1990 yılında biten iç savaş sonrası yeni toparlanmaya başlayan Lübnan, Temmuz ayında topraklarında başlayan İsrail- Hizbullah çatışması ile kendini tekrar bir savaş içinde buldu. Lübnan ordusunun katılmadığı çatışmalarda İran kökenli Şii Hizbullah varlık hakkını tanımadığı İsrail ile Kuzey İsrail ve Lübnanda çarpıştı. Lübnan bu bir ay süren çatışma sonucunda büyük kayıplar verdi. Lübnan üzerinde oynanan güç savaşlarında İran kökenli Hizbullahtan sonra Suriyeyi de incelemek gerekir.
1516 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedilen Lübnan, I. Dünya Savaşı sırasında Fransa tarafından işgal edilene kadar 400 yıl süre ile Osmanlı idaresinde kaldı. Lübnan, Hıristiyan nüfusun yoğun olarak yaşadığı bir bölge idi. Fransa 1 Eylül 1926 yılında Lübnan Cumhuriyetini kurdu. Lübnan Suriyeden ayrı bir devlet tanımını kazandıysa bile Fransanın Suriye Mandası tarafından yönetilmeye devam etti. Lübnan ve Suriye gerçek bağımsızlıklarını II. Dünya Savaşının sürdüğü 1943 yılında Nazi Almanyasının Fransayı işgal etmesi ile elde ettiler. Lübnan barındırdığı etnik nüfus yoğunluğuna göre yazılı olmayan 1943 yılı Ulusal Anlaşması yaparak Cumhurbaşkanının Hıristiyan, Başbakanın ise Müslüman halktan seçilmesine karar verdi.
14 Şubat 2005 tarihinde arabasının bombalanması sonucunda hayatını kaybeden Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri ile Lübnan ve ana şüpheli Suriyede yeni bir dönem başladı. Lübnanı kendi eyaleti olarak gören ve geçen seneye kadar bulundurduğu 14 bin askeri ile ülkenin içişlerine karışma hakkını kendinde gören, yani otuz yıla yakın süredir gizliden Lübnanı yöneten Suriye için sonuçları büyük bir hayal kırıklığı olan bu suikast, Lübnan için bağımsızlığını kazanabilme şansı yarattı.
1975 yılları arasında süren Lübnan iç savaşı sonrasındaki dönemde başbakanlık yapan ve ekim 2004te bu görevinden ayrılan Refik Baha Edine Hariri, 1944 yılında Lübnanın Sidon şehrinde yoksul Sünni bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Mali yetersizlikler sebebi ile Suudi Arabistana göç etti ve bir inşaat firmasında önce denetçi oldu sonra kendi inşaat şirketini kurdu. Kraliyet ailesinin güvenini kazanıp 1978te Suudi vatandaşlığına kabul edildiğinde Arap dünyasının en büyük inşaat imparatorluğuna sahip olmuştu. Hariri mal varlığı ile 2003te Forbes Dergisinin dünyanın en zengin 100 kişisi listesine girdi. İç savaş sonrası Hariri ülkenin tekrar inşasında aktif rol oynadı. Hariri ilk olarak 1992de başbakanlığa seçildi ve 2003 Ekiminde ayrılmasına kadar 12 yıl boyunca ülkeyi yönetti. Başkanlığı sırasında kendi gibi Sünnilerin yanı sıra Maruni, Dürzi, ve Şiilerin de desteğini aldı. Kurduğu Hariri Vakfı ile eğitime destek oldu.
Sonradan Suudi kralı olan Fahd ile olan yakın dostluğu ona iş dünyasının kapılarını açmak dışında, Lübnan özel hükümet temsilcisi olarak birçok uluslararası konferansta kralı temsil etmesini sağladı. 1980lerde Hariri, militan gruplar ve Lübnan - Suriye arasında arabuluculuk görevini üstlendi. Ayrıca 1989da Taif Anlaşması ile sonuçlanan ulusal uzlaşma konferansında önemli rol oynadı.
