Öyküler ve Efsaneler / Gerçek Mutluluk

Coya DELEVİEliyahu Anavi, yardımcısı Elişa ile birlikte ülkeyi dolaşıyordu. Putlara tapmaya devam eden halkı ve kararsız yürekleri, ateşli nutukları ile, Tek ve Gerçek Tanrı`ya sadık kalmaları için teşvik ediyordu. Tanrı`nın ve dinin hizmetinde olan bu ikili, bir gün-, kırların ortasında, halinden pek memnun görünmeyen bir çift

Kavram
9 Ocak 2008 Çarşamba
Adamı sessizce seyreden Eliyahu dayanamayarak sordu, "Ey İnsanoğlu, niye bu denli karamsarsın? Gördüğüm kadarı ile seni rahatsız eden, ne açlık ne de susuzluk. Seni seven sadık bir eşin var. üstelik, hayatta olan bir anneye sahip olma mutluluğunu da yaşıyorsun. Yani haline şükretmen için geçerli herşeyin var. Yüzündeki bu kederle, memnuniyetsiz ifadenin nedeni ne?"
"Halimden şikayet etmeyip de ne yapayım? Ben, sabahtan akşama, kan ter içinde, öküzlerimin arkasından gitmek zorunda iken, başkaları ihtişamlı konaklarda oturuyor, gün boyu, yumuşak divanlarda yan gelip yatıyor, keyif çatıyorlar. İlk atamızın itaatsizlikleri ile şimdiki sefaletimi hazırladıkları güne lanet ediyorum. Eğer yasak meyveyi yememiş olsalardı, bugün yeryüzü cennetinden kovulmuş olmayacak, yaşamımızı sürdürmek için çalışmayacak, mutluluk içinde yaşayacaktık. Ben, Adem’in yerinde olsaydım, rahatımın bozulmasını önlemek amacı ile Havva’nın tüm kışkırtıcı sözlerini duymazlıktan gelirdim"
Çiftçiğinin karısı da, "Ben de, kesinlikle yılanın kandırmasına izin vermezdim. Tüm baştan çıkarıcı vaatlerine karşı koyardım. Cidden, Adem ile Havva, insanoğulunun felaketine neden oldular" diyerek kocasını onayladı.
Bunun üzerine yaşlı anne söze karıştı. "İkinizde cahilce konuşuyorsunuz. Adem’le Havva’nın yerinde olsa idiniz, sizde mutlaka onlar gibi davranır, yılanın baştan çıkarıcı sözlerine uzun süre karşı koyamazdınız. Çünkü, insanoğlu zayıf iradeli, kötülüğe yatkın bir yaratıktır. Yeryüzünde, hiç günah işlememiş, her zaman doğru yolda yürümüş tek bir kişi olduğunu sanmıyorum. Başkalarının yanlışını eleştirmek ve yargılamak bize yakışmaz. Kaldı ki, onların yerinde ve durumunda olduğumuz takdirde, bizim de aynı hataları yapacağımız kesin."
Bu konuşmayı sessizce dinlemiş olan Eliyahu Anavi, yaşlı anneye; "Uzun yaşamın boyunca, yararlı deneyimler kazanmış olduğun belli oluyor. Başkalarının hatalarını ve zayıf karakterlerini yargılarken, cidden büyük bir olgunluk ve hoşgörü sergiledin. Çocuklarına gelince, yakında onların kışkırtmalara karşı koymayı başarıp başaramayacaklarını gösterecek fırsatlar olacaktır" diyerek çırağı ile birlikte oradan uzaklaştı.
Uzun süren bir sessizlikten sonra yaşlı anne, "Biraz evvel bizimle yüce biri gibi konuşan adam basit bir ölümlü değil. O kutsal bir kişi" dedi.  Oğlu alaycı bir tavırla, "Sana iltifat ettiği için o yabancıyı olağanüstü bir varlık gibi görüyorsun. Ona, hakettiği dersi vermemekle hata ettim. Bizi eleştirmek hakkını nereden buluyor? Onun derslerine ve öğütlerine ihtiyacım yok!" dedi.
"Oğlum, sakin ol. Eminim o adamın kötü bir niyeti yoktu. Hatalarımızı yüzümüze açıkca söyleyebilen bir insan, bence, bizim gerçek dostumuzdur".
Çifçi, söylene söylene işine döndü, öküzlerine daha şiddetli vurmaya devam etti. Bu arada iki kadın da evlerine dönmeye hazırlandılar.
Adam, toprağı sürmeye henüz başlamıştı ki, sabanın kaldırdığı toprak yığını arasında, ufak demir bir sandık gördü. Merakla eğilip baktığında, sandığın kapağındaki yazıyı farketti. Aynı anda, toprağın içinde bir ikinci ve üçüncü sandık daha gördü. Hemen, henüz oradan uzaklaşmamış olan annesi ve eşine seslenip bulduklarını gösterdi. Biraz gayretle ilk sandıktaki yazıyı okuyabildi "Beni açabilen zengin olacaktır". Yaşlı annenin heyecanla, "Sana dememişmiydim? Biraz evvel, buradan giden yabancı, Tanrı’nın bir elçisi idi ve bize bu serveti getirmek için gönderildi. Sandığı aç, muhakkak bir hazine bulacaksın" demesi üzerine, çiftçi tereddüt etmeden kapağı açtı. O da, annesi gibi heyecanlandı.
