Ortadoğu`da Kadin

İnsan hakları için verilen savaşların dünya çapında geçerli olan bir boyutu da, kadın haklarının savunulması. Kadına karşı ayrımcılığın engellenmesi, zamanla Ortadoğu ülkelerinin de yoğun siyasi gündeminde yerini alıyor. Cinsiyet ayrımcılığı ve kadına karşı şiddetin sıklıkla gözlemlendiği bu b&

Kavram
9 Ocak 2008 Çarşamba
Büyük diplomatik buluşmaların, fevri gözüken ancak son derece sarsıcı savaşların, tehditlerin, meydan okumaların, ölçüsüzlüklerin ve tabuların her daim gündem olduğu Ortadoğu’da, kimi zaman dışarıdan bakan gözlerden kaçabilen bir eşitsizlik daha var. Farklı politik sistemler, yasalar ve uygulamalardan bağımsız, yalnızca Ortadoğu değil neredeyse tüm dünyada kendini gösteren bu eşitsizlik, son yıllarda “kadın”ı özel bir ilgi ve araştırmanın odak noktası haline getirdi. Ülkeler dahilinde yapılan çalışmaların yanısıra, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (BMKP) kapsamında yürütülen araştırmalar ve yayınlanan raporlar, birçok ülke için bu eşitsizliğe uluslararası bir farkındalıkla yaklaşılmasını sağlıyor.
BM Genel Kurulu tarafından 1979 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (The Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination against Women - CEDAW), kadına karşı ayrımcılığı ve alınabilecek önlemleri tanımlayan uluslararası bir kadın hakları beyannamesi. Sözleşme, taraf olan 185 devleti, kadınlara karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılması için somut adımlar atmakla yükümlü kılıyor. Türkiye, İsrail ve (İran hariç) neredeyse tüm Arap ülkelerinin de kabul ettiği bu sözleşme gereği, ülkeler düzenli aralıklarla raporlar yayınlıyor. Ancak yıllık BMKP raporları da, 2005 yılında olduğu gibi, bu konuda daha kapsamlı araştırmaları konu alabiliyor.
2005 Arap İnsani Kalkınma Raporu
Ortadoğu ülkelerini kapsayan geniş çaplı son kadın hakları araştırması, 2005 yılı Arap İnsani Kalkınma Raporları adı altında yayınladı. Bu rapor ile bizzat Araplar tarafından Arap dünyasının özeleştirel bir analizi yapıldı. Raporun yazarları, daha önceki yıllarda, Arap kültürünün eksiklerini yansıtan raporlarda konuya Batılı bir gündemle yaklaşmakla eleştirilmişlerdi. 2005 yılı raporunda öncelikle ele alınan “kadının güçlendirilmesi” konusu da bu açıdan hassas bir zemine oturuyor. Eleştiriye açık olmakla birlikte, BMKP raporlarının gerçeğe oldukça yakın bir tablo oluşturarak bu konuda yapılan çalışmalara olabildiğince tarafsız bir zemin hazırladığı yadsınamaz.
2002 yılı raporunda Arap dünyasının en temel üç sorunundan biri olarak ele alınan kadının güçlendirilmesi ve cinsiyet eşitliği, son raporda “insani gelişmenin sadece iktisadi olarak büyümek anlamına gelmediği” vurgusuyla özel olarak ele alındı. 8 Mart 2006 Uluslararası Kadın Günü dolayısıyla yaptığı konuşmada Türkiye Ekonomi eski Bakanı ve BMKP Yöneticisi Kemal Derviş, “Yoksullukla mücadele bir hayır kampanyası değildir – insanların durumlarını güçlendirme misyonudur. Bu özellikle kadınlar için geçerli, zira dünyada en yoksul durumda olan bir milyar nüfusun beşte üçü kadınlar ve kızlardan oluşuyor.” demişti. Bu vesileyle toplumsal cinsiyet eşitliğini bütün program ve politikalarına ana düşünce olarak yerleştirdiklerini ve bunun için kaynak yatırımı yaptıklarını belirtmişti.
