Rusya`dan izlenimler

Reneta Sibel Yolak, Rusya gezisi izlenimlerini ve Yahudi yaşamına ilişkin gözlemlerini bir turistin bakış açısı ile aktarıyor

Kültür
9 Ocak 2008 Çarşamba
Seyahatimin ilk durağı büyülü kent Moskova’ydı. Uzun süren gümrük ve pasaport işlemlerinden sonra Moskova’ya vardık. Otobüsle otele doğru giderken Rus alfabesi ile yazılmış olduğu için adlarını okuyamadığım koca binalar ve geniş caddeler göze çarpıyordu. Otelimiz Cosmo içinde dükkanları, lokantaları, internet ofisi, kumarhanesi ile yirmi katlı bir binaydı.
Moskova’da özellikle Alman, İsrailli, İtalyan ve Japonlardan oluşan turist grupları dikkatimi çekti. Kent sokaklarını dolaştığımda altyapının ne denli sağlam, yolların ve caddelerin alabildiğine geniş olduğunu fark ettim.
Moskova’da Bolşoy Tiyatrosu, Lenin Tepesi, Kızıl Meydan, Kremlin Sarayı, Lenin Mozolesi, Tuerskaya Caddesi gezilmeye değer önemli mekanlar. Kızıl Meydan ve Lenin Tepesi’nde bir sürü gelin-damada rastladık. Sağdıçları ile ellerinde votka şişeleri geziyorlar. Votka şişesini ağızlarına dayadıkları gibi bitiriyorlar. Bazı çiftlerle fotoğraf çektirdik. Mütevazı düğünlerde Lenin Tepesi’nde kutlama oldukça yaygın. Zengin düğünlerde ise Limousin kiralanıyor. Genelde cuma günü yapılan düğünlerin kutlamaları cumartesi, pazara dek sürüyor.
Rusya’da her tür insan görmek mümkün; Azeri, Beyaz Rus, Azerbaycanlı, Ermeni, Yahudi, Tatar… Sokaklar  özellikle çekik mavi gözlü, uzun ve ince insanlarla dolu.
Komünist rejimin yıkılması ile Rusya yeni yeni dış dünyaya açıldığı için İngilizce bilen az. Sokakta el kol hareketleri ile anlaşmak, dert anlatana kadar uğraşmak gerekiyor.
Halk ya yürüyor, ya da metroya biniyor. Moskova’da 5 Rubleye en uzak yere ulaşabileceğiniz metro en önemli ulaşım aracı. Metro istasyonları resim, mozaik ve altın varaklarla,  el işi vitraylarla süslü. Öylesine bir ihtişam ki, insanların tüm paralarını, altınlarını bu istasyonları süslemeye yatırdığı izlenimine kapılıyorsunuz.
Binalar çok büyük ve görkemli. Barok tarzında, Yunan usulü kolon ve oymalarla süslü binalarda kızıl renk hakim. Moskova’da mesafeler çok uzak, bir yerden diğerine ancak elli dakikada ulaşabiliyorsunuz.
İnsanları sert hatlara sahip, geçmişin izlerini yansıtırcasına fazla gülmüyorlar.
İlgi çeken diğer bir nokta kentte çok az sayıda taksi bulunması. Mevcut taksiler turistlere hizmet veriyor. Taksi şoförleri gidilecek adresi bilmedikleri gibi, en kısa mesafeye 600 Ruble gibi bir para istiyorlar. Aslında elinizi kaldırdığınızda yoldan geçen tüm araçlar size taksi servisi veriyor. Ama pazarlık yapmak şart. Sizi arabasına alan kişi, haritaya bakarak, sık sık durup çevreye sorarak adres bulmaya çalışıyor. Araçlar en az 10ᆣ yıllık ve benzin kokuyor.
