Evvel zaman içinde...

Çeviri ve Uyarlama: COYA DELEVİ“Şabat” GüneşiBu öykümüz yıllar önce, çok, çok uzak bir ülkede geçiyor. Yani, neresi olduğunu, tam olarak bilen de yok...Ama, soğuk, senenin büyük bölümünde, karlarla kaplı bir ülke...Aslına bakarsanız, Kutsal Mabet`in yıkılmasından sonra, Yahudilerin gitmediği, göç etmediği ç

Kavram
9 Ocak 2008 Çarşamba
Orada yaşayan Yahudiler, özellikle de Abba Taşna, oldukça yoksulmuşlar. Abba çok dindar, “TORA”nın yasalarına saygılı ve günde dört kez, ibadetini yapan biriymiş. Tabii yüzü Yeruşalayim’e doğru dönük olarak.Hem dua eder, hem ağlarmış. Niye? diye soracaksınız. O, çok duygusalmış, ve atalarının ülkesini her düşündüğünde, içini bir nostalji kaplarmış. Evet, Abba Taşna, Kenaan ülkesi ve oranın insanları için yüreğinde sonsuz bir sevgi beslermiş. Dediğim gibi, o çok duygusalmış, ama, ne yazık ki hiç parası yokmuş.
Yalnızca paradan mı yoksunmuş?...Ne gezer!...Onun ısınacak birkaç odunu, ya da kuru dalı bile yokmuş...İnadına da ülkesi buz gibi soğukmuş. Küçücük, damı sazlarla örtülü, uzaktaki külübelerinde, eşi ve dört çocuğu onu beklermiş, “Şabat”tan önce ateşi yakabilmek için...Ve, Abba, birkaç kuru dal toplayabilmek umuduyla, köyünden oldukça uzaklaşmıştı. Öyle uzak ki, ufuk ve orman birbirine karışmış, zaman kavramı bile yok olmuştu.
Dondurucu bir kış varmış o yıl...Kuşlar bile, donup, dallardan yuvarlanıyor, hiç kimse köyünden, azıcık ta olsa, uzaklaşma cesaretini gösteremiyordu. Nasıl uzaklaşsınlar ki? Sağda, solda, aç kurtlardan söz ediliyor, hatta, kasabın oğlu, kocaman bir ayı gördüğünü de iddia ediyormuş. Laf aramızda, kolayca yalanlar kıvırdığını bildiklerinden, ona pek inanmıyorlarmış. Bana sorarsanız,  korkularından, kasabın oğluna inanmamayı daha uygun buluyorlarmış...Eh! onlara da hak vermek gerek!...
Her neyse, bizim Abba, o gün köyünden bir hayli uzaklaşmış, binbir güçlükle bir kaç kuru dal toplamayı başarmıştı. Onları kocaman bir deste yapıp bağladıktan sonra, sırtına yüklemiş, ve yola koyulmuş. Tümüyle donmuş olan göl, en kestirme yolmuş, ama, o kadar beyazmış ki, onu, karlarla kaplı kıyıdan dahi ayırt etmek olanaksızmış.
Zavallı Abba, sırtındaki ağır yükle, zorlukla ilerliyor, acele de ediyormuş. Nasıl etmesin ki? Kesinlikle, “Şabat” olmadan evine varması gerekiyormuş. Bilirsiniz, “Şabat” akşamı ve ertesi günü kutsaldır. Ve, Tanrı’nın ulusuna verdiği emirlerden biri de, bunun daima hatırlanması, kutsallığın korunması ve dua edilmesidir.
Abba, ilerlemekte , daha çok zorlanıyor, gittikçe kuvvetlenen tipi,onun bir adım ötesini görmesini engelliyormuş. Ve...olanlar olmuş, ayağı bir nesneye takılınca, sırtındaki yükle birlikte yere yuvarlanmış...Abba’nın ayağının takıldığı neymiş? Biliyormusunuz? İnanmıyacaksınız, ama, gerçek: o, gür, bembeyaz saçlı, çok yaşlı,( bin yaşında bile diyebilirdiniz!) biriymiş...Üstelik, adamcağızın giysileri yırtık, pırtık, ayakları da çıplakmış.
