Savaş, Sünni - İsrail ittifaki yaratabilir mi?

Ortadoğu politikası uzmanlarından Martin Indyk, Lübnan Savaşı sonrası İsrail`in tutumu ve bölgedeki devletlerle ilişkileri konusunda görüşlerini açıkladı. Avustralya`da verdiği röportajında iyimser açıklamalarda bulunan Indyk, İsrail`in Sünni Arap dünyasıyla ortak çıkarları üzerinden nasıl hareket edebileceğini anlat

Kavram
9 Ocak 2008 Çarşamba

Martin Indyk, 25 yıl önce Amerika İsrail Kamu İşleri Komitesi’ne (AIPAC) katıldığından beri hayatını Ortadoğu konusuna ve Arap-İsrail çatışmasına adadı. Ortadoğu Politikası Washington Enstitüsü’nü kuran, Bill Clinton döneminde Amerikan “barış takımı”nın bir parçası olan, İsrail’e atanan ilk Yahudi konsolosu olarak görev yapan,1999’da bu göreve yeniden atanan Indyk, Israil politikası ile oldukça yakından ilgileniyor. Pazar günü Sydney’de kendisiyle yapılan bir röportajda Lübnan meselesi ile ilgili oldukça iyimser açıklamalarda bulunan Indyk, Hizbullah’ın cephede galip geldiği izlenimi yarattığını ancak İsrail’in kartlarını doğru oynaması durumunda bu “yenilgi”yi Arap ülkeleri ile ilişkilerinde hayati ve olumlu bir devrime çevirebileceğini söylüyor.

Mr. Indyk, savaşı kim kazandı?
Bence henüz kesin bir hükme varılmadı. Askeri açıdan Hizbullah etkileyici bir performans sergileyerek İsrail kuvvetlerine karşı koydu. Çatışmaları kaybetseler de, oluşan anlayış yapabileceklerinin en iyisini yaptıkları, İsrail’in elde ettiğinden daha fazlasını elde ettikleri yönünde; ve Ortadoğu’da anlayış gerçekliktir. Öte yandan von Clausewitz’ten alıntılarsak, asıl soru cephedeki sonuçları kimin politik kazançlara çevirebileceğidir, ve benim iyimser olduğum nokta da burası. Lübnan’daki savaş Sünni Arap dünyasının; cephenin önderliğini yapan İran’dan yine hükümette Şii’lerin çoğunlukta olduğu Irak’a, Suriye’deki azınlık Alevi rejimi ve Lübnan’daki Hizbullah’a uzanan Şii cephesinden karşılaştığı tehlikeleri ön plana çıkardı. Böylece Sünni Arap dünyası ile İsrail’in ortak çıkarları oluşmuş oldu.
Bu çıkarları çeşitli şekillerde görebiliriz. Örneğin, Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın çatışmanın sonlandırılması, İsrail’in tanınması ve ilişkilerin normalleştirilmesi için gerekli koşulları sağlayan barış girişimini yürürlüğe koymak üzere Suriye ile uğraştığını görüyoruz. Lübnanlı Sünni milletvekilinin, dünya basınını güney Beyrut’taki yıkıntılar üzerinde bir tura çıkarıp İsrail’i savaş suçlarıyla suçlasa da, herşeye rağmen İsrail’e zeytin dalı uzattığını da görüyoruz. Ayrıca içerideki Sünni Hamas’ın, amaçlarının Şam’da bulunan ve İran tarafından yönlendirilen dışarıdaki Hamas’ın egemenliği altında kalmak isteyip istemeyeceğini de takip etmeliyiz. Bekleyip göreceğiz, ancak Mahmud Abbas’ın geçici bir anlaşma için İsrail ile müzakerelere girmesini sağlayacak ulusal bir birlik hükümeti kurulursa şaşırmayacağım.
İkinci olarak, bu son durum ile Batı da İran’ın Ortadoğu’daki baskınlığından kaygılanmaya başladı. Bunun erken bir belirtisi, İran’ın Güvenlik Konseyi’nin nükleer zenginleşme kararına vereceği olası red cevabı üzerine gelecek tepkiler olabilir. Güçlü bir uluslararası tepki, İsrail için başka bir stratejik kazançtır.
Üçüncüsü, savaş İsrail için bir uyanış çağrısı oldu. Ordu, Filistin intifadasından sonra olduğu gibi, Lübnan’ı arkasında bıraktıktan sonra kendini toparlayacak. Bu en son Yom Kipur Savaşı sırasında gerçekleşmişti; bu sefer bedeli ağır olsa da olabileceğinin en kötüsü değil.
Dördüncüsü de, İsrail’in bir kazancı da tek taraflı hareket etme konusunda çıkaracağı ders olacaktır. Varılacak sonuç geri çekilmemek değil, geri çekilindiği zaman karşı tarafta sorumlu ve yeterli bir hükümet bulunduğundan emin olmak olmalıdır. Batı Şeria’dan geri çekilmek ve anahtarı duvarın üzerinden atmak baştan beri hatalı bir hareketti. Tek taraflı geri çekilmenin oldukça olumsuz sonuçlar doğurduğunu artık biliyoruz: Radikallerin zafer ilan etmesine, teröristlerin oluşan boşluğu doldurmasına, roketlerin ve tünellerin artmasına zemin hazırlıyor. Güvenlik sağladığı ve bazı intihar saldırılarını önlediği doğrudur ancak sınırlardaki sükunetin başka şekillerde sağlanması gerekiyor. İsrail’in sınırlarını birinin kontrol etmesi gerekiyor, ancak çift taraftan.