Bombalama sonrası suikast ile ilgili herkesin hemfikir olduğu konu saldırının güçlü bir istihbarat sonucu planlandığıydı. Patlamanın gücü, dakikliği ve kurbana yaşama şansını bırakmamış olması nedeni ile suikastın küçük bir grubun işi olmadığı daha en başından biliniyordu. Rapora göre suçlu gözüken Suriye, hem amacı hem de yapabilecek gücü olması nedeni ile bugün olduğu gibi suikast sonrasında da şüpheliler sıralamasında ilk sırayı almaktaydı.
Hariri, Suriye karşıtı olduğunu açıkça belirtmese bile, Suriye yandaşı olarak bilinen Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud ile yıllardır süre gelen politik çekişmesi bunun bir işareti olarak nitlendiriliyor. Hariri, başbakanlığı süresince birçok kez Suriyeden farklı görüşlere sahip olmasına rağmen daha önceki Lübnan başbakanları gibi gerginlik yaratmadı. Bu sayede Şam tarafından izin verilen, yani stratejik öneme sahip olmayan konularda özgürce istediğini yapabildi. Lübnanı ayrı ve bağımsız bir ülke olarak görmeyen Şam yönetiminin içişleri bakanlığına sorumluluğunu verdiği görevlerden biri de Lübnanın idaresi.
Refik Hariri ve Suriyeyi karşı karşıya getiren asıl olay, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ABDnin bölgeye demokrasiyi getirme kararı sonucunda ordusunu Lübnandan çıkarması yönünde Suriyeye baskının arttırılması ile başladı. Eylül 2004te BM Güvenlik Konseyinin, Haririnin desteği ile aldığı 1559 sayılı Suriyenin Lübnandan çekilmesi ve Lübnanın içişlerine karışmaması kararından sonra Lübnandaki Suriye karşıtı sesler de yükselmeye başladı. Gerginlik, Suriye yanlısı Lahudun görev süresinin 3 yıl daha uzamasını sağlayacak anayasa değişikliği önergesi ile arttı. Suriye baskısı sonucunda Hariri, Ekim 2004te başbakanlık görevinden ayrıldı. Mayıs 2005te yapılacak seçimlerde Haririnin adaylığını koymayı planladığı söylentisi ise gerginliği tırmandırdı.
Hariri suikastı sonrası ABD, Şam büyükelçisini çekerek diplomatik yoldan Suriyeyi uyardı. ABD Mayıs 2003ten itibaren Suriyeye gıda ve ilaç hariç ihracatı yasakladı, Suriye uçaklarının ABDye girişini yasakladı. ABDnin bu konunun üstünde ısrarla durmasının sebebi Suriyenin Hizbullaha verdiği destekti. Halen Lübnan Parlamentosunda 12 milletvekili ile temsil edilen Hizbullah ise Lübnan'dan çekilmeyeceğini, yerel işlere karışmayacağını fakat Lübnan'ı İsrail'den korumaya kararlı olduğunu bildirdi. Suriye Başkanı Beşar Esat ise yaptığı bir konuşmada Lübnan ile ekonomik ilişkilerinden bahsetti ve Lübnan'ın İsrail ile işbirliği yapması durumunda bu ülkedeki tüm ekonomik varlığını çekmekle tehdit etti. İsrail ise Suriye'nin ülkeden çıkmasının ardından, Lübnan ile barış anlaşması için masaya oturmaya hazır olduğunu bildirdi. İsrail ile Lübnan 1983 yılında da bir anlaşma yapmış fakat daha uygulanamadan Suriye ve İran tarafından engellenmişti.