Bu ıssız beyazlıkta, bu dondurucu soğukta, böylesine yaşlı birinin ne işi olabilirdi? Çıplak ayaklarıyla, buz tutmuş gölün ortasına, nasıl gelebilmişti? Abba Taşna bunları kendi,kendine sorup duruyormuş. Yaşlı adam onun düşüncelerini okumuşçasına, konuşmaya başlamış: “Beni gölün öteki kıyısına, ormana götür. Orada kızım beni bekliyor.”demiş.
“Yapamam aziz ihtiyar. Seni taşıyabilmem için, şu dalları burada bırakmam gerek. Oysa, ailem, çocuklarım, ısınmak için bu odunları bekliyor. “Şabat” saati yaklaşıyor, o beklemez. Birazdan gün kararacak. Atalarımın dini, güneş battıktan sonra çalışmamı yasaklıyor,”diye cevap vermiş Abba...
“O halde, ben öleceğim,” diye söylenmiş yaşlı adam. “Bak! yeniden kar yağmaya başladı. Birazdan, beni tümüyle örtecek...”
Abba Taşna’nın yüreği merhametle, şefkatle dolmuş. Zaten, onun, tüm insanlara karşı, sonsuz sevgisi olduğunu belirtmiştim. Daha fazla düşünmeden, odunları oracıkta bırakıp, ihtiyarı sırtlamış, ve koşar adımlarla gölün karşı kıyısına ulaşmış. Orası, zavallı Abba’nın evinin yolunun tam ters yönüymüş, ne yazık ki!...O kadar hızlı yürümüş ki, sırtındaki yükün ağırlığını bile farketmemiş...
Yaşlı adam:”Şabat Şalom, kutsal günün barışı üstünde olsun oğlum..” diyerek dilekte bulunarak teşekkür etmiş, uzaklaşmış. Aslında, uzaklaşmış demek pek doğru değil, adeta anında gözden kaybolmuş...Abba geri dönmeye çalışmış. Etraftaki her şey bembeyazmış. Adamcağız gerçekle, hayali ayırdedemiyecek kadar yorgunmuş. Üstelik, Şabat’tan önce evine varamama endişesiyle de tedirginmiş. Ve de ağlamaya başlamış çaresizlikle...
O anda, her zaman inandığı, güvendiği Tanrı’ya yalvarmış, bir ricada bulunmuş. Ama,  gerçekten inanılmaz bir dilekmiş bu...”Yüce Elohim, atalarımın güçlü Tanrı’sı, akşam olmasını engelle. Ben, Abba Taşna, senin sadık mümünin, senden zamanı durdurmanı rica ediyorum...”
Ve...Tanrı, Abba Taşna için zamanı durdurmuş.Evet, emin olun ki, dünyada, temiz bir yürek ve içten bir duadan daha ulu hiç bir şey yok...Tanrı, batmakta olan güneşi de durdurmuş ve “Şabat”ı bir süre ertelemiş. Köyde, mumları yakmakta olan ev hanımları, açılmış olan dua kitapları, her şey, eski durumuna dönmüş. Sinagogta Rabino, saatine bakmış, hayretle durmuş olduğunu görmüş. Aslında, yalnız onunki değil, tüm cemaatin saatleri durmuş...Oldukça merak eden Rabino’nun, neler olup, bittiğini öğrenmesi için yolladığı yardımcısı telaşla dönmüş, ve şöyle demiş:
“Rabbi, batmakta olan güneş yeniden doğdu!!” Bu, bir mucizemiydi diye düşünmüş herkes. Bazan, öyle şeyler olur ki, biz insanlar için açıklamak olanaksız. “Şabat”ı niye ertelediğini, Ulu Tanrı, ancak kendi bilebilir...

Kaynak:  Contes Juifs
Noémi Sinclair-Kharbine