BMWnin Formula 1de belli bir tecrübeye sahip Sauber ile anlaşması, sezona alışma sürecinin biraz daha hızlı atlatılabileceği anlamına geliyordu aslında. Nitekim sezon sonundaki görüntüye bakıldığında BMWnin sezonu Williamsın 25 puan önünde 5. sırada bitirmiş olması takımın sezona çabuk ısındığını gösterir gibi. 36 puan ve 2 tane podyum başarısının daha takım olarak yeni çalışmaya başlamış bir ekip için oldukça güç bir iş olduğunu kabul etmek lazım. Bunun yanında Jacques Villeneuve gibi zor bir pilotla çalışıyor olmak da cabası. Sonuçta ne olursa olsun dünya şampiyonu bir pilotu memnun etmek, hele bir de eski performansından uzak ise ona güvenildiğini hissettirmek giderek zorlaşır. Villeneuveün yüksek ücretlerle çalışmasının da artık takıma yük olmaya başladığı kesin. Yine de pistte şampiyon unvanı bulunan 3 pilottan biri olması Villeneuveün takımda kendine yer bulmasını sağladı. Fakat çıktığı 12 yarıştan sekizinde finish görebilmesi ve bitirdiği sekiz yarışta sadece 7 puan toplayabilmiş olması Jacquesin şansını kaybetmesine yol açtı. Kendisinden koltuğu kapan Kubicanın çıktığı yarışlarda gösterdiği performans, aracın herhangi bir problemi olmadığını kanıtlar nitelikteydi.
Nick Heidfeld ise her zamanki mütevazı kişiliği çerçevesinde bir sezon geçirdi denebilir. Aslına bakılırsa Sauber Petronasta yarışmaya, daha doğrusu kendini göstermeye başladığından beri hiç değişmediğini, hala bir kapalı kutu olduğunu söylemek lazım. Sezon biter; kimse farkına varmaz ama Nick aslında podyumda kendini göstermiştir. Bu sezon da aslında aynı şeyi yaşadığımızı söyleyebiliriz. Toplamda aldığı 23 puanla sezonu dokuzuncu bitirirken Nick, yine kendini podyuma atmayı başardı. Benim için sezonun en heyecanlı yarışı olan, yağmur yüzünden Schumi, Alonso ve Kiminin yarış dışı kaldığı Macaristan Grand Prixinde üçüncü olarak podyuma çıkmayı başardı. Fakat bu sefer de bu zaferi yarışın heyecanının gölgesinde kaldı. Yinede Heidfeldin başarılı bir sezon geçirmediğini söylemek tam anlamıyla doğru sayılmaz. Dünya şampiyonu bir pilotun takım arkadaşı olma psikolojisine kapılmadan elinden geleni yaptığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
BMW Sauberin, daha doğrusu patron Mario Theissenin Formula 1e en büyük katkısı kuşkusuz yeteneklerini keşfettiği genç pilotlar olmuştur. Bunların başında da daha sadece 6 yarış sonunda , Formula 1 sevenlerin hayranlığını kazanan Robert Kubica geliyor. Böyle bir hayranlık uyandırmasının en büyük sebebi elbette daha henüz üçüncü yarışında podyuma 3. sırada çıkmış olması. Bu olayı ilk defa duyanın şans yorumu yapması pek de mantıksız sayılmaz lakin İtalyada Fisichella, Button, Trulli, Massa ve hatta yarış dışı kalan Alonso gibi pilotların önünde yarışı üçüncü sırada bitirmek için insanın şanstan biraz daha fazlasına sahip olması gerekiyor. Aslında Kubica bunu çıktığı ilk Formula 3 serisi yarışında da birinci olarak yapmış. Sonuçta Kubica 6 yarışa çıktı ve bir üçüncülükle toplam 6 puan aldı. Ayrıca iki kere de dokuzuncu olarak puana çok yaklaştı. İleride bu durumun havasına kapılıp savrulur mu yoksa azimle şampiyonluktan şampiyonluğa mı koşar bilinmez fakat Kubica henüz 21 yaşında ve dünyaya çok yetenekli olduğunu kanıtladı bile.
Theissen, Kubica dışında takımın üçüncü pilotu Sebastian Vettelin de bulunmasında etkili rol oynamış. Kendisi 19 yaşıyla Formula 1in en genç pilotu durumundayken BMW 18 yaşında Marco Holzer adında bir pilotu da testlere katmış. F1in en heyecanlı şeyi bu olsa gerek, genç pilotların fütursuzca, şampiyon dinlemeden yeteneklerini sergileyebildiğini görmek. Formula 1in sadece efsanelerden oluşmadığını; bunlar gibi gençlerin olgunlaşmasını, şampiyonluklara hatta rekorlara koşmalarını izlerken, aslında efsaneleri izlemek kadar keyif aldığımızı bazen unutuyoruz maalesef.