Diaspora Yahudileri

Sara YANAROCAKGeçtiğimiz hafta kutladığımız Purim Bayramı nedeniyle ara verdiğimiz Aşkenaz Yahudileri`nin Ortaçağ`daki yaşam biçimlerini inceleyen dizimize bu hafta kaldığımız yerden devam ediyoruz

Kavram
9 Ocak 2008 Çarşamba
Haçların Gölgesinde
Aşkenaz – 3

Ortaçağ’da yani 12. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar geçen dönemde Avrupa’da yaşayan Aşkenaz Yahudilerinin hayatı korkunç bir tablo çizer. Onbinlerce Yahudi yüzyıllar boyunca ölüme, tecavüze, tacize, aşağılanmalara, iftiralara ve hatta diri diri yakılmaya kadar her türlü kötülükle karşılaşmış ve hayatlarını kaybetmişlerdir. Bazıları ise sürgünlere gönderilmiş, büyük bir çoğunluğu ise çaresizlikten ve ızdıraptan intihar etmeyi yeğlemişlerdir. Her nereye göçüp yerleştilerse orada antisemitizm, fanatizm, din sömürüsü ve iftiralar ile kıyasıya mücadele içine girmişlerdir. Örneğin sürekli olarak “kan iftirası” olayı toplu katliamlara yüzyıllar boyunca neden olmuştur. Hıristiyan dünyasının yaydığı kan iftirasında Yahudilerin, hamursuz ekmeği Matsa’yı imal ederken, her yıl bir Hıristiyan çocuğu kaçırıp öldürdüklerini ve ondan akıttıkları kanı hamursuz ekmeğinin hamuruna kattıkları ve sonra pişirdiklerini iddia ederlerdi. Bu hurafe, amaca yönelik olduğundan, her yıl Pesah Bayramı sırasında o ülkelerde yaşayan Yahudi halka bir senaryo ile iftira edilir, sonucunda yüzlerce Yahudi kılıçtan geçirilirdi. Ayrıca Yahudiler’in kuyu sularını zehirledikleri ileri sürülür toplu katliamlar ve işkenceler gerçekleştirilirdi.
Onları toplumun diğer halkından ayırıp işaretleyebilmek için yakalarına özel birer rozet taktırırlardı.
Böylece onların aşağılık toplumun üyeleri olduğu açıkça ilan edilirdi.
Bu iftiralar hızla yayılırken her yerden kovulurlar, üstelik tüm malvarlıklarına da el konurdu.
Herşeye rağmen Aşkenaz Yahudileri tüm çektiklerine karşın yine de tamamen yok edilemediler ve hayatta kalmayı başardılar. Bunun nedenini herhangi bir ülkede kriz patladığı zaman, hemen ordan yeni bir ülkeye göç etmeleri ve pes etmeden mücadeleye devam etmeye borçluydular. Hatta bazen kovuldukları ülkelerin yöneticileri, piskoposları ve soyluları mantıklarını kullanıp onları geri almaya da çalışırlardı, çünkü yokluklarında o ülkenin ekonomisi güç kaybına uğruyordu. Onları geri kazanıp belalardan korunmaya bile gayret ettikleri zamanlar olurdu. Yahudilerin bunca kötülüğe rağmen ayakta kalmalarına neden olan en önemli unsur dinlerine ve Tanrı’ya olan inançları ve bükülmez imanlarıydı. Onların imkanı yok kırılmayan bir manevi dünyaları vardı. Kilisenin gözünü kapatmak için din değiştirir gibi görünüp, vaftiz oluyorlar, onları Hıristiyan zannedenlerin yanısıra kendileri Yahudi dininin gerektiği biçimde yaşıyorlardı. Ama bunu aleni değil saklı olarak yapıyorlardı. Bu bir süre onların hayatta kalma nedeni haline gelmişti.
Fakat her ne kadar bu yolu seçenler çoğunlukta olmuşsa da dinleri için işkence çeken, canveren ve Kiduş Aşem denen Şehitlik mertebesine ulaşmayı seçenler de az değildi.
Kiduş a-şem kelimesi Tanrı’nın adını kutsama şeklinde bir anlam taşıyordu. M.Ö. ve M.S. ilk yüzyıllarda İsrael topraklarında çokça yaşanan Kiduş a-şem olayları, Ortaçağ’da yeniden gündeme oturmuştu.
Dininden, geleneklerinden ve yaşayışlarından ayrılmak istemeyenlerin ölümü seçmelerine Kiduş a-şem denirken, din değiştirmeyi kabul eden görünürde de olsa Hıristyan gibi yaşamaya da “Hilul a-şem” adı veriliyordu. “Tanrı’nın adını yıkmak” anlamına geliyordu.
Ortaçağ’da Kiduş a-şem resmen şehit olmayı seçme anlamına geliyordu.
16. yüzyılın gelmesiyle birlikte Almanya’da yeni bir dinsel hareket başlatıldı. Bu hareketin tarihteki adı “Reform”dur. Bu hareketle birlikte Batı dünyası iki kutba ayrıldı: Bunlar Protestan ve Katolik kutuplarıydı. Yüzyıllar boyunca katolikler tarafından itilip kakılan Yahudiler için Protestan mezhebinin doğuşu, bir umut ışığını doğmasına neden oldu. O bölgelerde yaşayan Yahudiler hoşgörü ve barış ortamında yaşayabileceklerinin hayalini kurmaya başladılar.
