Mobilyacilar merdiven altindan çikiyor

Nur ŞAUL BARAKASGeçmiş yıllarda küçük atölyelerde faaliyet gösteren mobilyacılar sanayileşme sürecine girdi. Bu konuda hızlı bir gelişim gösteren sektör, markalaşmada ise aynı hızı yakalayamadı. Şirketler kendilerini geliştirmek adına fuarları yakından izliyor

Ekonomi
9 Ocak 2008 Çarşamba
Dünyada yaklaşık 200 milyar dolarlık hacme sahip olan mobilya pazarı her geçen gün biraz daha büyüyor. Dünyada mobilya konusunda en çok söz sahibi olan ülke kuşkusuz İtalya. İtalya tek başına dünya pazarının % 27 ‘sini elinde bulunduruyor. Türkiye’nin dünya mobilya pazarından aldığı pay ise %1. Üstelik yapılan araştırmalar KOBİ lerin %30’unun mobilya sektöründe faaliyet gösterdiğini söylüyor.
Her alanda olduğu gibi mobilyada da Çin , dünya pazarını tehdit etmeye devam ediyor. Pazarda söz sahibi olan İtalya ve Almanya’dan sonra Çin en büyük alıcı ve en büyük satıcırolünü üstlenmiş durumda.  Çin’i de Amerika takip ediyor.
Türkiye’de ise mobilya ihracatı istikrarlı bir büyüme sergiliyor. 1996’da 75 milyon dolar olan ihracat rakamı 2000 yılında 95.4 milyon dolara 2005 yılında ise 1 milyar dolara ulaşarak büyüme trendini yakaladı. Türk mobilyacılar, markalaşmanın ve tasarımların tüm dünyada ön plana çıkması gerçeğinden hareketle tasarım ve markalaşma çalışmalarına yöneldiler. Ancak henüz hedeflenen paya ulaşılamadığı açıkça görülüyor. 10 yıl öncesine kadar yeterli oranda tasarım çalışması olmayan Türkiye, son yıllarda Türk tasarımcılarının uluslar arası markalarla çalışması sayesinde adını duyurmaya başladı. İtalya’da en az 20 tane başarılı Türk mobilya tasarımcısı mevcut.
Dünyada mobilya konusunda önde gelen ülkeler Türk mobilyalarını Avrupa’ya yakın kalitede; Uzakdoğu’ya yakın fiyatlarda mobilyalar olarak değerlendiriyorlar.
İhracatçılar Birliği’nde henüz adları Ağaç İşçileri olarak geçse de, ülkemizdeki mobilyacılar, aralarında Amerika, Afrika ve AB ülkelerinin bulunduğu birçok noktaya ihracat yapıyorlar.
Mobilya sektöründe, Türkiye genelinde KOBİ niteliğinde yaklaşık 65 bin üretici işyeri faaliyet gösteriyor. Geçen yıllarda, küçük atölyelerin yoğun faaliyet gösterdiği  bir sektörken son birkaç yıl içerisinde sanayileşme sürecine girdi. Bugün ise 100’ün üzerinde sanayileşmiş şirket bulunuyor. Rakamlara göz atıldığında sanayileşme az görünse de, on yıl öncesinde 7NJ ile sınırlı olan sanayileşmiş mobilyaların sayısının 100’e çıkması önemli orada bir artışın olduğuna işaret etmektedir.
Sanayileşmede tüketicinin markalı ürünlere yönelmesinin etkisi büyük. Gelecek yıllarda küçük atölyelerin birleşerek fabrika kurmaları bir diğer olasılık olarak görünüyor. Sanayileşmeye geçiş ile birlikte üretim miktarının artması da sektörü büyüten önemli bir etken sanayileşme tüketicilere ürünlerin daha ucuz ulaşmasını sağlıyor.
Bunun dışında, sektörde son yıllarda ev, ofis, mutfak, banyo ve bahçe mobilyalarının ayrımının da netleşmesi sektörü büyüten unsurlardan biri olarak değerlendiriliyor.
Türkiye’de mobilya üretimi konusunda özellikle dört il ön plana çıktı. Büyük sanayi işletmelerinin yoğun olduğu Kayseri, Türkiye’nin en önemli mobilya üssü olarak nitelendiriliyor. Ankara , orta düzeyli fazla lükse kaçmayan mobilyaların üretildiği şehir, İzmir ve Bursa küçük ve orta ölçekli işletmelerin yoğun olduğu bölgeler olarak biliniyor.