Sağlık, Eğitim ve Siyasi Katılım
2005 yılı BMKP raporunda Arap bölgesindeki kadınların durumu; sağlık, eğitim ve siyasi katılım alanlarında değerlendirilirken, toplumun gelişme arzusu ve gerekli sosyal eylemlerin incelenmesine de yer veriliyor. Rapor, uluslararası hukuka göre eşit olan statülerine rağmen kadınların yeteneklerinin erkeklerle eşit düzeyde geliştirilemediğine ve kullanılamadığına dikkat çekiyor. Anayasal, kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasi etkenlerin kadınların kamusal hayatta eğitim, sağlık, iş imkanı, vatandaşlık hakları ve temsiliyet alanlarında eşit imkanlardan faydalanmalarını engellediğini belirtiyor. Geleneksel yetiştirilme düzeni ve ayırımcı aile hukukunun da özel hayatta yaşanan baskı ve eşitsizliğin sürmesinde etken olduğu söyleniyor. Kadınların gelişmesinde başlıca engelin ise, üretken bir ekonominin gerekleri konusunda uzlaşılmış standartlar ile gelenek ve görenekler arasındaki çelişkiler olduğunu belirtiyor.
Rapora göre sağlık ve eğitim alanında, kadınlar erkeklerle eşit imkanlardan faydalanamıyor. Hastalıklar sebebiyle hayatlarından daha çok yıl yitiren kadınların, 15 ile 25 yaşları arasında AIDS’e yakalanma olasılıkları erkeklere göre iki kat daha fazla. Erkeklerde üçte iki olan okuryazarlık oranına karşın bölge genelinde kadınların ancak yarısının okuma yazma bildiği belirtiliyor. Çalışma koşullarına dair detaylı bilgiye ulaşılamamasına rağmen maaşlı memurlar arasında büyük farklılıklar olmadığı belirtiliyor. Buna rağmen aile içi şiddete ve kanunen yasaklanmasına rağmen uygulanmaya devam eden kadın sünnetine dikkat çekiliyor.
Çoğu ülkede, ulusal ya da yerel meclislerin kurulmasıyla kadınların siyasi hayatta en azından bir temsilciyle yer alabildikleri görevler açılmış bulunuyor. Ancak birçok ülke halkı, yabancı işgaller ve günlük çatışmalar sebebiyle yaşama hakkı gibi temel medeni ve siyasi hakların dahi korunamadığı koşullarda yaşıyor. Bu da kadınların yaşadığı çifte hak ihlalinin ikinci plana itilmesinde büyük rol oynuyor. Bu koşullarda İslami Hareketlerin de, yansıtıldığının aksine, iç dinamikleri ve toplumun geneliyle kurduğu ilişkiler gereği iç demokrasinin temellerinin atılmasında öncü rol oynadığı söylenebilir. Ne var ki, iktidara geldikleri zaman özgürlük ve demokrasiyi kısıtlayan bazı hareketlerin varlığı, bu gelişmeleri gölgede bırakıyor.
 
Yasalara göre Kadın ve Aile İçi Şiddet
Aile, ceza ve vatandaşlık kanunlarıyla erkeklere göre ikincil statüye indirilen kadınlar, bölgedeki birçok ülkede birey haklarından ve topluma eşit katılımdan mahrum bırakılıyor. Yasal ayırımcılık ile şiddete maruz kalma riskleri yükselirken, İran, Mısır, Lübnan, Suudi Arabistan gibi dini temelli aile kanunlarının yürürlükte olduğu ülkelerde kadınlar erkek aile bireylerinin ebedi vesayeti altında bulunuyor. Evlilik, boşanma, çocuk vesayeti ve miras gibi konularda kadınlar erkeklerle eşit haklara sahip değil. Erkeğin karar verme gücüne öncelik tanıyan yerel mahkemelerde kadın hakimlere oldukça nadiren yer verilirken, kadınların aile işlerinde söz sahibi olmasının da önü kesiliyor. Lübnan’da eşinden dayak yiyen kadınların görgü tanıklığı olmadan boşanma davası açması mümkün değil; fiziksel şiddeti belgeleyen tıbbi raporlar dahi bu alanda yetersiz görülüyor.