"Doğru söyledin! Bu Tanrı’nın bize bir lütfu! Şu parlak gümüş paralara bak! Artık zengin sayılırız. Ama bunda, o sözünü ettiğin yabancının bir rolü olduğuna inanmıyorum, zira bizzat kendisi pek varlıklı birine benzemiyordu. Bu, ancak büyük bir tesadüften ibaret. Şimdi ne yapacağımı biliyorum. Kendime güzel, büyük bir ev yaptıracak, tüm işlerimi yapması için de bir köle satın alıp dertsiz sorunsuz yaşayacağım."
O ana kadar susmuş olan karısı, "Ben de kendime güzel elbiseler ve ev işlerini yapacak bir köle istiyorum" dedi.
Çiftçi, daha ağır olan ikinci sandığı açmak istediğinde kapağında şu yazıyı okudu:
"Eğer altın seni mutlu edecekse beni aç."
"Bu da sorulur mu? İnsan ne kadar çok zengin olursa, kuşkusuz mutluluğu da o denli artar"
Yaşlı anne, oğluna, bunun her zaman doğru olmadğını, sağlık ve esenliğin daha değerli bir hazine olduğunu anlatmaya çalıştı. İnsanın sağlıklı ve kendisiyle barışık olmadığı sürece de, büyük servetlerin dahi işe yaramadığını ilave etti.
Adam cevap vermedi. Sabırsızla ikinci sandığı açtığında, sevincinden az kalsın aklını yitiriyordu. Güneşte pırıl pırıl parlayan altınlarla dolu sandığın etrafında dönmeye, dans etmeye başladı. Karısı da, ondan aşağı kalmayıp, sevincini belirtmek için delicesine hareketler yaptı. Çocuklarının çılgınca davranışlarından ürken yaşlı kadın soğukkanlılığını korumayı başardı, zorlukla onları sakinleştirdi. Heyecandan yüzü kıpkırmızı olan çiftçi, "Ben demin güzel bir ev mi dedim? Hayır ben mermer döşemeleri, tik ağacından duvarları olan, krallara layık bir saray yaptıracağım. Güzel elbiseler giyip, elli tane hizmetkar eşliğinde, muhteşem arabamın için dolaşacağım."
"Ben de, saraydaki prensesler gibi giyinmek, başıma altın ve elmaslardan bir taç, parmaklarıma değerli yüzükler takmak istiyorum."
Yaşlı anne biraz tedirgindi,
"Çocuklar, Tanrı sizi, hiçte haketmediniz bir servetle ödüllendirdi. Artık, kentin zenginleri arasında sayılabilirsiniz. Bu büyük servetten tek başınıza yararlanmak istermiş gibi bir haliniz var. Biraz da yoksulları ve zavallı insanları düşünün, bir bölümünü onlarla paylaşın".
Gözlerini bir türlü altınlardın ayıramayan çiftçi ile karısı, bu sözlere aldırmadılar. Sıra üçüncü sandığa geldiğinde, bunun içinde kesinlikle elmaslar, inciler olduğuna inanan adam, artık kraldan daha zengin olduğuna karar verdi. Bir ara, pekala kendisinin de kral olabileceğini düşüdü.
Emrinde köleler ve hizmetkarlar ordusu, başında taçla tahtta oturduğunu, diz çökmüş insanların huzurunda saygıyla eğildiğinin düşünü kurdu. Kendisinin de bir kaç sözü olduğunu söyleyen karısı, "Sen bencil bir insansın, yalnız kendini düşünüyorsun. Bu servetin yarısı benim değil mi? Onu istediğim şekilde kullanmakta özgür değilmiyim? Boynumu ve kollarımı süslemek için bu incilerin en güzellerini, muhteşem bir taç yapmak için elmasların en irilerini istiyorum. Şıklığı ile yeryüzündeki prenseslerin hepsini gölgede bırakacak, kraliçenin dahi sahip olmadığı güzellikte elbiseler istiyorum."
Bu arada, üçüncü sandığın kapağındaki yazıyı okumaya çalışan çiftçi, düşlerinin sarhoşluğu ile, sürekli konuşmakta olan, hayal kuran karısına öfkeyle bağırdı.
"Sus çılgın! Belki de bu hayallerinin hiçbirisi gerçekleşmeyecek. Bak bu son sandığın üzerinde ne yazıyor!"
"Beni açtığın takdirde herşeyini yitirirsin."
"Bize yeterli olan elimizdeki altın ve gümüşleri, sırf merakın yüzünden yitirecek kadar çılgın değilim. En akıllıca hareket, bu sandığı hiç açmadan yerine koymak, artık ondan bahsetmemek olacak."
