Kurtariciyi beklerken

Moiz VARONSayfamızın "Geniş Açı" bölümünde Moiz Varon`un, gazetemizin başyazarlarından İvo Molinas`ın 15 Şubat 2006 tarihli "Öteki" adlı yazısından yola çıkarak kaleme aldığı metni yayınlıyoruz

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba
İvo Molinas son başyazısında "Öteki ve Beriki"nin kavgasını durduracak bir "kurtarıcı"yı beklediğini söylüyordu. Beklenen "kurtarıcı" bir Mesih, bir Mehdi mi olmalıydı? Yoksa?...
Holokost’un magazin boyutuyla ele alındığı Şalom’daki söyleşide  Engin Ardıç’ı dinlerken bir makalesi düştü aklıma. Sabah’ta yazdığı dönemlerin bir makalesi. Çağdaş "Paradihma"yı anlattığı ve tanıttığı yazı.   "Evren nesneler olaylar arasındaki dinamik ilişkiler ağıdır"  olarak tanımlanan ve Görecelik Teorisi, Kuantum Mekaniği, Hologram Teorisi ve Doğu Mistizminin desteklediği "Paradigma"nın verileri "Evrende ‘birlik’ ve ‘teklik’ esastır" derken "Herkes herkesten ve her şeyden sorumludur" yargısında bulunuyor ve şu sonuç cümlesine varıyordu: "Bir böceği öldüren kendini öldürüyor demektir" ve çağrışım Hazret-i Muhammed’in sözlerini beynimin kıvrımlarına yerleştiriyordu: "Bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürüyor demektir" cümlenin mantığına göre,  herkesin ötekisi "Yahudi"nin 6 milyonu, kimliğinden ve inancından ötürü öldürülmüşse felsefi ve etik mânâda bir "insanlık" ın var oluşu mümkün olabilir miydi? Hem de Leibnitz’in "Mümkün olan âlemlerin en mükemmeli" dediği dünyamızda… İnsanları ölümlere götürebilen "kimlik"  kavramına bir bakalım.     
Zygmund Bauman’a göre "Kimlik bir tanımdır. Bu tanım siyasal, kültürel ve felsefi temele dayanır. Kimlik bireysel bir kimlik olan "ben"i ve kolektif bir kimlik olan "biz"i tanımlar.  "ben" ve "biz" kimliği zıt bir kavramla tanımlanır: "öteki"
"biz" le "öteki"  arasındaki karşıtlık ve benzersizlik, farklılık kavramı ile belirlenir.
Bir soru: Biz kimiz? Sorunun cevabı çok... Her cevap da doğru olmak iddiasında...
İnsanlar zaman ve mekân şartlarında bir kimlik arayışında. Bu arayışta insanlar her düzeydeki kimliklerin kuşatmasında. Ulusal kimlikler, etnik kimlikler, dinsel, cinsel, siyasal, kurumsal, sınıfsal kimlikler. Hepsi de "biz" i kendine çağırıyor. Milliyete, dine, ideolojiye. Kimliğe çağrının ötesinde kimlik, zorla dayatılıyor. Kimliklerin oluşum sürecinde bir dizi farklılıkla bağlantılı olarak bazı kimliklerin kötü, akıl dışı, anormal olduğu varsayılır. Özetle kimlik, "öteki" tanımlaması üzerine kurulur. Öteki, varlığıyla kimliğin doğruluğunu, normalliğini, akılcılığını şüpheli kılar. Bu yüzden "öteki" tarih boyunca doğru kimliği benimsemeye davet edilmiş, olmuyorsa baskı kurulmuş, susturulmuş, fethedilmiş, hattâ yok edilmiştir. Bu tavrın kökeninde hayatın içindeki haksızlıkların temelindeki "kötülük" kavramıyla, Nietzsche’nin tanımladığı "hınç" kavramı vardır.  