İsrailliler bunu daha önce de denediklerini söyleyecekler
Evet, ve bu Mısır ve Ürdün gibi bazı durumlarda işe yaradı. Yaser Arafat, sorumlu ve yeterli bir muhatap değildi. Bu da bir derstir: Mahmud Abbas sorumlu bir muhataptır ancak yeterli değildir. Lübnan hükümeti de potansiyel bir muhataptır. Savunma Bakanı İsrail’e roket atan kimselerin hain muamelesi göreceklerini söylüyor; bunlar harika sözler ancak kendisi bunu gerçekleştirecek yetiye sahip değildir. İsrail’in de Lübnan hükümetinin yetkilerini oluşturmaya özen göstermesi gerekiyor.

Lübnan’daki ateşkes korunacak mı?
Savaşın Hizbullah üzerindeki etkisini kestirmek çok zor, çünkü Hizbullah İsrail’in askeri harekatlarından ne kadar etkilendiğini özellikle gizliyor. Ancak İsrail ordusunun Hizbullah’a ciddi zararlar vermiş olması ve ateşkesin Hizbullah’ın da çıkarına olması mümkün. Ayrıca Hizbullah şu anda yok etmekten çok yeniden yapılanmak üzerinde yoğunlaşıyor. Şii cemaatinin nabzını onlar tutuyor, ve çatışmaların yeniden başlaması ters tepki yaratabilir.

Yani İsrail, Lübnan’daki köyleri ve altyapıyı bombalamakta haklıydı
Sonucun bu olduğu henüz kesin değil, ayrıca iki taraf için de sivil ölümleri konusunda başka ciddi bedeller mevcut. Yine de Lübnan halkının, Hizbullah’ın sorumsuz davranışlarının cezasını başka insanların çektiği sonucuna varması imkansız değil. İsrail tarafında ise ordu Hizbullah’ın yeniden silahlanmasını engellemek isteyecektir ancak askeri harekatlar Hizbullah’ın misillemesiyle karşılık bulabilir. Bu da huzur arayan İsrail halkının güvenini daha da sarsacaktır. Bence iki tarafın da şimdilik bu sükuneti korumak için sebepleri var, ancak bunun sabit kalacak bir durum olduğunu sanmıyorum. Zamanla, Hizbullah ve Lübnan hükümeti arasındaki çekişmede Lübnan halkının aklında ve gönlünde hangisinin kazanacağına göre durum belirlenecektir.

İran’ın uluslararası toplumla yaşadığı yüzleşme göz önünde bulundurulursa, İsrail Hizbullah’ın diğer destekçisi olan Suriye’ye karşı nasıl davranmalıdır?
Suriye’yle konuşmak ve barış müzarekelerine girmek yanlış bir şey değildir, ancak eskiden olduğu gibi Suriye’nin öncelikli olmasına gerek yok. Şimdi asıl olan, Sünni Arap dünyası ile İsrail’in ortak çıkarlarını tanımlamaktır, ve Suriye rejimi Sünni değildir. Beşar Esad, babasının aksine Hizbullah’a bağımlıdır. Babası Hizbullah’ı İsrail ile Golan üzerinden anlaşmak gibi taktik amaçlarla kullanırken, oğlu Suriye’nin Lübnan’daki çıkarları için Hizbullah’a bağımlı. Ayrıca Suriye stratejik sebeplerle İran ile müteffik konumundadır. Onların birbirinden ayrılabileceği düşüncesi bana kalırsa oldukça hayalperest. Şimdi Esad ile konuşmak onu yeniden Lübnan’a davet etmek demektir, çünkü konuşmanın amacı Hizbullah’ı kontrol etmesini istemek olur ve bence bu bir hatadır. İsrail, en azından Suriye karşıtı olan Lübnan hükümeti ile birlikte çalışmayı denemelidir. Çünkü Lübnan hükümeti İsrail ile anlaşarak 1949 Ataşkes Anlaşması’nın gereklerine geri dönmeye niyetli ve Lübnan başbakanı bunu son günlerde açıkça belirtiyor.
Bir de İsrail hükümetinin varoluş sebebi olan Filistin meselesi var. Halktan aldığı yetki, Filistin sorununu çözmek ve Batı Şeria’dan geri çekilmek içindi. Yani odak noktası demografik kaygılar ve terörü engellemek olmalı, ancak bu tek taraflı yapılmamalıdır. İsrail Başbakanı ve Savunma Bakanı’nın da dediği gibi önümüzdeki yıl Filistinli bir muhatap bulmaya adanmalıdır. Sünni Arap dünyasıyla İran’a karşı yapılacak zımni anlaşma için de Filistinlilerle uzlaşmaya varmak çok önemlidir.