ulaştığında İsmet İnönü’den “Ankara’ya bir an önce gelmesi” konusunda bir telgraf alır. Ankara’ya vardığında Behiç Bey iki teklifle karşılaşır. İsmet İnönü, kendisine Erkan-ı Harp Umumiye İkinci Reisliği’ni (Genelkurmay İkinci Başkanlığı) teklif ederken, Fazıl Paşa ise demiryollarının başına geçmesini ister. Bu konuları konuşmak için Mustafa Kemal’in yanına çıkan Behiç Bey’e Başkomutan, o meşhur sözünü söyler: “Behiç Bey, ben cephede ne yapılacağını çok iyi biliyorum, fakat ordumuzu cepheye taşımaya nasıl muvaffak olacağımızı bilmiyorum. Zamanında sahip olduğunuz tecrübelerden bunu sizin başarabileceğinizi biliyorum. Sizin demiryollarının başına geçmenizi isterim. Var oluş savaşımızda ancak bu şekilde başarılı olabiliriz”. Bunun üzerine Behiç Bey, kimsenin işine karışmaması şartıyla bu görevi kabul edebileceğini söyler. Başkomutan, gülümser ve Behiç Bey’in elini sıkar. Bu konuşmanın üzerine Büyük Taarruz dahil olmak üzere cepheye asker sevkıyatı Behiç Bey tarafından mükemmel şekilde gerçekleştirilir.
Koşullar ne olursa olsun doğruları savunan Behiç Erkin, aynı zamanda tüm silah arkadaşlarına işine karışılmadığı müddetçe kendi doğru bildiğini en iyi şekilde yapabildiğini göstermiştir. Mustafa Kemal’le Kurtuluş Savaşı’nın en sıcak zamanında yaşadığı bir hikaye aslında bunu en iyi şekilde kanıtlamaktadır. Savaşın ortasında Mustafa Kemal’den bir telgraf gelir. Telgrafın üstünde, “Dakika tehiri (gecikmesi) idamla cezalandırılacaktır” yazmaktadır. Telgrafın içeriği şu şekildedir: “Trenlerin son sürate çıkarılarak cepheye asker sevkıyatının hızlanması gerekmektedir”. Her zaman doğru olduğuna inandığı şeyi yapan Behiç Bey, Başkomutan’ın emrine şu şekilde cevap verir: “Hat,  40 km’den hızlı gitmeye müsait değildir. Eğer daha hızlı sevkıyat yapılmaya kalkışılırsa korkarım tek bir sevkıyat bile yapamayabiliriz. Emrinizi aldım. Bu şartlardan dolayı uygulamadım. İkinci bir emrinizi bekliyorum”. Başkomutandan ikinci bir telgraf gelir. Telgrafta aynen şu kelimeler yazmaktadır: “Siz nasıl uygun görürseniz Behiç Bey”…
Cumhuriyet döneminde Behiç Erkin, Devlet Demiryollarının kurucu genel müdürü olur. Demiryollarının Avrupai standartlarda çalışmasını isteyen İnönü’yü millileştirilmesi için ikna eden Erkin, bugün Devlet Demiryollarının başında “Türkiye Cumhuriyeti” yazmasının sebebidir. Atatürk, 10. Yıl Marşı’nda bir tek dizeyi değiştirmiştir. “Yurdun bütün tepelerinde dumanlar tütmektedir” yazan dizeyi çizmiş, “Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” yazmıştır. Ardından Behiç Bey’e telefon açıp “Emeğinizi yeteri kadar yansıtmadığı için 10.Yıl Marşı’nda bir dize değiştirdim, size haber vermek istedim” demiştir.
Atatürk, soyadı kanunu çıktığında 37 kişiye neden o soyadını uygun gördüğünü birer mektupla belirtmiş ve bunu da Dil Tarih Coğrafya Enstitüsü’ne gönderip “Türkiye’nin ilk 37 soyadı olarak kaydedilsin” talimatını vermiştir. Bu soyadlardan dokuzuncusu Emir Kıvırcık’ın anne tarafına verilen ERKİN’dir. Bunun verilme sebebi olarak Atatürk şu notu düşmüştür: “Her şart altında kendi doğrularını dile getirme cesaretini gösteren, bağımsız kişi…”
Behiç Erkin’in kişiliğinin daha iyi anlaşılabilmesi için kronolojiyi biraz bozarak şu olayı anlatmakta da yarar görüyorum. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler, “Faciayı Araştırma Komisyonu” adıyla, soykırımı araştırmak için bir komisyon kurar. 18.000’e yakın Yahudi’yi soykırımdan kurtardığı için Behiç Erkin’in adını ölümsüzleştirmek isterler. Komisyon, Behiç Erkin’e yaptığı yardımlarla ilgili yanıtlanmak üzere 18 soruluk bir form verir. Erkin, BM yetkilisine teşekkür eder, dosyayı geri verir ve şu kelimeleri kullanır: “Ben yaşlı bir insanım ve zaten böyle şeyleri doldurmaya gerek yok. Sebebi de şudur; Biz Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmakta emeği geçenler, Musevilerin başına gelenlerin 460 yıl önce başlarına gelenlerden herhangi bir farkı olduğunu düşünmüyoruz. Dolayısıyla benim yaptığım, tarihimize, örf ve adetlerimize sahip çıkmak ve Türk ulusu adına insani görevimizi yerine getirmektir.”
Peki, Behiç Erkin, Fransa’da ne yapmıştı da 18.000 kişiyi “Nihai Çözüm”den kurtarmıştı? Bunu nasıl başarmıştı? Haftaya devam ediyoruz…