Sinema karelerinde spor

Alp ALKAŞYeni yıl dileklerimi yazdığım yazıda, bu sene içerisinde yeni spor filmlerinin çekilmesini istediğimi söylemiştim. Henüz bu konuda hiçbir gelişme olmamasına karşın sizlerle şu ana kadar çekilmiş olan ve mutlaka görülmesi gereken spor filmlerinin bazılarını paylaşmak isterim. Bu filmlerin büyük çoğunluğu gerçek o

Spor
9 Ocak 2008 Çarşamba

White Man Can't Jump /
Beyazlar Beceremez

Billy ve Sydney kendilerinin çevredeki en iyi sokak basketbolcuları olduklarına inanırlar. Bir araya geldiklerinde yenilmez olacaklarına inanan ikilinin karşılarındaki en büyük rakipleri yine kendileri olacaktır. Bu sırada Billy’nin bölge mafyasına olan borcu, işleri içinden çıkılmaz bir hale getirecektir.

Seabiscuit  / Zafer Yolu
Seabiscuit, efsanevi yarış atı Seabiscuit'in gerçek hikayesini anlatıyor: Jeff Bridges'in canlandırdığı Seabiscuit'in sahibi Charles Howard, boksörlükten gelen, yarı kör olan jokey Red Pollard ve antrenör Tom Smith ile birlikte kimsenin ümit vermediği Seabiscuit'in tarihi başarılar kazanmasını sağlarlar.
Gary Ross'un olayları gerçek hikâyeye sadık kalarak aktardığı filmde Seabiscuit'i başarıya taşıyan üçlünün başlangıçtaki umutsuzluğunun ve olayların geçtiği 1930'ların Amerika'sının buhranlı atmosferinin altı çiziliyor.
Neredeyse tüm varlığını kaybetmiş eski bir milyoner olan Howard, boksörlükten jokeyliğe uzun ve zorlu bir geçiş dönemi yaşayan Pollard, şehir hayatına ve yeni işine adapte olmakta güçlük çeken kovboy Smith'i bir araya getiren, bir anlamda umutsuzluğun içinde umudu bulmalarını sağlayan Seabiscuit'i başarıya taşıma hayali gerçekleştiğinde dönemin ekonomik sıkıntı ve buhran içindeki Amerikan toplumuna önemli bir moral kaynağı olmuştu.

Coach Carter / Koç Carter
1999 yılında, bir spor eşyası mağazasının sahibi olan Ken Carter, Richmond Lisesi’nin basketbol programını idare etmek için koçluk görevine getirilir. Oyuncularının sahadaki ve olaylara yaklaşımındaki acizliği, Carter’a büyük bir değişim yapması gerektiğini hissettirir. Basketbol programına katılacak öğrencilerle yazılı bir sözleşme yaparak işe koyulur. Bu kontratlarda oyuncuların davranışlarından, not ortalamalarına, giyim kuşamlarına kadar pek çok konuda kurallar mevcuttur. İlk başta duruma tepki gösteren oyuncular, Carter’ın tavizden uzak yaklaşımına boyun eğmek durumunda kalırken, sahada başarılı olmaya başlarlar. Sahadaki başarı, oyuncuların gereğinden fazla kendilerine güvenmelerine sebep olurken, Koç Carter, öğrencilerinin kontrattaki yükümlülüklerine uymamaları üzerine programı durdurur. Spor salonunun kapısına kilit vuran Carter tüm baskılara rağmen öğrencileri not ortalamalarını düzeltene kadar uygulamasını sürdürür. Bu süreçte, Carter öğrencilerinin hayatın sadece sahada oynanan spordan çok daha öte bir şey olduğunu öğrencilerine anlatmak ister ve bu konuda tahmin ettiğinden çok daha başarılı olur.

Remember the Titans / Titanlar
Amerika’da kapatılan biri beyazlara diğeri siyahi öğrencilere eğitim veren iki okulun öğrencileri, T.C. Williams Lisesi çatısında toplanırlar. Siyah – Beyaz ayrımıyla çalkalanan okulun koçluğuna, uzun süredir görevini başarıyla sürdüren Bill Yoast yerine, siyahi olan Herman Boone getirilir. Koç Yoast ise takımın savunma koordinatörlüğüne atanır. Filmin devamı hakkında başka ipucu vermeyeceğim. Mutlaka görülmesi ve seyretmemiş olanların kolundan tutulup gösterilmesi gereken bir film. Filmin sonunda da göreceğiniz gibi filmde konu edilen bütün olaylar 1971 yılında yaşanan gerçek olaylar üzerine kuruludur.

Rudy

Rudy, çelik madeninin çevresine kurulmuş olan küçük bir kasabada yaşamaktadır. Çevresindeki herkes hayatlarının bir noktasında bu fabrikada çalışmak durumunda kalırken, Rudy Notre Dame’da Amerikan futbolu oynamak istemektedir. Fakat önüne birkaç küçük engel çıkacaktır. Notları Notre Dame’da okumak için çok düşük, atletik yetenekleri takıma girmeye müsait değil ve diğer oyuncuların neredeyse yarısı kadardır. Fakat Rudy’nin kararlılığı ve çalışma azmi, ona, bir maç için bile olsa istediği formayı giyme şansını sunacaktır. Rudy T. Sahay çıktığında siz de tribünlerdekiler ile birlikte ayağa kalkacaksınız…

Rocky
Hakkında pek bir şey söylemeye gerek olmayan bu film klasiği özellikle biz 80’lerin çocukları için çok daha fazla ilgi çekmekte. Bizim için her çok kaslı uzun beyaz Ivan Dragon, her sert yumruk "Rocky yumruğu" adını almıştır. Yenisi de çekiliyormuş… Umarım Rocky IV’den sonra yaşanan düşüşü durduran bir film olur.
Chariots of Fire / Ateş Arabaları
Chariots of Fire, ünlü Yahudi atlet Harold Abrahams’ın hayatını anlatan bir başyapıttır. Filmde, iki genç atletin 1924 Olimpiyatları’nda İngiltere adına yarışırken yaşadıkları rekabeti konu alır. Bu atletlerden ilki, bir İskoç misyoner olan Eric,  Tanrı’yı onurlandırmak için yarışmaktadır. Zengin bir Yahudi ailenin çocuğu olan Harold ise, Cambridge’de üne sahip olmak için yarışmaktadır. Film ise bu iki atletin müthiş başarılarını ve söz konusu ikiliden atletten Eric’in misyoner, Harold’un da işadamı ve sporcu avukatı oluşunu anlatır. Filmin sporcuların psikolojisine yaklaşımı filme apayrı bir anlam katmaktadır. Ayrıca film 1982 yılında "En İyi Film" Oscar’ını da kazanmayı başarmıştır.

Escape to Victory /
Zafere Kaçış
İkinci Dünya Savaşı’nda, bir grup savaş tutuklusu propaganda amaçlı bir gösteri maçına davet edilirler. Yıldızlardan oluşan bir Nazi takımıyla bu müttefik savaş tutukluları arasında bir futbol maçı tertiplenecektir. Teklifi kabul eden ve aralarında Sylvester Stallone’yi kaleci, Michael Caine, Pelé, Bobby Moore, Osvaldo Ardiles gibi yıldızları da futbolcu olarak barındıran tutuklular, bu maçı kaçış planları için kullanmayı kararlaştırırlar.