geniş-açi / 20. Yüzyilin Felsefe Dehasi: Ludwig Wittgenstein &

David OJALVO20. yüzyılın en büyük filozoflarından Ludwig Wittgenstein hakkındaki yazı dizimizin son haftasında, filozofun çalışmalarına değiniyor ve kısa bir kişilik analizini yayınlıyoruz. Wittgenstein`ın felsefesini tanıtmayı hedeflediğimiz bu yazıda, teknik bilgilerden mümkün olduğu kadar uzak durmaya ve konu hakkında genel bilgileri vermeye

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba
Wittgenstein, Dehâ ve Felsefe

Ludwig Wittgenstein mükemmel bir mantıkçıydı ve felsefî sorunlar için bulduğu çözüm onları mantığa indirgemekti. Wittgenstein, felsefeyi bir kez ve tamamen sona erdirmek amacıyla, felsefeye "nihâi çözümü" aradı. Wittgenstein, belki de Leibniz dışında, iki birbirinden farklı felsefe üreten tek büyük felsefecidir.
"Eğer yalan söylemek çıkarına ise, insan neden doğruyu söylemeli ki?" Wittgenstein’ın kayda geçirilmiş ilk felsefî düşünüşünün konusu buydu. Sekiz-dokuz yaşındayken, bir kapının eşiğinde durup bu soruyu düşünmüştü.
Manchester’de havacılık deneyleri yaparken, matematik ve mantık ile tanıştı. Sorulara ve felsefeye olan merakı, özgeçmişinde de takip ettiğimiz üzere onu 22 yaşında o dönemin, tartışmalı da olsa, Avrupa’nın en önde gelen filozoflarından Bertand Russell’a götürmüştü. Wittgenstein onun felsefesiyle ilgili neredeyse hiçbir şey okumamıştı; buna rağmen Russell’ı en derin "felsefî spekülasyonlar" hakkında saatlerce meşgûl etmiştir. Wittgenstein’ın bir tutkusu vardı, "insan ya anlamalı ya ölmeli" diyordu. Rusell’ın ampirisizme, deneyimlerimizden bilgi edinebileceğimize olan inancını kabûl etmeyi reddetti. Genç Wittgenstein’a göre bilgi mantıkla sınırlıydı. Russell, "odada bir gergedan olmadığına emin olduğunu" söylediğinde, Wittgenstein bunu kabûl etmeyi reddetti. Mantıksal olarak odada bir gergedan bulunması mümkündü.
Russell, Wittgenstein’ın mantık öğrenmesinde aracı rol oynadı ve ona King’s College’de öğretim üyelerinden W. E.  Johnson’u ayarladı. Sonuç fiyaskoydu. Wittgenstein "ilk saat bitmeden bana öğretebileceği bir şey olmadığını fark ettim" dedi. Johnson’da ironik bir şekilde "ilk buluşmamızda o, bana öğretiyordu" gözlemini yaptı. Russell, Wittgenstein’ı tanımaya başladığı bu dönemi cömertçe "hayatımın en heyecanlı entellektüel maceralarından biri" diye tanımladı. Russell’a göre, Wittgenstein iki yıl sonunda "ona öğretebileceği her şeyi biliyordu". Dahası, Wittgenstein Rusell’ı bir daha asla yaratıcı felsefe yapamayacağına ikna etmeyi başardı.
Wittgenstein felsefeyi keşfeder keşfetmez, bu onun için bir ölüm kalım mes’elesi hâline geldi. Russell’a paylaştığı çalışmaları, "Mantık üzerine notlar"ın temelini oluşturmuştur. Bâzı değinileri nefes kesici derecede basit, birçok kavrayışla dolu yorum yapmıştır. Bu ilk notlar, hayatının sonuna dek sürdüreceği felsefe anlayışını da içeriyorlardı: "Felsefede çıkarsama / tümdengelim yoktur, felsefe tamamen / sâdece tanımlayıcıdır."
