Din Hanesi

İzel ROZENTALKimliklerdeki din hanesinin isteğe bağlı silinebilecek olması, ister istemez kafaları biraz karıştırdı. Yahudiliğimizden utanmadan kimliğimizdeki din hanesini aynen muhafaza mı etmeli, yoksa sildirmeli miyiz? Sildirenlere yapıştırılacak "Allahsız - Dinsiz" yaftası da işin "bonus"u! Bu konuda tutumum ne olmalı diye kafa yorarken, rastlantı eseri elime esk

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba
Zamanın en ilerici ve solcu gazetesi Akşam’ın 19.03.1937 tarihli nüshasında yayımlanan ve Akşamcı müstearıyla yazan (Va-Nu) Vala Nurettin tarafından kaleme alınan bu makale, zihnimi açtı sanki…
Noktasına – virgülüne (ve hatta imla hatalarına bile) dokunmadan yazıyı aktarıyorum:

Akşamdan Akşama

TÜRK MUSEVÎLER
...
Umumî yerlerde türkçe konuşmak meselesi ekalliyet haklarını, ekalliyet davası da musevilerin vaziyetini ortaya attı. Birkaç gün evvel, musevi vatandaşlarımızdan ileri gelenlerin gazetelerde sözlerini ve yazılarını okuduk. Bunlar: "Museviler azlık (yani ekalliyet) değildir, Türktür ve türkçe konuşmalıdırlar!" diyorlar.
Böyle söyleyen cemaat reisidir.
İlk tezad buradan başlıyor: Türk camiasına dahil olan, ekalliyet olmıyan bir kütlenin "cemaat" halinde yaşaması, cemaat reisi bulunması nasıl akla sığar?
Osmanlı devrinde ekalliyet ve cemaat bir hakikatti. O devrin en büyük yanlışlığı, dil, din, ırk ve dil, hattâ ülkü farkları için birlik teşkil etmeğe çalışmasıdır.
Tam mânasile ekalliyet olmak için, yalnız dil ve din farkı değil, bilhassa ülkü başkalığı, başka bir anayurda bağlılık duygusu lâzımdır. Bu bakımdan, eskiden Türkiyede Yunan emelleri güden rumlar, kendilerine ayrı vatan istiyen ermeniler birer ekalliyetti. Hattâ, bunlardan bir kısmı Türk vatanının parçalanmasına çalıştıkları için ekalliyet de değil, düşmandılar.
O devirler geçti. Bu duyguda insanlar kalmadı. Şimdiki rumlar ve ermeniler, olsa olsa, sadece din ve dil bakımından Türklerden ayrılırlar. Türkiye Cumhuriyeti lâik olduğu, yani devlet resmen din tanımadığı için, din farkı Türkiyede bir ayrılık duvarı teşkil etmez. Arada yalnız bir dil kalıyor. Onu da kaldırarak Türk camiası içinde tamamen kaynaşmak kendi ellerindedir.
Bu işi en önce, ve en iyi şekilde yahudi vatandaşlarımız yapabilirler. Çünkü her yerde yapmışlardır. Bugün Fransada, İngilterede, yani millî birliğin en kuvvetli olduğu memleketlerde yahudilerin, tam bir Fransız veya İngilizden asla farkları yoktur. İngilterede olduğu gibi Fransada da yahudilerden devlet adamları, âlimler, adibler yetişmiştir. Fakat, bunlar kendi dinlerini muhafaza etmekle beraber, yahudilik diye bir sıfat akıllarına gelmez. Çünkü, ne kendi mektepleri, ne cemaatleri, ne dilleri vardır.
Şu halde Türkiyedeki museviler de hakikaten Türk olmak istiyorlarsa, (ki bu da kendi menfaatleri içindir) havrayı bırakmaya lüzum kalmadan Türk olabilirler:
İlk şart cemaat teşkilâtını bırakarak, hattâ kendi aralarındaki hususî ve dar cemiyet çerçevesini kırarak Türk camiası içine dağılmak.
İkinci şart hususî cemaat mekteplerini – kendileri – kapatarak Türk mekteplerine gitmek, ve bu suretle türkçeyi yavaş yavaş ana dili haline getirmek, ecnebî dilleri Türkler gibi "yabancı dil" olarak öğrenmek.
Bunlar yapılmadıkça, ortaya atılan Türklük iddiaları göz boyamaya mahsus süs kalır.
Akşamcı"
...

Böyle düşünürmüş zamanın önde gelen aydınlarından Va-Nu !
Aradan yetmiş yıl geçmiş, gerçekleşmiş olaylara bakarak yazarı eleştirmek kolay. Oysa yıl 1937 olunca, dönemin koşullarında idealist bir Türk aydınının böyle düşünmesi yadırganmayabilir belki… İyi de Fransa’daki bir Dreyfus olayından da mı bihaberdi Akşamcı? Yazarın "tam bir Fransız" diye tanımladığı Fransa Yahudileri’nin pek çoğunun sonu, bu yazının yayımlanmasından sadece üç-beş yıl sonra, gaz odaları oldu!
Ama asıl sorun bence Vala Nurettin’in ileriyi göremeyişinde değil. Özde şunu söylüyor yazar: "Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlet olduğundan, din farkı Türkiye’de bir ayrılık duvarı teşkil etmez, etse etse dil fark eder, Türkçe’nin bir an önce ana dili haline gelmesi gerekir. Cemaat kurumu bırakılmalı, Musevi okulu kapatılmalı".
Sizi duyar gibiyim: "…sonra da gelsin asimilasyon!"
İyi de, bugün artık Türkçe zaten ana dil olmadı mı? Türkiye’de yaşayan yirmi küsur bin Yahudi’nin kaç tanesi Türkçe ve İngilizce eğitim veren Musevi Lisesi’nin tezgâhından geçmiş ki? Kaç tanesinin cemaat kurumuyla doğrudan ilgisi var? "Cemaat" Meclis’te kaç milletvekiliyle temsil ediliyor? ABD’deki Yahudi lobisiyle ilişki kurmak ve bazı etkinlikler düzenlemek dışında "Cemaat Kurumu"nun bir etkisi-yetkisi var mı?
Evet, zaman içinde asimilasyona uğradık ama kalanlar gerçek anlamda Türk sayılıyor mu? Devlet memuru olabiliyor muyuz? Hiç Yahudi’den polis, subay ya da hariciyeci duydunuz mu? Milletin Sabetaycı avına çıktığı dönemde, bir Türk Yahudisi’nin bakan - başbakan olmayı düşünmesi hayalperestlik değilse nedir? Kimlikteki "din" hanesinin boş kalması mı bunu değiştirecek? Adamın geçmişi, soyu sopu didik didik edilecektir. Çünkü, burada önemli olan ne dilidir, ne de din yani inancıdır… sadece ırkıdır. Kimlikteki din hanesinin boş kalması "gerçeği" değiştirmez; Yahudi Yahudi’dir!
O halde, varsın kimliğimdeki din hanesi dolu kalsın! İnancım nasılsa kendime…