Geçmiş zaman olur ki...Çocukluğumun “Purim” leri..

Coya DELEVİ1938 yılının Mart ayı... Ancak 4-5 yaşlarındaydım ve o günü daima çok net olarak anımsadım. “Kal de Los Frankos” da, Laleli Çeşme sokağında, bir kaç katlı, ahşap bir evde otururduk. Ebeveynimle, Çorlu`dan göç ettikten sonra, yerleştiğimiz ilk evdi ve orada o Mart günü, olağanüstü bir telaş vard

Kavram
9 Ocak 2008 Çarşamba
O gün, bir süre sonra bana, artık  abla olduğumu  söylediler... Evde, ortanca kardeşimin doğumu gerçekleşmişti. Onca telaş ve koşturmanın nedeni de buydu. Tabii, benim tam olarak bunu algılamam biraz zamanımı aldı!!.. Benim için artık “Purim”, kardeşimin doğumuyle eş anlamlıydı ve de şekerlemelerle!!..Yıllar boyu, her “Purim”, inatla, ısrarla, onu kutladım. Oysa ben, Yahudi dini bayramlarının, her yıl aynı tarihlere denk düşmediğini biliyordum. En sonuda kardeşim, daha fazla dayanamayıp, doğum tarihinin 5 Mart oduğunu açıkladı ve inadımdan vazgeçtim!...
  1940, ya da 41’de, (tam olarak bilemiyorum) Galata’da, oldukça büyük bir apartımana taşındık. Bir süre sonra, babamın Çorlu’da kalmış olan diğer aile efradı, temelli Istanbul’a, göç ettiler. Geçici olmak kaydıyla bizim eve geldiler. Ama, zor yıllarımızın başlaması, yani savaşın getirdiği yokluklar, babamın İhtiyat Seferberliğine (20 sınıflar) çağrılması, ve Varlık Vergisi fırtınası bu beraberliğimizi uzattı...Aslında, o zor günlerde bir arada olmak bir tür güven veriyordu bize...
Ben, o seneler zarfında, babaannemden, ve özellikle dedemden çok şeyler öğrendim. Hatta, Judeo-Espanyol bilgimin temelini oluşturdular diyebilirim. Dedem bana dinimizin kavramlarını aşıladı. Babamın yokluğunda, bekar amcam ve dedem bize destek oldu. 8Nj yaşlarında bir çocuktum ama o yıllar bende çok derin izler bıraktı, özellikle 1942...
O yıllarda, dedemi hep kalın siyah ciltli kitaplar okurken hatırlarım. Hoş, onu, sonraları da sürekli bunları okurken görürdüm. Zamanla bunların, Raşi harflerle yazılmış Me’Am Loez olduklarını öğrendim. Dedem bana Avraam Avinu, Yosef Ha-Tsadik ve Ester’in öykülerini anlatırdı. Hele bu sonuncusunu öyle çok severdim ki, hep tekrar, tekrar anlatmasını rica ederdim. Ve sanırım, zaten benim için çok ilginç anılar taşıyan “Purim”, bir de bu öykü dolayısıyla da, en çok sevdiğim bayram olmuştur.
Dedemin, yıl boyunca bir dolapta korunan,“Ester Megilası”vardı. Kutsal rulo aslında, karton kutusunda dururdu, ama babaannem kutuyu çok güzel atlas bir işlemeyle örterdi. Bu örtü altın yaldızlı Osmanlı nakışları ile bezenmiş harika bir eser... Evet, eserdi demiyorum, çünkü bu örtü, halen bende. Sanırım bu, annemin çeyizinin bir parçasıydı, ve onun ölümünden sonra babam onu bana verdi. Antika değeri yanında, benim için manevi değeri daha yüksek. Onların anısına, her 14 Adar’da onu çıkarıp, sehpaya sererim...
“ Megila”dan ayrı, tabii ki “Purim”in çağrıştığı çok çeşitli semboller, kavramlar var. Oruç, rengarenk şekerlemeler, tatlılar, Purim platikosları ve diğerleri... Evde, olanak nispetinde, bir şeyler hazırlanır, küçükler sevindirilirdi. Babaannem, “masapan” bile yapardı. Ona, “almendrada” derdi.(badem ezmesi) Purim harçlığı alabilmek için, nasıl da el öpme kuyruğuna girerdik!! O harçlık ta öyle, ahım, şahım bir şey değildi ama, biz çocuklar için önemliydi. Evde atıştırdığımız bunca tatlı yetmezmiş gibi gider Kula”daki Şekerci Belifante’den kırmızı-beyaz “mavlaça”lar alırdık.
