22 Subat Çarsamba günü UÖML`de bir panel düzenlendi‘AB yolunda T&

Lora KOHEN YANAROCAKGeçtiğimiz hafta içinde UÖML`de düzenlenen " AB ve Türkiye" başlıklı bir panelde Can Baydarol, Meral Eliş, Soli Özel ve Sami Kohen görüşlerini bildirdiler

Toplum
9 Ocak 2008 Çarşamba
Son zamanlarda Türkiye ve hatta dünyanın gündemini oluşturan bir konu: "AB ve Türkiye"  22 Şubat  Çarşamba günü Ulus Özel Musevi Lisesi’nde düzenlenen  bir panelle tartışmaya sunuldu. Bu panelde  konusunda uzman dört panelist yer alıyordu: Referans Gazetesi’nden  Can Baydarol, İKV eski Başkanı  Meral Eriş,  Sabah Gazetesi’nden Soli Özel ve Milliyet Gazetesi’nden Sami Kohen.  Dinleyiciler  sadece Ulus Özel Musevi Lisesi öğrencileriyle sınırlı değildi. Üsküdar Amerikan, Eyüboğlu Koleji, Ayazağa Işık, Beyoğlu İtalyan, İtalyan Lisesi ve Avusturya Lisesi öğrencilerinin de katıldığı panelin moderatörlüğünden Lise Türkçe Edebiyat Bölüm Başkanı Tülay Gürler sorumluydu.
Panel, Tülay Gürler’in AB’nin tarihçesi hakkında kısa bir bilgi vermesiyle başladı ve  katılımcılara sorulan sorularla devam etti.
İlk soru Can Baydarol’a  yöneltildi:

AB nasıl ve hangi amaçla kuruldu ve bu birlikte yer alan ülkeler ne kazandı?
Öncelikle AB, üye ülkelerdeki demir ve kömür rezervlerini bir araya getirmek amacıyla kuruldu. Ancak daha sonra bu amaç politik bir kimliğe büründü ve barışta, ekonomide, refahı sağlamada ve istihdamda ortak kararlar alarak Avrupa’yı geliştirmek için  çalışmalar yapıldı. Günümüzde AB’ye üye olan yirmi beş ülkenin öbür ülkelerden ne farkı var diye sorarsak, AB ülkelerinin çok daha gelişmiş olduğunu söyleyebiliriz. AB üyeliği ülkelere, ekonomik ve siyasi istikrar kazandırmakta, vatandaşlarının yarınları planlandığından olağanın dışında bir durumla karşılaşmamalarını sağlanıyor. Tabii ki tüm bu düzen de beraberinde gelişmişliği getiriyor. Umarız Türkiye de bu haklardan ve avantajlardan yararlanabilir.
 Bu cevaptan sonra dinleyicilerin iyice konuya ısındığını gören  Gürler, ikinci sorusunu İktisadi Kalkınma Vakfı’nın eski başkanı olan Meral Eriş’e yöneltti:

Bir ülkenin AB’ye girmesi için ne yapması gerekir ve İktisadi Kalkınma Vakfı tam olarak neyle uğraşır?
AB kuruluş amacı itibariyle üç şeyi hedefler; barış, istikrar ve ekonomik refah. AB ülkeleri bu hedefleri II Dünya Savaşı sonrasında, tekrar aynı sıkıntıları ve sorunları yaşamamak için benimsedi ve içine alacağı her ülkenin de bu üç ilkeye uymasını şart koştu. Ayrıca AB’ye girecek olan ülkelerin, sadece siyasi bir kriter olmayan ve bu üç ilkeyi de kapsayan Kopenhag Kriterleri’ne de uymaları şarttır. AB’ye girebilmenin en önemli koşulu ise; ülkelerin ekonomik yapısıdır. Aday ülkenin  aynı AB ülkelerindeki gibi serbest piyasa  ekonomisi uygulaması gerekmektedir. Tabii ki AB’ye girmek için "tamam biz bu kurallara uyacağız" demek yetmez, önemli olan aday ülkelerin bu kuralları hayata geçirebilecek kapasitelerinin olmasıdır. İşte ancak bunları tamamen yapan ve gerekli kapasiteye sahip olan ülkeler AB’ye girebilir. İktisadi Kalkınma Vakfı ise  1965’te Türkiye-AB ilişkilerini incelemek amacıyla kurulmuş ve bu amaçta çalışmalarını sürdürmekte olan bir kurumdur.
Üçüncü konuşmacı olan Soli Özel’in sorusu ise şöyleydi:

Avrupalı olmak ne demek ve Türk insanı buna ne derecede entegre olabilir?
Aslında Avrupalı olmanın ne demek olduğu konusunda tam bir açıklama yapılamamaktadır; çünkü bu konuda Avrupalıların da kafası çok karışık. Avrupalı olmanın tanımı sürekli değişmekte. Ancak günümüzde Avrupalılar tarafından yapılan  genel tanım şöyle: Avrupalı demek "bizim rahatımızı bozmayın" demek. Peki "bizim rahatımızı bozmayın" ne demek? Bizim ekonomimize, refahımıza, barışımıza  yani rahatımıza dokunmayın ve karışmayın demek. Peki Türkiye bizim rahatımızı bozmayın tanımına uyabilir mi, yani sizin sorduğunuz gibi buna ne kadar entegre olabilir? Türkiye ile Avrupa arasında çok fark var ve bu da Türkiye’nin Avrupalı gibi entegre olmasını çok zorlaştırıyor.  En büyük fark kültür farkı. Avrupa’nın dünyaya bakış açısı çok modern bir boyuttayken, Türkiye’ninki çok da modern değil. Avrupa dini ve köylülüğü geride bırakmışken, Türkiye hala din ve köylülükle beraber yaşıyor. Yani din ve köylülükle bir arada yaşayan, o kadar modern olamayan, şiddet içeren ve analitik düşünce yapısına sahip olmayan Türkiye’nin Avrupa’ya entegre olması yani Avrupalı olması zor.
Dördüncü ve son soruysa Sami Kohen’e geldi:

Önümüzdeki günlerde Türkiye’yi neler bekliyor ve gençler AB konusunda neler yapmalı?
Türkiye’de sokağa çıkın ve insanlara teker teker sorun "neden AB üyesi olmak istiyorsunuz?" diye. Herkesten alacağınız cevaplar farklı farklıdır. Biri Avrupa’da  okumak istiyorum der, biri Avrupa’da çalışmak istiyorum der. Ancak unuttuğumuz küçük bir detay var: AB üyesi olunca  tüm bu imkanlardan hemen yararlanamayacağız ki. Bunlardan yararlanabilmemiz için geleceğin insanlarının, yani gençlerin AB’yi tanıması elzemdir. AB’nin kurallarını, yükümlülüklerini yerine getirebilmelidir. Ayrıca çok iyi derecede yabancı dil bilmeli ve Avrupalı gibi hareket etmeyi öğrenmeli. Aynı bir Avrupalı gibi gerek kültür, gerekse de ekonomik açıdan çağdaş hareket etmelidir.  Ve en önemlisi Türkiye’yi Avrupa’ya taşımak değil, Avrupa’yı Türkiye’ye taşımak gerekir.
Herkesin aklına takılan tek bir soru kalmıştı:

"Bizi AB’ye alırlar mı?"
Bu soruya verilen cevap ise gerçekten çok ilgi çekiciydi:
Diyelim ki Türkiye yapması gereken her şeyi yaptı. Ekonomisini, kültürünü Avrupa düzeyine ulaştırdı. Bu şartlar altında Avrupa’nın Türkiye’yi almaması için hiçbir sebep yokken ret cevabı geldi. Nedeni de Avrupa’da Türkiye’yi istemeyenlerin çoğunlukta olması. Peki bu durumda ne olur? Türkiye çok üzülür ama önemli olan hazırlanmak. Türkiye AB’ye girmek için her şeyi yaptıysa ve girmediyse içi rahat olacak, çünkü Türkiye o zaman belki AB adı altında değil ama gerçekten bir Avrupalı olacak…