Oldukça yaygın olmasına rağmen, birçok ülkede aile içi şiddete karşı özel bir madde ya da kanun bulunmuyor. Aile içi şiddet, çoğunlukla özel mesele sayılırken devletin yetki alanının dışında tutuluyor. Şiddete maruz kalan kadınlar için çok az sayıda kadın sığınma evi bulunuyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), polise şikayette bulunan kadınların ise evlerine geri gönderildiği belirtiyor. Eşlerin kadınların bedeni üzerinde mutlak hak sahibi olması, evlilik içi tecavüzün suç sayılmaması ile bir kez daha meşrulaştırılıyor. Bazı ülkelerdeki ceza kanunu ise, tacavüzcülerin kurbanlarıyla evlenmeyi kabul etmeleri halinde davalarının düşürülmesini mümkün kılan maddeler içeriyor.
Bir grup kadın hakları aktivisti, Şeriat dahilinde kadınların durumlarını iyileştirmeye çalışırken, bir kısım ise din ile devletin tamamen ayrılmasından yana. Dini fanatikliğin kadın hakları ihlalinde artışa sebep olduğu vurgulayan İnsan Hakları İzleme Örgütü, birçok ülkede devletin dini şahsiyetlerle birleşerek kadınların cinsel özerkliğini kısıtladığını da söylüyor. Ürdün’de ailenin “onurunu lekelediği” için kadınları döven, bıçaklayan ya da vuran erkek aile bireylerinin cezaları ceza kanunu dahilinde hafifletilebiliyor. Fas’ta ise evlilik dışı hamilelik, kovuşturma riski taşıyor.
Göçmen ve  azınlık kadınlarının yanısıra yerli işçilerin hakları da ayırımcılığa oldukça açık. Göçmen işgücünü koruyan ulusal yasalar, çoğunluğu kadın olan yerel işçileri özellikle dışarıda bırakıyor. Bahreyn ve Suriye’de yerli işçiler, işverenlerin izni olmadan yurt dışına çıkamıyor, kadınlar fiziksel ve cinsel istismar riski altında ya da ücretsiz olarak çalıştırılabiliyor. Bu ülkelerin birçoğu, kadın ticaretini engellemek ya da bu yolla bölgeye getirilen kadınların haklarını korumakta yetersiz kalıyor.
Kadın Hareketleri
Bu karamsar tabloyu aydınlatan gelişmelerden biri, BMKP kapsamında yapılan anketlerde mevcut cinsiyet eşitsizliğinin düzeltilmesine yönelik halkın istekli olduğunu açık bir şekilde göstermesi. Bir diğeri ise internet ve uydu gibi çağdaş medya aracılığıyla kadınların yeni özgürleşme kanallarına erişim sağlayabilmesi. Geleneksel yazılı basınla sağlanamayan diyalog, iletişim ve ulaşılabilir bir cemaat olgusu bu yeni kanallar ile mümkün kılınıyor.
Arap İnsani Kalkınma Raporlarının şiddetle eleştirdiği bir nokta ise, “yabancı güçlerin” Arap kadınları “kurtarma” çabası. Bu tür hareketler sonucu bazı Arapların tüm kadın hareketlerini dışarıdan müdahale olarak gördükleri söyleniyor. Çoğu Iraklı kadının ise ulusal egemenlik ve bağımsızlık meseleleriyle uğraşmaktan kaçındıkları için, Amerika tarafından kendileri adına kurulan organizasyonlarda yer almadıkları belirtiliyor. Buna karşın Batı’dan getirildiği şeklindeki söylemin aksine, Arap kadın hareketlerinin bölgede var olan kamu bilinci sayesinde oluştuğu ve Mısır’daki ilk kadın hereketlerinin 1880’lerde başladığı savunuluyor.
İsrail’de kadın olmak
Arap İnsanı Kalkınma Raporu’nda yer almayan ancak Ortadoğu kapsamında değerlendirilen diğer bir ülke ise İsrail. Kadın erkek eşitliğine dair yapılan sıralamalarda komşularına nazaran üst sıralarda yer alan İsrail de, kadınların güçlendirilmesi, her türlü ayrımcılık ve şiddetten korunması için gerekli düzenlemeleri gerçekleştiriyor. CEDAW doğrultusunda izlenen kalkınma politikası ile anayasal düzeyde ve iş, aile ve ceza hukukunda değişiklikler yapılıyor. 2006 raporlarına göre kadın okuryazarlık oranının yüzde 95.9 olduğu İsrail’de yerel meclis temsilcilerinin ancak yüzde 15’i, milletvekillerinin ise yüzde 17’si kadınlardan oluşuyor. Olumlu ayrımcılık adına yapılan çalışmalara rağmen İsrail’deki mevcut eşitsizliklerin ve cinsel şiddetin engellenmesinde ise henüz yeterince yol katedildiği söylenemez.