Purim’in bende bıraktığı diğer belirgin kavram, sanırım ara sıra tatlı polemiklere neden olan ”Taanit”ti, yani oruç...Kendimi bildim, bileli, annem, 13 Adar’da oruç tutardı. Nedense, komşular, adının Ester olmadığı halde niye oruç tuttuğunu sorarlardı hep. Sonunda, ben dayanamayıp, bu soruların nedenini öğrenmek istedim. Merakımı farkeden annem izah etti:” Çok kişi Purim orucunun yalnızca, Mordehay ve Ester’lere özgün olduğu inancını taşır. Aslında öyle bir şey yok. Toplumumuzun büyük bir kısmı bu orucu benimsemiştir.” Ve, sevgili okurlar, o yıl ben de Purim orucuna başladım. Sanırım 11ᆠ yaşlarındaydım.
Annem orucunu tutadursun, Kuledibi’ndeki fırından  mayalı francola hamuru ( ya da buna benzer bir hamur) aldırır, ve spesyal Purim “biskoçoları” hazırlardı. Bunlar, ertesi gün el öpmeye gelecek olan küçükler içindi. Saç örgüsü şeklindeki çörekler kızlara, diğerleri yani “folar”lar da erkek çocuklar içindi...Purim sabahı, komşularımızın çocukları, torunları bizim ilk konuklarımız olurdu. El öpmeye gelen çocuklar arasında kapıcımız Hüseyin Efendi’ninkiler de vardı. Eh!, bu çok doğaldı. Sonuçta, onlar bir gün önce, bu biskoçoları fırına götürüp, getiren kahramanlardı!...
Annem, bayramda çok sevdiğimiz ayva peltesi yapardı. Bizler ona “halva de bimbriyo” adını koymuştuk. Annemse, “bimbriyada” derdi. Nefis bir şeydi. Bir de, doğal bir ayve jölesi olan “loap” da vardı. Sanırım bugünkü gençler bunu pek bilmezler. Her yıl annem, bunları değişik, akla hayale gelmez yerlere gizlerdi, bayrama kadar... Gene de, babamla biz çocuklar, Purim’den önce, bir yolunu bulup yarılamış olurduk ayva şekerlemelerini!..
Bayram arifesi, akşam üstü, babam bizi Büyük Hendek (Neve Şalom’un bulunduğu sokak) köşesindeki “Müsyü Marko el Şekerci”ye götürür, çeşitli, rengarenk şekerlemeler alırdık. Bay Marko’nun Aliya yapmasıyla, o dükkanı Bay Nesim Bahar devraldı. Kendisi, Mahazeke Tora’nın ve Yazıcı Sokaktaki “alliansa”, yani 1. Karma’nın (elan Barın Yurt) İbrani’ce hocasıydı.
Ve, ünlü, “ Purim platikos”ları. Annem, onların uzmanıydı diyebilirim. Ne var ki o, bizdeki deyimin aksine, (yani bayramdan sonra platikosların önemini yitirmesi gibi), yalnız Purim’de değil, yıl boyunca bu geleneği sürdürür, çeşitli platikoslar ikram ederdi. Evimize ilk kez gelen her yeni geline, yeni doğan bebeğe, kesinlikle, uygun bir “plato” verirdi. Bu, dantel işlemeli bir mendil içinde sunulan şekerlerin arasında, bazen küçük altın bir “Şaday”, bir “dukadiko”ya da çeyrek altın bulunurdu.
Bu, annemin, kendi annesinden de gördüğü bir gelenekti, bilemiyorum. Dünyanın dört bir tarafına dağılmış Yahudi Cemaatlerinin değişik örf, adet ve gelenekleri olduğu bir gerçek. Gene de, benzerlik gösteren, ortak geleneklerimizin ve inançlarımızın varlığı da tartışılmaz...”Purim”, “Pesah Seder”i, “Yom Kipur”gibi...
Bu yazımda, ben genellikle, güzel günlerimi anmaya çalıştım. Ama, hep böyle olmadı. Özellikle 1941ᆾ, yılları çocukluğumun en mutsuz dönemiydi. Avrupa’yı kasıp, kavuran savaş sınırlarımıza dayanmış, sıkıntı, yokluk günlerimiz başlamıştı. Babam evden uzakta, askerdi. O yıllar, ne annem “bimbriyada”sını, ne de babaannem, “almendrada”sını yapabildiler. Şekerimiz yoktu, herşey karneye bağlanmıştı...
1956 “Purim”i burada, ailemle kutladığımız son “Purim”oldu. Aynı yıl onlar “Aliya” yaptılar. Böylece, yaşantımda bir dönem kapandı. Ama en azından belleğimde, çocukluğumun güzel anılarını yaşayabiliyorum. Bazı gerçekleri de kabullenmek zorundayım: o anlattığım “Purim”leri göremiyorum şimdilerde... Ben de hatalı olabilirim, annemin geleneğini tam olarak sürdüremedim. Bunda değişen yaşam koşullarının, komşuluk ilişkilerinin, kısaca, etrafın da payı var sanıyorum. Çocukluğumun bayramları... ne günlerdi onlar! Tıpkı şarkıdaki gibi “Those were the days” evet “Hey gidi günler hey!!”