Batı’ya özlem dinledikleri müzikte ve giysilerinde açıkça ortaya çıkıyor. Bir şey sorduğunuzda, sanki Rusça’yı anlamak zorundaymışsınız gibi her şeyi kendi dillerinde anlatıyor ve hemen anlamanızı bekliyorlar. 40 Dolara denk gelen asgari ücret karşılığı ücret alan insanlar birkaç işi bir arada yapıyor. Yani bir kişi hem rehber, hem mühendis, hem de öğretmen olabiliyor, yan işlerde çalışıyor. Halkın % 95’i okur yazar; parklarda, metroda, hatta yürürken kitap okuyorlar.
Bale ve konser salonları tıklım tıklım. Biletler çok önceden ayırtılıyor veya karaborsada çok yüksek fiyattan alıcı buluyor.
Moskova’da en yaygın ve en ünlü pazar yeri olan İsmailovsky, Türkiye’deki benzerlerinden dört kat büyük. Yağlı boya resimler, resim malzemeleri, malakit ve kehribar taşlarının satıldığı dükkanlarla dolu. Rusya’dan en çok satın alınan “Matruşka” (anne) biblo çeşitleri de bolca yer alıyor. “Matruşka”lar, Putin’in resminin bulunduğu T-shirtler çok alıcı buluyor.
Rus halkı genelde başkanları Putin’i çok seviyor ve sayıyor, onun karateci ve sporcu olmasıyla övünüyorlar. Dükkanlarda pazarlık yaparak fiyatları indirmek mümkün. Fiyatlar satıcı ile aranızdaki diyaloga göre değişiyor.
Moskova kanallar ve parklarla süslü bir kent. Eğer  güneşin devamlı gülümsediği ülkemizle kıyaslarsak Moskova’da güneş sadece göz kırpıp kayboluyor, ya da bulutun arkasına gizleniyor. Halk güneşsiz havalarda bile kanallara ve göllere girerek serinliyor. Kışın eksi derecelerde karların buzların üstüne yatıyor, çocuklarını karla yıkıyorlarmış. Yeni doğan bir çocuk çırılçıplak karlara yatırılırsa bir daha hasta olmazmış.
Moskova’da 700.000 Yahudi’nin yaşadığı söyleniyor. Yahudi Cemaati içinde çok güzel bir sinagog, seminer odaları, kütüphane, koşer lokantası, tiyatro salonu, basket sahaları, dini obje ve kitapların satıldığı bir dükkan içeren bir merkeze sahip.
Gezdiğim üç sinagogun eski ve bakımsız olması, güvenliğin bulunmaması, her isteyenin elini kolunu sallayarak girebilmesi dikkatimi çekti. Sinagoglarda vitray işlemeciliği oldukça yaygın.
İkinci durağımız St Petersburg’du. Oraya “Beyaz geceler” ya da “Rusya’nın Rivyerası” deniyor. Binalar daha yeni ve temiz. St Petersburg’da görülecek en önemli yerler; Nevsky Caddesi, Puşkin Anıtı, Vasilevsky Adası, darphane, üniversite, Petropavlovskaya Kalesi, Kanallar, Hermitage Müzesi, Puşkin ve Pavlosk parkları, Nikolaevsky Palace ve Büyük Petro Anıtı.
Beni en çok etkileyen Hermitage Müzesi oldu; orijinal yağlı boya resimler, freskler, varaklar, süslü kadife perdeler, oymalar, geniş sütunlar, mermer ve malakit taşıyla, altın ve yakutlarla süslü bu şatoyu rehberleri eşliğinde binlerce turist geziyordu.
St Petersburg’da 1893’de inşa edilmiş“Great Choral” Sinagogu, bir yeşiva, beş Yahudi okulu, koşer restoran var. Muhteşem bir yapı olan sinagogda restorasyon işlemleri sürüyor. ABD Yahudilerinin yardımları ile ayakta kalan cemaat merkezinde Lubavitch tarafından 16ᆦ yaş arası gençlere yeşiva eğitimi veriliyor.
100.000 Yahudi’nin yaşadığı bu kentte sinagog sadece bayram günleri doluyor. Dindarların çoğu yaşlı ve fakir Yahudiler. Bir Matsa fırını hizmet veriyor. Sinagogda bir koro, folklor grubu ve günde bin kişiye çorba servisi gibi etkinlikler var.