1975 yılında başlayan Lübnan iç savaşına komşusu Suriyenin ilk müdahalesi 1976 yılında başladı. 1980 yılında Suriye'nin asker sayısı 30 bin'e yükseldi. Savaşın bittiği 1990 yılında ise 15 bin Suriye askeri halen Lübnan topraklarında idi. 1989 yılında imzalanan Taif Anlaşmasına göre Suriye geri çekmesi gereken askerlerini 2005 yılına kadar Lübnan topraklarında tutmaya devam etmesinin bir sebebi istihbarat ve ekonomik çıkarları. Bir diğer sebep ise tarihe dayanıyor. Suriye Lübnan'ı ayrı bir ülke olarak değil, kendi toprağı olarak görüyor.
1976 yılından beri Lübnan'da asker bulundurmakta olan Suriye 2005te, işgalinin 29. yılında, ilk kez bu kadar büyük tepki ile karşılaştı. Bunun birinci sebebi halkın yükselen sesiydi. Hariri'nin öldürülmesi ile Lübnan halkı ilk defa bu denli güçlü bir protesto gerçekleştirerek sesini duyurma imkanı buldu. Daha önceleri de Lübnanda Suriye karşıtı gösteriler olmuştu, hatta zamanın Cumhurbaşkanı General Mişel Aun 1989'da Suriye'ye savaş ilan etmiş ve binlerce kişi destek için sokaklara dökülmüştü. Fakat bu isyan Suriye askerleri tarafından bastırılmış ve Aun Fransa'ya kaçmak zorunda kalmıştı.
Suriyeye tepki gösterilmesine ikinci sebep, Suriyenin uluslar arası desteği kaybetmesi oldu. Kuveyt savaşı sırasında Suriye, Saddam Hüseyin'e karşı ABDnin tarafında yer aldı. Fakat 11 Eylülden sonra ABDnin önceliği Ortadoğuya demokrasi getirmek olunca Suriye ile olan diyalogu bozuldu. İsrail, Suriyeli askerlerin Lübnan sınırında bulunmasına sıcak bakıyor böylece bu sınırın güvenliğinin sağlanacağını umuyordu. Aynı şekilde Lübnanlı Hıristiyanlar Suriye askerleri sayesinde sivil savaşın sebebi olarak gördükleri Filistinlilerin kontrol altında tutulabileceğini umuyorlardı. Fakat Suriye hiçbir zaman bu sorumlulukları kabul etmedi. Suriye Ortadoğu ülkelerinden de fazla destek alamadı. Taif Anlaşmasının mimarlarından Suudi Arabistan, kendilerinden biri olarak gördükleri Hariri'nin öldürülmesinden dolayı Suriye'yi suçluyor. Suriye'yi her zaman destekleyen İran bile Lübnan'ın bu kadar uzun süre haksız işgalini savunamıyor.
Üçüncü sebep ise Lübnan halkının özgür seçim umudu. Ortadoğudaki değişimin göstergesi olan Filistin Özerk Yönetimi ve Irak'taki seçimlerden sonra Lübnan halkı da özgür seçim istiyor. Suriye sonrası yapılan son seçimlerde Hizbullah Lübnan meclisinde 12 sandalye kazanarak askeri alan dışında siyasi kulvarda da önemli bir güç haline geldiğini gösterdi. Hizbullah, ABD tarafından terör örgütü sayılıyor. ABDnin aksine Avrupa Birliği Hizbullah'ın Lübnan Parlamentosunda temsil edilen bir siyasi güç olduğuna dikkat çekerek, silah bırakmayı ret etmelerine rağmen, terör örgütü listesine almıyor.
BMin Hariri suikastı sonrası hazırladığı raporun en önemli bulgusu, Haririnin öldürülmesi ile ilgili ipuçlarının Suriye ve Lübnan üst düzey yöneticilerinin doğrudan iştirakini gösterdiğini kanıtlamasıdır. Rapora göre Lübnanın Suriye yanlısı Cumhurbaşkanı Emil Lahudun telefonu bombalamadan birkaç dakika önce baş şüpheli Suriye yanlısı Mahmut Abdülal tarafından arandı. Rapor ayrıca Suriyenin araştırmada gereken işbirliğinde bulunmadığını ve Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Alşaranın yanlış bilgi verdiğini belirtiyor. Suriye, Lübnanın ulusal birlik ve sivil barışa yönelik bir suç olarak nitelediği Hariri suikastı ile bir ilgisi olmadığını belirtti.