"Çılgın mısın dedin? Zaten bu sandığı açmamakta ısrar etmekle, içinde ne olduğuna bakmamakla öyle olduğunu kanıtladın. Bizi çekemeyen, mutluluğumuz kıskanan kötü ruhlar, bizi bu zenginliklerden yoksun bırakmak için bu sandığı açmamızı istemiyor. Açarız, içi boşsa, ne yapalım, talihimize küseriz, o kadar. Diğer sandıklardaki altınları, paraları yitirmek için hiçbir neden yok. Bak! Etrafta kimsecikler yok. Eğer birileri, bize yaklaşmaya yeltenirse, acımadan şu yanındaki balta ile ona vururum."
Karısın bu sözlerine rağmen, hala kararsız olan çiftçi bir kaç kez sandığı toprağa gömmek istercesine eğildi, kalktı. Ama, kadının sürekli ısrarları, tehditleri ve ricalarına daha fazla karşı koyamayıp, yaşlı annesinin tüm uyarılarına karşın, kapağı açmaya karar verdi. Karı, koca güçlerini birleştirerek, açılmamakta olan kapağı açtılar. Ve… açılması ile birlikte, o ana kadar masmavi olan gökyüzünü kara bulutlar kapladı, şiddetli fırtına çıktı, yeryüzü sallanmaya başladı. Çiftçi ile karısı korkularından düşüp bayıldılar.
Kendilerine geldiklerinde, evvelce açmış oldukları iki sandık, içindekilerle birlikte yok olmuştu. Dehşet içinde, üçüncü sandıktan, kalın bir sis perdesinin arasından iki kocamın insan siluetinin şekillendiğini gördüler. Karşılarında, deri elbiseleri içinde Adem’le Havva’yı tanıdılar. Bir sesin onlara, "Kötü ve başarısız bir sınav geçirdiniz. Aynı durumda kalmadan, başkalarını yargılamaktan sakınınız. Adem’le Havva’nın yeryüzü cennetinde düştükleri durumun aynısını yaşadınız ve baştan çıktınız" diye hitap ettiğini duydular.
Bu sözlerden sonra, dumanlar arasındaki iki hayalet ve onlarla birlikte herşey kayboldu. Hala korku ile titremekte olan çiftçi ile iki kadın, yalnızca, bir toprak yığını üstündeki boş sandığı görebildiler. Kendini ilk toplayan yaşlı anne oldu ve çocuklarının ellerini şefkatle tutup, "Birdenbire gelen ve aynı şekilde kaybolan kayıplara karışan o servet için kendinizi üzmeyin. Zenginliğin, mutluluğun mutlak şart olduğunu da sanmayın. Ne mutlu elindekilerle yetinmeyi bilene…".
Aradan bir yıl geçti. Eliyahu Anavi ve çırağı Elişa, bir yıl önce geçtikleri kırlarda dolaşırken, önlerinde sergilenen mutlu tabloya baktılar. Aynı şekilde, çiftçiye öğle yemeğini getiren karısı ile yaşlı annesini gördüler. Ama, bu kez yanlarında, sevgiyle taşıdıkları, değerli bir yükleri küçük bir bebek vardı.
Çiftçi, çocuğu kolları arasında alıp, küçük yüzüne öpücükler kondurdu. Sonra oturup ona getirilen nefis yemekleri iştahla yedi. Yemekten sonra da, ona bu mutluluğu verdiği için Tanrı’ya şükretti. Eliyahu Anavi adama yaklaştı ve , "Görüyorum ki sabahtan akşama kadar, alnının  teri ile çalışıyor, yine de şikayet etmiyorsun. Herhalde büyük bir servetin sahibi olmalısın" dedi.
Çiftçi Eliyahu Anavi’yi hemen tanıdı.
"Ey, Tanrı’nın Elçisi! Seni hatırlıyorum. Beni sorgulaman gereksiz. Çünkü, sen de pekala büyük servetim olmadığını biliyorsun. Ama, Tanrı’ya şükür gözlerim açıldı, gerçeği görebildim. Artık, gerçek mutluluğun zenginlikle değil, ancak iç huzuru ile sağlandığını biliyoruz. Ve, evet mutluyuz. Bizi barındıran bir evimiz ve geçimimizi rahatça sağlayan bir tarlamız var. Bunlara ilaveten, Tanrı bizi daha büyük bir mutuluğa layık gördü. Şimdi, dünyanın tüm altınlardan, servetlerinden daha değerli, küçük bir bebeğimiz var.
Çiftçinin karısı da, kucağındaki çocuğu şefkatle öperek, gerçekten çok mutlu olduklarını belirtti. Yaşlı kadın da söze karıştı. Duygusal bir sesle,
"Çocuklarımın bu mutluluklarını gördükten sonra, artık huzur için ölebilirim" diyerek memnuniyetini gösterdi.
Tanrı’nın bu kullarının, doğru yolu bulmuş olduklarını göre Eliyahu Anavi çok hoşnut oldu. Onları kutsadı ve çırağı Elişa ile birlikte, memnun bir halde oradan uzaklaştı.

Kaynak:  Contes et Legendes  d’Israel