Wittgenstein’a göre, felsefe ne gerçeğin bir tasvirini vermez, ne de karşı çıkar. "Felsefe mantık ve metafizikten oluşur: Mantık temeldir". 1912–1914 arası Norveç’te yaptığı çalışmalarda matematiğin mantıksal temellerini bulma denemesinden yola çıkıyor; ama mantığı kendisi için bir temel bulmayı deneyerek, çok daha ileri gidiyordu.
I. Dünya Savaşı’nda Avusturya-Macaristan ordusuna yazıldıktan sonra, görevi boyunca fikirlerini küçük defterlere yazmaya devam etti. Savaş esnasında Tolstoy’un "Yeni Ahit- Özet" adlı kitabını okudu ve böylece dinden etkilendi. Öyle ki, "Hayatın anlamı, yâni dünyanın anlamına Tanrı diyebilir." demişti. Wittgenstein’a göre dua etmek hayatın anlamı hakkında düşünmek demekti. Savaş esnasında tuttuğu notlar, 1961’da yayımlandı. Bu notlar, ilk ve tek felsefe kitabı olan Tractatus’un temelini oluşturmakla birlikte, içeriği Tractatus’a göre oldukça geniştir. Mutluluk üzerine şöyle yazar notlarında: "Mutlu biçimde yaşamak için dünyayla uyum içinde olmamız gerekir ve bu ‘mutlu olma’nın ifade ettiği şeydir." Savaşın sonunda İtalyan’lara esir düştüğünde, felsefî eserinin metni tamamlamış sayılırdı. "Tractatus Logico-Philosophicus" adıyla anılacak eser, modern çağın ilk büyük felsefî çalışmasıdır.
Tractatus Logico Philosophicus’ta açık ve etkileyici savlar, mümkün olan en az gerekçe ve sebeple birbirine bağlanarak art arda gelir. Çok teknik olduğu yerler dışında, Tractatus yazılmış en heyecan verici felsefî eserlerden biridir. Tractatus, ne hakkında konuşabileceğimizi anlamlı bir şekilde betimleme denemesidir. Bu da "dil nedir" sorusuna yol açar. Wittgenstein bize, "dilin dünyanın bir resmini verdiğini" söyler. Dilin sınırları, düşüncenin sınırlarıdır; çünkü bu da mantık dışı olamaz. "Düşünceye bir sınır koyabilmek için, bu sınırın iki yanını da düşünebilmemiz gerekirdi (yâni düşünülmeye elvermeyeni düşünebilmemiz gerekirdi)" diye yazmaktadır kitabın önsözünde.  "Sınır, öyleyse, yalnız dilin içinde çizilebilecektir ve sınırın ötesinde kalan da, düpedüz saçma olacaktır.
Dilin mantıksal önermeleri dünyanın bir resmidir ve başka bir şey olmaz veya söylenemez dese de Wittgenstein ilerleyen dönemlerde, gerçekte sadece gösterilebilecek olanı söylemeye çalıştığı kabûl etti.
Tractatus felsefe adına son derece meşhur olacak bir çıkışla sonlanmıştır: "Üzerinde konuşulmayan konusunda susulmalı" Bu bitiş cümlesi, birçok yeni başlangıca kapı açan bir değini olmuştur.
Tractus’a zamanla itirazlar geldi. Kabûl edildiği gibi, dil ile gerçek arasında kesinlikle bir bağlantı olabilir; ama bu bağlantının "mantıksal şekilde" olduğunu nasıl bilebiliriz? San’atın "dili" üzerinde konuşulamayan, mantık-dışı sınıfına girer; buna karşılık sanatın vurguladığı şeyin "vurgulanamaz" olduğunu söylemek bir çelişkidir.
Ciddi itirazlara rağmen, Tractatus’un etkisi derin oldu. Özellikle, mantıkçı pozitivizmi ortaya çıkaran "Viyana Çevresi"ne ilham kaynağı oldu.
Tractatus-Logico Philosphicus, Wittgenstein’ın yazdığı binlerce sayfa içinde hayatı boyunca yayımlanmasına izin verdiği tek kitaptır ve bu kitapla birlikte o, tüm felsefe sorunlarını çözdüğüne inanıyordu; fakat zamanla felsefesinde hataları gördü. Kendisinden beklenebileceği gibi bir adım daha ileri gitti ve felsefesinin yanlış olduğunu itiraf etti.