Reform hareketini başlatıp Protestan mezhebini kuran liderin, adı Martin Luther’di (1483񮏚). Martin Luther ve önde gelen kilise yandaşları önceleri Yahudilere karşı çok sempatik davrandılar. Eski Ahit (Tevrat) kitabını yeniden dikkate aldılar. Onun yenilenmesine, hahamların din dersi vermesine izin verdiler. Hatta bu din adamlarından İbranice dersi almaya başladılar. Luther’in kendisi şahsen Tevrat kitabını Almanca’ya tercüme etti. Protestan olan Moravya’daki Anabaptistler ve bazı Sabbatarian mezhebine bağlı kişiler Yahudi dininin kaidelerini ve yaşama şeklini kendi hayatlarında uygulamaya başladılar.
Luther, madem Hıristiyanlar onlara hala köpek muamelesi yapıyor, o halde Yahudiler neden din değiştirsin? diye bir soruyu ortaya attığında Luther’in aslında gönlünde yatan gizli bir isteği ve emeli vardı. Bu emel Yahudilerin, Katoliklerden yüzyıllarca gördükleri işkencelerden sonra, onlara insanca davranan Protestanlara kendi gönülleriyle katılmalarını sağlamaktı. Bu düşüncesinin pratikte uygulanmadığını görünce korkunç bir hayal kırıklığına uğradı, ömrünün son yıllarında tamamen bir Yahudi düşmanı haline gelerek onlara kötülük etmeye başladı.
1543’de kaleme aldığı “Yahudiler ve yalanları” adlı tezinde kan iftirasını, kuyu sularının zehirlenmesi olaylarının doğru olduğunu ve bu yüzden de sinagogların ve Yahudi okullarının yıkılıp yakılması, kutsal kitaplarına el konması onların elinde tek bir kitabın bile bırakılmaması meslekleri olan para alım satımının yasak edilmesi gerektiğini şiddetle ve nefretle savundu.
Bu yönergelerin doğrultusunda Almanya’nın protestan olan iki eyaletinde Saxony ve Hesse’de Yahudiler kısa bir dönem içinde bu topraklardan beşparasız bir biçimde kovuldular.
Yine o dönemlerde Yahudilere iyi davranan bir Hıristiyan din adamı olan Johannes Reuchlin vardı. Reuchlin gerçek bir din adamının asaleti ve olgunluğu ile Yahudilere her zaman olumlu yaklaşıyordu. Önemli bir hatip ve din bilgini olan bu adam İbarince’yi çok iyi derecede öğrenerek 1506’da bir Hıristiyan din kitabını İbraniceye tercüme ettirip yayınlatmıştı.
Reuchlin aynı zamanda Yahudi mistizimini içeren Kabala kitabını çalışmış, Rashi ve diğer Yahudi din bilginlerinin responsalarını (dini yorumlar) inceleyip öğrenmişti.
1510 yılında İmparator Maximilian ani bir kararla Talmud kitabının incelenmesini ve okunmasını yasakladığı zaman, bunun tersini krala karşı savunmaya tek cesaret eden kişi yine Reuchlin olmuştu.
Önemli bir akademisyen olan Reuchlin kralın huzuruna çıkarak Yahudileri korumuş, kitaplarının dürüst olduğunu ve bu tür kötü iftiraların asılsız olduğunu defalarca ona izah etmeye çalışmıştı. Zamanla Reuchlin’in kendisi Yahudi dostu ilan edilmiş, saldırılara ve aşagılamalara maruz kalmıştı.
Protestanların yükseliş dönemlerinde Yahudiler ümit ettikleri insanca yaşama hayallerinin boşa çıktığını gördüler. Hatta bazı bölgelerde daha fazla acı çektiler. Zaman içinde Yahudilerin Protestanlara ve Reform hareketine daha sıcak davrandıklarını hatırlayan Katolikler yeniden eski kötülüklerini aratacak davranışlara başladılar.
Katolik Vatikan’daki papalar o sırada başlayan Rönesans döneminde de antisemit hareketlere son hızla geri dönülmesi için yeşil ışık yaktılar.
17. yüzyıldan itibaren Yahudiler iki protestan Avrupa ülkesinde huzur buldular; Hollanda ve İngiletere. Bu ülkelerde rahatça yaşarken ticaret yapabildiler, normal vatandaş haklarına kavuştular ve refah içinde yaşayabildiler. Kraliyet idaresi ile yakın ilişkiler kurdular. 17. yüzyıla kadar geçen dönemlerde İspanya’daki Sefarad Yahudileri de ülkelerinden kovulmuşlar ve yeni ülkelerde yeniden hayata başlamaya gayret gösteriyorlardı.
devam edecek....