İsrail’in özellikle Yahudi vatandaşları bu koşullar altında değerlendirilebilirken, İsrailli Arapların ve Filistinlilerin maruz kaldığı çeşitli eşitsizlikler ayrı bir araştırma gerektiriyor. Arap belediyelerine devlet tarafından yapılan finansal desteğin Yahudi belediyelerine nazaran azlığı ve ülkenin genelinde rastlanan yapısal ayrımcılık Yahudi ve Arap kadınlar arasında farklılıklara sebep oluyor. Farkı kapatmaya ve durumu iyileştirmeye yönelik devlet programlarına rağmen Arap kadınlarının eşitlik savaşı Yahudi kadın hareketlerinden bu noktada ayrılıyor. 1996 yılında CEDAW için hazırlanan raporda ihmal edilmeleri üzerine karşı rapor hazırlayan Arap feministler, dahil oldukları toplumun maruz kaldığı ayrımcılık var olduğu sürece yaşadıkları cinsiyet eşitsizliğinin de tamamen çözülemeyecek bir sorun olduğunu belirtiyor.
İsrail ve Filistin Özerk Yönetimi altında yaşayan Filistinlilerin karşı karşıya olduğu sosyal ayrımcılık ve eşitsizlikler, bölgede artan militarizm ve yoksulluğun da etkisiyle kadınların güçlenmesi önünde büyük engel teşkil ediyor. Direnişle birlikte kadınların politik ve ekonomik hakları için yürütülen çalışmalar desteklenirken, mülkiyet hakkı ve aile için güç dağılımı konusunda bu destek radikal bir düşüşle karşılaşıyor. Kadın hareketleri; gündelik hayatın bir parçası olan çatışmalar, kaynak yetersizliği ve değişime karşı kültürel direnişler sebebiyle sekteye uğruyor. Filistinli kadınların yaşamı, istihdam, eğitim ve sağlık hizmetlerine kısıtlı ulaşımın da etkisiyle kısıtlanıyor. Şeriat kanunlarına göre düzenlenen evlilik, boşanma, veraset, vesayet gibi konularda ikincil konumda bulunan kadınlar, ayrımcı yasa ve pratikler sebebiyle aile işi şiddete maruz kalmaya devam ediyor.
Çift katmanlı dönüşüm
Kadın üzerine yapılan çalışmaların giderek arttığı günümüzde, bu alanda yapılan araştırmalar, ilgili hükümet ve sivil toplum örgütlerine hareket planı sunuyor. Yasal değişiklikler ise ancak düşünsel bir değişim ile desteklendiği zaman işe yarıyor. Bu çift katmanlı dönüşümün gerçekleşmesi için savaşan kadın hareketleri, Ortadoğu’da oldukça zorlu bir savaş veriyor. Her ne kadar Arap muhafazakar söylemi, Batı tarzı feminizmin bikinili mankenleri anneliğe yeğ tuttuğunu ve toplumun temel taşı olan aile kurumu yerine, yanlış yola sapmış bireylere vurgu yaptığını savunsa da, uluslararası araştırma ve desteğin de bu savaşta faydası olduğu söylenebilir. Yerel koşullara göre şekillenen feminist hareketler, bu şekilde, kadına karşı ayrımcılığı meşru gören hakim düzeni ve kafa yapısını değiştirmede başarılı olabilir.

Kaynaklar:
http://www.undp-pogar.org/countries/gender.asp?cid=14
http://www.rbas.undp.org/ahdr2005.shtml
http://www.unicef.org/turkey/cedaw/_gi18.html
http://content.undp.org/go/newsroom/december񮖦
http://gender.pogar.org/countries/gender.asp?cid=14
http://hdr.undp.org/hdr2006/statistics/countries
http://www.nif.org/content.cfm?cat_id=1520&currbody=1
http://www.un.org/womenwatch/daw/cedaw/
http://daccessdds.un.org/doc/UNDOC/GEN/N05
http://www.merip.org/mer/mer207/lisa207.htm
http://hrw.org/women/overview-mena.html