1919񮕙 arasında felsefe verdiği aradan sonra; 1929’da Cambridge’ye dönüşle hayatında II. Felsefe dönemi de başlamış oldu. Verdiği dersler efsanevî nitelikler taşımaktadır. Wittgenstein öylesine baskın bir kişiliğe sâhipti ki, izleyicilerini dehşete düşürürdü; ona karşı çıktığı bilinen tek kişi bilgisayarın mûcidi ve çağın en büyük matematikçilerinden biri olan Turing’di. Wittgenstein, derslerinden birinde mantık ve matematik gibi bir sistemin içinde bir çelişki olsa bile, değerli kalabileceğini önerdi. Turing ise karşı çıktı, çünkü gizli bir çelişkiyi içeren matematikle örneğin bir köprü kurmanın anlamı yoktu; köprü çökebilirdi.
İkinci felsefe dönemi çalışmalarının sonucu olarak, "Felsefî Soruşturmalar" Wittgenstein’ın ölümünden sonra, 1953’te basıldı. Bu kitap ise Tractatus’un açıklığı ve cesareti yerini belirli duyumların ve kelimelerin anlamlanın mantıksal analizine bırakmıştır.  Artık felsefe yoktur, sadece düşünüşümüzdeki hataların açığa çıkarılmasını içeren felsefe yapmak vardır. Dil dünyanın resmi değildir; birbiriyle bağlantılı birçok ip parçalarından oluşan bir ağ gibidir. Bir kelimeyi uymadığı bir durumda kullandığımızda anlayışımız düğümlenir. Felsefenin görevi bu düğümleri özenle çözmektir.
Felsefî Soruşturmalar anlam,  anlama, önermeler, mantık, bilinç durumları kavramlarını ve başka birçok konuyu ele alıyor. Kitabın önsözünde Wittgenstein şöyle yazar: "Yazımın başkalarını düşünme sıkıntısından kurtarmasını değil, eğer olanaklıysa insanın kendi düşüncelerini harekete geçirmesini istiyorum."
Wittgenstein, 1938 yılından sonra verdiği derslerde mantık ve mantıksal felsefe alanı dışında daha geniş bir konular dizisine değinir. "Estetik, ruhbilim, dinsel inanç üstüne dersler ile söyleşiler" adlı kitabındaki notlar, öğrencileri tarafından tutulmuş derlemelerdir.
Wittgenstein hayatının en döneminde "Kesinlik Üzerine" adlı altında yayınlanan felsefî çalışmaları yapabilmiştir; bunun haricinde 1929’dan 1951’e (ölümüne) dek tuttuğu defterlerden toparlanan değiniler 1977 senesinde "Yan Değiniler" adı altında yayınlanmıştır. Bu tümcelerinde Wittgenstein müzikten, şiire san’atın hemen her dalında çalışma yaptığı defterlerinin kenarlarına notlar almıştır. Kitabın önemli bir bölümünde, filozofun kendi kendisiyle hesaplaşması, daha çok da kendisini suçlaması niteliğinde değiniler göze çarpmaktadır. Bir değini de filozofu şu şekilde tanımlar: "Filozoflar, çoğunlukla, bir kâğıda kurşun kalemiyle gelişigüzel çizgiler çiziktirip, yetişkinlere ‘Bu nedir?’ diye soran çocuklara benzerler. –İş şöyle olur: Yetişkin, sık sık, bir şeyler çizip, çocuğa ‘bu bir adam’, ‘bu bir ev’, vb demiştir. Eh, şimdi de çocuk çizer çizgileri, sorar: ‘Peki, bu ne?"
"Yan Değiniler" adlı kitabında oldukça meşhur bir değini ise: "Bir insan kilitli olmayan; ama içeriye doğru açılan bir kapıyı boyuna itiyor; çekmek aklına gelmiyorsa, odada hapistir."
İlgi duyanlar için Wittgenstein’ın hayatı ve felsefe ile ilgili daha fazla bilgiyi yazının sonunda sunulan kaynakça bölümünden edinebilirsiniz.

