Eskiden Sevgililer Günü mü vardı. Çiçek de pahalıysa alınmazdı. Ancak dertler paylaşılır, iyi günde kötü günde beraber olunmaya verilen söz, bir yastıkta kocayan çiftlerden birinin, hayata gözlerini yumması ile bozulurdu. Dizide de ilk önce modaya özenen, sonra kendi gerçeklerine dönen çift, aslında yaşamın ta kendisi. Bakmakla görmek arasındaki çizgi. Yaşamın yakalanan ucu.
Tel-Aviv Cameri Tiyatrosu Raquiem adlı oyununu Atatürk Kültür Merkezi sahnesinde seyirciye sundu. Oyun bir pişmanlıklar ve keşkeler tragedyası idi. Kaybedilen eşe zamanında söylenilmeyen sözlere duyulan pişmanlık. Kaçırılan yaşam fırsatlarına duyulan pişmanlık. Geçip giden yaşamın ucundan tutunamamaya duyulan pişmanlık. Uzun bir evliliğin içinde eşine sadece bakan, görmeyen bir adamın yalnızlık çığlığı ve pişmanlığı.
Günümüzde çoğu gençler, sığ sevgilerini yaşıyorlar. Bakıp görüyorlar mı, hayatı yaşıyorlar mı belli değil. Çok laf ediyorlar. Çok çok konuşuyorlar. Canım, aşkım, sevgilim sözleri sürekli dudaklarının arasında. O kadar dudaklarında ki "aşkım" sözcüğü, kediye de, çocuğa da, çiçeğe de, böceğe de, toruna da "aşkım" kullanılıyor. Sonuç; Gittikçe birbirine tahammül edemeyip ayrılan çiftlerin çokluğu "iyi ve kötü günde beraber" olma yemini edip, canım aşkım sözleri ile boğulup, "frekanslarımız uyuşmadı, elektriğimiz bitti" diye yolun başında ayrılan gençler. Hayat zor. Otuz yıllık evliliğinin içinde "biliyor musun sevgililer günü için sana birşey aldım" diyen eşini; "ne luzüm vardı şimdi benim de almam lazım" diye yanıtlayan arkadaşıma cevabım; hediyeler yürektense karşılığına gerek yok. Hediyeler için sevgililer gününü de beklemeye hiç gerek yok.
Lisede edebiyat dersinde, görmekle bakmak arasındaki farkı anlatmak için saatlerini harcayan, küçük mutlulukların önemini tartışmaya açan öğretmenlerime teşekkürler.