Yabancı yatırımcıların YTL cinsi yatırım araçlarını satarak dövize yönelmeleri, YTL’nin hızla değer kaybetmesine, faizlerin de önemli ölçüde artmasına neden oldu. Finansal piyasalardaki bu hareket, yeni bir gelişmenin meydana gelmesinden daha çok, mevcut olan risklerin artık bazı yabancı yatırımcılar tarafından taşınmak istenmemesinden kaynaklandı…
Suzi APALAÇİ DAYAN
Finansal piyasalarda geçen hafta yaşanan çalkantıların ilk sinyalleri, yüksek çıkan nisan ayı enflasyon verilerinin ardından geldi. Merkez Bankası’nın kısa vadeli faizleri indirmesinden birkaç gün sonra açıklanan bu verilerin beklentilerin oldukça üzerinde olması piyasaları tedirgin etmeye başladı. Ancak, bu nedenlerden kaynaklanan kur ve faiz yükselişi nispeten sınırlı kaldı. Geçtiğimiz hafta ise, hem faizlerde, hem de kurlarda oldukça sert sayılabilecek bir yükseliş eğilimi başladı. Bu hareketin ardında birçok neden yatıyor.
Bunlardan ilki, Maliye’nin bazı yabancı banka ve aracı kurumları stopaj konusunda denetleyeceğine ilişkin çıkan söylentilerdir. Hatırlanacak olursa, 2006 yılından itibaren yatırımcılar tarafından alınan bono ve tahvillere %15 oranında stopaj vergisi getirilmişti. Bankaların kendi portföylerinde tuttuğu kağıtlar ise bu vergiden muaf tutuluyor. Geçen hafta Maliye’nin bazı yabancı bankaların bu stopaj işlemlerini denetleyeceğine ilişkin söylentilerin bono ve tahvil piyasasındaki satışları başlattığına dair söylemler var. Hafta içinde Maliye Bakanlığı’nın böyle bir denetlemenin olmadığına dair açıklama yapması piyasaları yatıştırmaya yeterli olmadı. Havanın olumsuza dönmesiyle birlikte uzun zamandır mevcut olan ancak piyasalar üzerinde fazla etkili olmayan riskler, özellikle yabancı yatırımcılar tarafından daha fazla taşınmak istenmedi ve yabancı çıkışları devam etti.
Bu risklerin bir kısmı uluslararası piyasalardan kaynaklanıyor, bazıları ise Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullardan. İlk olarak, gelişmiş ülkelerde faizlerin yükselme eğiliminde olması Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin cazibesini azaltıyor. Geçen hafta FED ABD’de gösterge faizleri %5’e yükseltti ve bundan sonra faizlerin seyrinin ekonomiye ilişkin açıklanacak verilere bağlı olduğunu söyledi. Yani, ABD’de faiz artırımları sürebilir. FED bundan sonraki toplantısında faizleri değiştirmese de, daha sonraki toplantılarda faizlerin artırılma olasılığı var. Yani, ABD’de faiz artırımlarının sonuna gelindiğini söylemek için henüz çok erken. Öte yandan, Euro Bölgesi’nde de faizlerin artırılması bekleniyor. Uzun dönemdir gevşek para politikası uygulayan Japonya Merkez Bankası da bu politikasına son verdiğini açıklayarak ileride "0" faiz oranının artabileceği sinyalini verdi. Uluslararası risklerden bir diğeri, İran ile BM arasında bu ülkenin nükleer programı ile ilgili yaşanan gerilimler ve bunun sonucunda askeri müdahale dahil bazı yaptırımların gelebileceğine ilişkin artan endişeler. İran ile ilgili yaşanabilecek sorunlar komşusu Türkiye’yi çok yakından ilgilendiriyor.
Türkiye’nin kendi dinamiklerinden kaynaklanan riskler ise erken seçim söylentilerinin ortaya çıkması, artan cari açık, yüksek nisan ayı enflasyonu, IMF’ye olan borçların erken ödenmesine dair sürdürülen tartışmalar ve bunun IMF ile sürdürülen programın sona erdirileceği şeklinde yarattığı endişeler olarak sayılabilir. Tabii bu saydığımız risklerden hiçbiri geçen hafta meydana gelmiş gelişmeler değil, sadece geçen hafta bazı yatırımcılar artık bu riskleri taşımak istemediklerine karar verdiler.
Sonuç olarak, 5 Mayıs Cuma günü 1.3195 YTL seviyesinde bulunan Merkez Bankası dolar satış kuru 12 Mayıs Cuma günü 1.3976 YTL seviyesine yükseldi. En hızlı yükselişin kaydedildiği Cuma günü dolar kuru serbest piyasada bu seviyenin de üzerine çıktı. Sonuç olarak, YTL dolar karşısında bir haftada %5.9 değer kaybetti. YTL’nin değer kaybının yanı sıra euro/dolar paritesindeki yükselişin de etkisiyle, YTL’nin euro karşısındaki değer kaybı dolara kıyasla çok daha fazla oldu. 5ᆠ Mayıs tarihleri arasında Merkez Bankası YTL/euro satış kuru 1.6658’den 1.7945’e yükseldi. Bu da, %7.7’lik artışa işaret ediyor. Öte yandan, 1 dolar ve 0.77 eurodan oluşan döviz sepeti de 1 haftada %6.8 artış kaydetti. İkinci el bono ve tahvil piyasasında gösterge niteliği taşıyan 9 Nisan 2008 vadeli tahvilin faizi ise 5ᆠ Mayıs tarihleri arasında %14.07’den %14.51’e yükseldi. Bono ve tahvil faizlerinin geldiği bu seviye 2005 yılının Kasım ayından bu yana ulaşılan en yüksek faiz seviyesi olarak dikkat çekiyor.
Ancak, faizlerin mevcut seviyesi bazı yatırımcılar için alım, kurların mevcut seviyesi de satış fırsatı olarak değerlendirilebilir. Hafta sonuna doğru bazı yabancı bankalardan gelen araştırma raporları geçen hafta yaşanan hareketin biraz sert olduğuna dikkat çekmeye başladılar bile. Bu durumda, önümüzdeki günlerde piyasaların yeni bir dengeye oturması beklenebilir. Doğal olarak, yabancı hareketlerini tahmin etmek pek mümkün olmadığı için bu yeni dengenin de nerede oluşacağını söylemek kolay değil. Ancak, kurların ve faizlerin eski seviyelerine dönmesinin zaman alacağını düşünüyorum. Özellikle Merkez Bankası’nın da önümüzdeki birkaç ay boyunca faizleri düşürme olasılığının oldukça düşük olduğunu göz önünde bulundurursak, bono ve tahvil faizlerinin hızla gerilemeyeceğini söylemek mümkün.