Wittgenstein’ın kişiliği üzerine kısa bir inceleme

Wittgenstein belki de 20. yüzyıl filozoflarının en büyüğüdür. Biyografisinden, tanıdığımız birçok insandan ne kadar farklı bir hayat tarzını benimsediğini açık olarak görebiliyoruz. Günümüze, diğer filozoflara oranla, yakın bir dönemde yaşadığından dolayı da, elimizde onun hayatını aydınlatmak adına çok sayıda belge bulunmaktadır. Yakın Çağ’ın bilgi birikiminden ötürü, tarihte birçok kişinin yaşamı bu denli aydınlık değilken; Wittgenstein’ın hayatı bize çok şey göstermekte ve öğretmektedir.
Wittgenstein’ın hayatında birçok farklılık göze çarpmaktadır:
- Genellikle oldukça içine kapanık ve insanlardan uzak durmayı tercih ediyordu.
- Son derece titizdi, ona göre ya bu bir eseri mükemmel bir şekilde ortaya koyacaktı ya da hiçbir şey yapmayacaktı. Böylesi bir mükemmelliğe ulaşmak kolay olmadığından ötürü de sık sık depresyona girmesi ve de intiharı düşünmesi şaşırtıcı değildir. Sadece çalışmalarında değil, hayatının birçok alanında katı bir mükemmeliyetçilik anlayışını benimsemiştir.
- Norveç’te bir fiyordun yamacında ıssız bir kulübede inzivaya çekilmiştir.
- Toplum yaşamına dönmesinin ardından babasından kalan muazzam serveti, beş parasız kalıncaya dek dağıtmıştır. Gerçekten emek sarf etmediği sürece parasız kalmaya tercih edebilirdi.
- Sık sık çıldırmanın eşiğine geldiğini düşünmüştür; inzivaya çekilmesine karşılık dostlarına son derece bağlı ve yalnız kalmayı tercih ettiği kadar, yalnızlıktan hoşlanmayan biriydi.
- Genellikle çevresindeki insanları korkuturdu; ne öğretmenlik yıllarında ne de ilerleyen yıllarda yaşadığı sosyal çevre tarafından hoş karşılanmamıştı.
- Aşkı ve cinselliği net bir şekilde birbirinden ayırıyordu; ona göre cinsellik aşkı öldürüyordu; fakat cinselliğe dâir tutkuları yer yer göze çarpmaktadır.
Wittgenstein’ın yaşamından bu özellikleri ele alındığında onu psikiyatrik ölçütlerle değerlendirmek, bize birçok bulguyu verecektir; fakat her şeye karşılık sözünü ettiğimiz kişi dahi bir filozof. Bu ise günümüzde sıkça yapılan bir tartışmayı bizlere hatırlatmaktadır: kişi çılgınlığın sınırlarına yaklaştıkça dehâ artmakta mıdır veya dehâ belirginleştikçe, çılgınlığın öğeleri karşımıza mı çıkmaktadır?
Wittgenstein’ın babasından kalan muazzam serveti de dağıtıp, parasız kalma, alın teriyle parasını kazanma düşüncesi de birçoğumuza oldukça ilginç gelebilecek niteliktedir. Çevremizde kim böylesi bir serveti tamamıyla dağıtmayı göze alabilir?  Burada maddiyatın çok ötesinde geçmeyi başarabilmiş bir insanın portresini görebilir miyiz veya sık aralıklarla depresyona giren bir kişinin bu davranışı manik-depresif hastalığın bir işâreti midir?
Wittgenstein, Freud, Einstein gibi isimlere yakın dönemde yaşamış, Viyana kökenli bir filozoftu. Hıristiyan bir âile içinde doğmuş olsa da kökenleri Yahudi’ydi ve hayatında Yahudilik’e olan çeşitli tartışmaları ilk kısımda okuyabilirsiniz. Elbette, din ve köken tartışması oldukça derin; fakat Wittgenstein âilesi aksini ispatlamak yolundaki yoğun uğraşları sonuç verinceye kadar, II. Dünya Savaşı’nda Nuremberg yasalarına göre Yahudi sayılmışlardı. Wittgenstein Katolik inancıyla ilgili olarak birçok şeye karşı çıkmaktaydı; ama bir Tanrı inancına sahip olduğu ve kimi zaman Yahudi yanı ile ilgili birtakım düşünceleri dile getirmesi biyografisinden açık bir şekilde izlenebilmektedir.
Wittgenstein bir dâhiydi ve dâhinin kim olduğu, neler yapabileceği ve söyleyebileceği, biraz da onun hayatında ve felsefe saklı.

~ Son ~

Kaynakça

1.- Paul Strathern, 90 dakikada Wittgenstein, Gendaş Yayınları, 1998
2- Ray Monk, Wittgenstein Dâhinin Görevi, Kabalcı Yayınevi, 2005
3- Wittgenstein: Sessizliğin Grameri, Sayı:33, Yapı Kredi Yayınları, Güz 2002
4- Ludwig Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus, YKY, 2003
5- Ludwig Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar, Küyerel Yayınları, 1998
6- Ludwig Wittgenstein, Notebooks: 1914񮕌, Basil Blackwell, Oxford, 1961
7- Ludwig Wittgenstein, Yan Değiniler, Altıkırkbeş yayın, 1999
8- Ludwig Wittgenstein, Estetik, ruhbilim, dinsel inanç üzerine dersler ile söyleşiler, Bilim ve Sanat, 2004
9- Justus Noll, Ludwig Wittgenstein & David Pinset, İletişim Yayınları, 2002
10- David Edmonds, John Eidinow, Wittgenstein’ın Maşası, YKY, 2004
11- http://www.wittgen-cam.ac.uk/