Pazar keyfi, kiş güneşi: Bebek Koru Kahvesi

Aylin YENGİNEn büyük zevklerimden biri Pazar günleri güneşli havada deniz kıyısında yürüyüş yapmaktır. Tam yedi gün boyunca beni idare edebilecek kadar oksijeni ciğerlerime çekmeye çalışırken, bir yandan da müzik yerine denizin sesini dinlerim.

Toplum
9 Ocak 2008 Çarşamba
Her hafta, düzenli olarak gelen ve oltalarını denize sarkıtmış balıkçıların arasından “delinmeden” geçmeye çalışan insanları gördükçe, bu yürüyüşlerin tek gediklisinin ben olmadığımı anlarım. Yürüyüşseverlerin spor sonrası azıcık dinlenmeye, içlerini ısıtmaya ve tabii harcadıkları kalorileri geri almaya ihtiyaçları oluyor. Bunun için de en gözde adreslerinden biri, 1997’den bu yana kalitesinden ve servisinden kesinlikle ödün vermemiş olan Bebek Koru Kahvesi.
Kahve – daha doğrusu café/restaurant – bir köşe binanın giriş katında. İç mekân; kütüphanesi, eski tabloları ve berjer koltuklarıyla sıcacık bir ev ortamı, ancak benim gibi dondurucu havalarda bile kış güneşini yeğleyenler için muhteşem bir terası da var. Duvar kenarlarına monte edilmiş elektrikli ısıtıcılar ve her sandalyenin arkasına atılmış şallar ise güneşe rağmen üşüyenler için ideal… Terasın dekorasyonu gayet sade; bol yastıklı beyaz kanepeler, tahta iskemleler ve taze çiçekli vazolarla süslenmiş kare masalar... Her masada kâğıt Amerikan servisleri var, üzerlerinde Yahya Kemal Beyatlı’nın Bebek ile ilgili dizeleri ve semtin 19. yüzyıl başlarında çekilmiş nostaljik bir manzara fotoğrafı… Bu arada semt ismini Fatih Sultan Mehmet’in “bebek” lakaplı bölükbaşısından almış, biliyor muydunuz?
Bebek Koru Kahvesi aslında üç öğün servis veren bir mekân ama müşterileri buraya daha çok kahvaltı – yoksa brunch mı desek? – için gelmeyi tercih ediyorlar. Mönüyü açar açmaz 2 farklı kahvaltı seçeneği olduğunu görüyorsunuz, Türk Kahvaltı Tabağı (30 YTL), Açık Büfe Kahvaltı (45 YTL). Hafta sonları açık büfe kurulduğu için, kahvaltı tek çeşide iniyor. Büfe içeride kuruluyor, alan biraz dar, ama işletmecileri tebrik etmek gerekir, bu kadar kısıtlı bir alana bunca çeşidi sığdırabilmek gerçekten büyük başarı.
Aklınıza gelebilecek tüm peynirler (taze ve eski kaşar, tulum, hellim, dil, beyaz peynir, sarımsaklı…), zeytinler, yumurta çeşitleri, börekler, somon füme, kişler, ev reçelleri, bal, kaymak, meyve suları ve tabii her türlü ekmek çeşidi (cevizli, zeytinli, kruvasan, kepekli, çavdarlı, simit). Ne yalan söyleyeyim, istisnasız her şeyden denedik. Hepsi de taptaze ve çok lezzetliydi. Kahvaltı ile birlikte sürekli olarak tazelenen, ince belli bardaklarda servis edilen demli ve harmanlanmış, mis kokulu çaylarımızı keyifle içtik. Servis kusursuz. Garsonlar sürekli olarak ellerinde sıcak termoslarla hızla boşalan bardaklarınızı doldurmak için yarış eder gibiydiler.
Açık Büfe kahvaltı istemeyenler için de farklı seçenekler var. Örneğin omletler (15 YTL), sandviçler (fiyatları 12 ile 16 YTL arasında değişiyor), her café’de rastlayabileceğiniz türden klasik tatlılar: brownie, elmalı tart, cheese cake vs. (fiyatları 11 YTL civarında) ve tabii kahve çeşitleri.
Böylesine mükellef bir kahvaltıdan sonra sade bir Türk Kahvesi iyi giderdi. Kahvelerimizi yudumlarken gözüm masanın üzerindeki Amerikan servisini süsleyen Yahya Kemal’in dizelerine takıldı: Bir taze bahar alemi seyretti felekte, Mevsim mütehayyil, vakit akşamdı Bebek’te… Gerçi daha akşam olmamıştı ama hava yavaş yavaş serinlemeye başlamıştı. Şallarımızı masaya bırakıp, aldığımız kalorileri yakabilmek umuduyla yürüyüşümüze kaldığımız yerden devam ettik. Yeni bir haftaya hazırdık artık!