Suriyenin askerlerini Lübnanda tutmak istemesinin önemli bir nedeni de Lübnanın İsraile sınırı olması. Lübnan sınırından İsraile saldıran Hizbullahı destekleyen Suriye, ordusunu Lübnan topraklarında tutarak olası bir barış görüşmesi pazarlığında İsrailden Golan Tepelerini almayı amaçlamaktaydı.
Suriye ile İsrailin aralarındaki başlıca sorun Golan Tepeleri. Gerilim ise daha çok Şeba Çiftlikleri olarak bilinen bölgede yaşanıyor. Hizbullah Şeba Çiftlikleri'nin Lübnan'ın olduğunu savunuyor ve İsrail'in işgali altında olduğunu iddia ediyor. İsrail'in BM tarafından da desteklenen savı ise, Şeba Çiftlikleri'nin sınırın Lübnan tarafında değil, Suriye tarafında, Golan Tepeleri'nin bir parçası olduğu yönünde. Golan Tepeleri de, 1967 yılından bu yana İsrailin elinde bulunuyor. Suriyenin Lübnandaki çıkarlarını koruyan Hizbullah bu sebeple uzun süre Suriye'nin desteğini aldı. Hizbullahın, Hariri suikastının ardından ortaya çıkan krizden sonra daha dikkatli davrandığı gözlemlendi; Hem Suriye'nin Lübnan'daki varlığını desteklemeye devam etti, hem de Lübnan muhalefetini eleştirmekten kaçındı. Ayrıca Batı'nın Lübnan içişlerine müdahalelerine karşı çıkarak, birlik çağrıları yaptı.
Tüm bu gelişmeler ve baskılar sonucunda Suriye askerlerini Lübnandan geri çekmek zorunda kaldı. Suriye Avrupa ile 2010 yılında yürürlüğe girecek serbest ticaret anlaşmasını riske atmak istemiyor. Gıda gibi kalemleri kendi kendine yetebilen Suriye'nin ekonomisi pek iyi değil. İhracatının %70'ini oluşturan petrol rezervi 1990'lardan itibaren düşmekte ve son on yıldır petrol ithal ediyor. Saddam Hüseyin'in düşüşü sonrasında Irak ile yaptığı ticaret sona erdi ve ABD'nin ekonomik yaptırımları ile karşı karşıya kaldı.
Lübnanın etnik yapısı çok çeşitli. Demografik denge bozulunca herkes kendi hakkı için savaşıyor. Barış gücü diye gelen Suriye kendi çıkarları için kullanıyor bu durumu. Sivil savaştan beri yani otuz yıldır Suriye, Lübnanda asker bulunduruyor. Lübnan, Suriye ile olan tarihi bağını da koparamadı, süre gelen ekonomik ve askeri bağımlılık sebebi ile egemenliğini tam kazanamıyor. Bu tabloya bir de Filistinlilerin hakkını savunma amacı ile yirmi beş yıl önce ülkenin İsrail sınırına yerleşip bir ordu kuran İran ekleniyor. Şii destekli Hizbullah ülkede güçleniyor, sosyal hayata karışıyor, meclise kadar giriyor. Elde ettiği güç ile kendini yalnızca Lübnan için değil, bölge için bir direniş örgütü olarak tanımlıyor. 1926 yılında Fransa tarafından kurulan Lübnan bu iki önemli gücün gölgesinde.
Yabancı bir ülke tarafından kurulmuş, farklı iki yabancı ülkenin siyasi, askeri ve ekonomik denetiminde. Lübnan kendi kanatları ile uçabilecek mi, tam egemenlik ve bağımsızlık kazanabilecek mi, topraklarında yaşanan İsrail- Hizbullah çatışması sonrasında Lübnanı ve Ortadoğuyu neler bekliyor bunu ancak zaman gösterecek.