Ölüme mahkûm bir çocuk, erkek egemen bir toplumda bir feminist kadın, özel yeteneklerine rağmen basit bir işte çalışma zorunda bırakılan bir bürokrat, sefalet içinde yaşamaya zorlanan bir toplumsal sınıf, dini ve/veya siyasi kimliği yüzünden soykırıma maruz kılınan bir halk, hayatın acımasız haksızlılığını yaşamışlardır. Yaşanan bu deneyimlere kötülük denir.  Eğer Tanrı’nın gücü her şeye yetiyorsa ve o iyi bir Tanrı’ysa o hâlde kim veya ne kötülüğün sorumlusudur? Cevap tartışmalıdır. Kötülüğün sorumlusu aranırken, "hınç" kavramına ilişkin toplumsal ve siyasal analizlere dayanarak ve çok kültürlü mekânların varlığı da göz önünde tutularak yeni bir uzlaşmacı ve demokratik kimlik siyaseti yaratma gereği ortaya çıkar. Bu siyaset "ötekilere" kimlik dayatmaktan, farklılığı cezalandırmak ve anormal olarak nitelemekten kaçınan, "ötekine" özen gösteren ve hayatın zenginliğine saygı duyan bir etiğe dayanmalıdır" Temenninin yaşama geçme şansını anlayabilmek için Erasmus’un açtığı pencereden bakmak gerek…
Erasmus Batı Hümanizminin kurucusu, gerçek bir hümanist, ılımlı bir reformisttir. Hümanizm insanı en yüce değer sayan öğretidir. Roterdamlı sıfatıyla anılsa da o, tam bir Avrupa vatandaşıdır. Tüm yaşamını insanları kitlesel çılgınlıklara kapılmaktan alıkoymaya, kargaşalıklara son vermeye adayan, tüm Avrupa uluslarını bilimin ve sanatın çatısı altında toplanan tek bir toplum olarak görmeyi en yüce ideal bilen bir düşünürdür. Savaşların öldürmelerin ve kargaşanın akıl dışı olduğunu söyleyen, birey olarak insanın bağımsızlığını özgürlüğünü savunan kişidir.  Ünlü eseri "Deliliğe Övgü" bağnazlığa, zorbalığa, tiranlığa soylu bir başkaldırıdır. Erasmus’un misyonu, en karşıt en bağdaşmaz düşünceleri Hümanizm öğretisine dayanarak uzlaştırmaktır. Erasmus’a göre savaş karşıtlıkların ve anlaşmazlıkların zorbaca giderildiği bir olgu olarak insanlık dışıdır.  Onun Avrupalı kimliği, hoşgörünün bağnazlığa, aklın tutkuya, barışın kaba kuvvete, dünya vatandaşlığının ulusçuluğa, evrimin devrime karşı çıkan tutarlı tavrını sergiler.   Erasmus’un idealleri ve düşünceleri yaşadığı yüzyıla damgasını vurdu."Uluslararası düzeyde barış ve esenlik"
Erasmus’a ve onun gibi düşünenlere göre Hümanizmin ilk dönemlerinde Avrupa’ya egemen olan anlayışa bağlılık ve toplumların o doğrultuda eğitilmesi, bu idealleri kalıcı kılabilirdi. Ne yazık ki, yanıldılar.
Yanılgının başlıca sebebi bağnazlığın ve kaosun itici gücü olan nefreti küçümsediler. Nefretin kaynağını oluşturan sebepleri görmezden geldiler. Sürü insanını besleyen gıdanın sevgi değil, nefret olduğunu anlayamadılar. Sürüyü değil, Çobanı eğitme, ona sevgiyi öğretme gereğini kavrayamadılar.
Acıdır ki, Erasmus anlayışı bu yüzden güçsüz ve etkisiz kaldı.
Görülüyor ki, "kurtarıcı" ne bir Mesih ne bir Mehdi olacak. Ancak çobanları eğitebilecek bir "Eğitmen".