Okurdan> Lübnan aczi

Marsel RUSSOBu haftaki sayımızda, Lübnan`ın kısa tarihçesini, Ortadoğu`da yer aldığı rolü inceliyoruz. İsrail - Lübnan Savaşı`nın dinamiklerini anlamak adına, Lübnan`ın ve bölgenin tarihi hakkındaki yazı dizimizi, okurların ilgi ile okuyacaklarına inanıyoruz

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba

Harry OJALVO

Son Lübnan savaşından çıkarılması gereken dersler arasından en önde geleni, devletler açısından, sınırları dahilindeki hükümranlığın bölünemez ve paylaşılamaz karakterde olduğudur. Zaten, devlet kavramının tariflerinden biri de güç kullanımının meşru tekelini elinde bulundurmaya ilişkin olanıdır.
60.000 kişilik Lübnan ordusunun, bir ay süren savaş zarfında tek kurşun atmamış olmasını,
1- Bu ordunun zafiyetine ve teçhizat özürlülüğüne;
2- Kendisinden daha güçlü ve mücehhez devlet dışı bir gerilla örgütlenmesi olan Hizbullah’ın İsrail tarafından zayıflatılarak kendi güç tekelinin nihayet tesisi için fırsat olarak değerlendirmiş olmasına bağlayabiliriz.
Lübnan devletinin iktidarsızlığı ve ordusunun güçsüzlüğü, topraklarının komşu Suriye ve uzak komşu İran tarafından bir savaş alanı olarak kullanılmasına sebep oldu. İş bu “hayırlı” komşuların insafına kalsaydı, bunlar “son Lübnanlı”ya kadar savaşmakta bir mahzur görmeyeceklerdi. Savaş, somut sonuçları itibariyle Lübnan’ın altyapısının tarumar olmasıyla neticelendi. Sünni başbakan Fuad Siniora’nın televiyon kameraları karşısında alenen ağlaması bu çaresizliğinin verdiği kızgınlığın bir ifadesiydi. Lübnan’ın uğradığı yıkımın zararını kim karşılayacak? İsrail’in uğradığı zarar ne olacak. Bu soruların cevabı henüz muallakta.
Bu savaşın muvakkat da olsa bir bilançosunu yapabilmek için, 1701 sayılı BM kararının ne kadarının nasıl uygulanacağını görmek gerekiyor. Karar gereğince, silahlı Huzbullah militanları Litani nehrinin kuzeyine çekilirler ve boşalttıkları mevziler etkin bir BM gücü gücü eşliğinde Lübnan ordusu tarafından devralınırsa, İsrail, büyük ekonomik ve manevi yük altına girmiş olmasına rağmen stratejik hedefine ulaşmış olacak. Bu ulgulan(a)madığı taktirde ise başarısız sayılacaktır. Geriye doğru baktığımızda, 2000 yılında Lübnan’dan “barış uğruna” tek taraflı olarak çekilen İsrail’in en büyük hatasının, Lübnan ordusu yerine, terk ettiği mevzilere, Hizbullah gerillalarının yerleşmesine ve silahlanmasına müsaade etmiş olmasıdır. İsraillilerin anlamamakta direndikleri husus, karşılarında bir devlet olmamasına rağmen, orada bir barışın filizlenebileceği serabıydı.
Litani nehrininin kuzeyine sürüebildiği takdirde, 1959 sıyılı karar mucibince silahsızlandırılmasa bile, Lübnan’a ilaveten, savaşı kaybedenlerin arasında, altyapısı adamakıllı hırpalanmış olan Hizbullah da olacaktır.
İsrail açısından sorulması gereken önemli sorulardan diğer bir tanesi ise, İsrail’in caydırıcılığının yara alıp almadığı hususudur. Bunun mihenk taşı, İran-Suriye-Hizbullah üçlüsünün medya demeçleri ve kutlama için attıkları havai fişeklerden çok, İsrail ile yeni bir sürtüşme zemini arayıp aramayacakları olacaktır. Göreceğiz.
Pekiyi bu işten kazançlı çıkanlar yok mu? Var tabii, rejimi üzerindeki ABD-AB-İsrail baskısının hafiflemiş olduğu Suriye ve aynı eksenin tehdidi altındaki İran ABD’nin İran’la hesaplaşmasında bir gelecek raundun olup olmayacağını olursa bunun nerede ve nasıl oynanacağını söylemek için henüz çok erken.