Tu Bişvat

Sara Yanarocak"İçinde yeşillik ve ağaç olmayan kasabalarda oturmak yasaktır." Babil Talmudu: 4:12"Bir kentte savaşırken, kenti ele geçirmek için kuşatma uzun sürerse, ağaçlarına balta vurup yok etmeyeceksiniz. Ağaçların ürünlerini yiyebilirsiniz, ama onları kesmeyeceksiniz. Çünkü kırdaki ağaçlar insan değil ki kuşatma altına alasın

Kavram
9 Ocak 2008 Çarşamba
Aklı başında bir kişi olan Honi, bir gün keçiboynuzu ağacı dikmekte olan yaşlı bir adama rastlamış. Honi "Ne diye bu fidanı dikiyorsun?" demiş. "Sen bir ağacın doğru dürüst meyve verebilmesi için yetmiş sene geçmesi gerektiğini bilmiyormusun? Sen o zamana kadar zaten ölmüş olacaksın!" diye eklemiş.
Yaşlı adam "önemli değil" diye cevap vermiş. "Büyükbabamın benim için diktiği fidanlar gibi, ben de şimdi torunlarım için dikiyorum" demiş. Honi cevap vermemiş, yoluna devam etmiş. Bir süre sonra kendini müthiş derecede yorgun hissetmiş; yere uzanmış ve uyuyakalmış. Fakat bu normal bir uyku değilmiş. Honi tam 70 sene boyunca uyumuş. Uyandığı zaman, yaşlı adamın diktiği fidanın kocaman bir ağaç olduğunu görmüş. Genç bir adamın ağaçtan meyva kopartıp çocuklarına yedirdiğini görmüş. Honi genç adamın yanına yaklaşarak "bu ağacı kim dikti?" diye sormuş. Delikanlı "büyükbabam" diye yanıtlamış.
Honi aniden yıllarca uyuduğunu farketmiş. Yaşlı adamın söylediklerini düşünmüş ve kendinden sonra gelecek olan insanlar için ağaç fidanları dikmeye başlamış.
Bir Talmud efsanesi olan Honi’nin bu öyküsü (Ta’anit 23 a) Yahudilerin asırlar boyunca kendinden sonra gelecek olan kuşaklar için ağaç dikmeleri gerektiğini anlatan bir öyküdür. Kişiler kendileri için dikilen ağaçlara müteşekkir olurken, borçlarını kendilerinden sonra gelecek kuşaklara ağaç fidanı dikerek ödemeleridir.
Şevat ayının 15. günü olan Tu Bişvat günü genelde Ocak veya Şubat ayına gelir. Önceleri sadece ağaçları kutsamak için anılan bugün, giderek daha da önem kazanmış: Şimdi çiftçilerin, bahçevanlarının ve tarımla uğraşan herkesin ulusal bayramı haline gelmiştir. Yahudiler gerçekten de ağaca ve yeşilliğe çok düşkündür. Hem İsrail’de hem de Diaspara’daki Yahudi cemaatlerinde bu güne özel bir ilgi ve özen gösterilir.
Ağaç dikme yerine İsrail’de Ulusal Yahudi Fonuna (KKL) bağışta bulunan kişiler genellikle keselerine göre 91 dolar ve 91 sent bağışta bulunurlar.
Gematria’ya göre ibranice ağaç anlamına gelen "ilan" kelimesinin sayısal değeri 91 olduğundan bu sayıyı sembolik olarak bağış parası olarak kullanmaktadırlar.

BİR TU BİŞVAT MUCİZESİ

Bu öykü anlatılan diğer Tu Bişvat öykülerinde olduğu gibi 15 Şevat günü ağaçların yeni yılında, birbirlerini nasıl kutladıklarını, öpüşüp sarıldıklarını anlatır. Bu öykü 10 kayıp kabileninin yaşadığı yer olan Sambatyon Nehri’nin etrafında geçmektedir. Tüm hafta boyunca nehir kayaların ve taşların üzerinden çağıldayarak geçtiği için hiç kimse nehrin diğer tarafına yürüyerek geçememektedir. Şabat günü nehir dinlendiğinde buradan geçmek yine imkansızdır, çünkü insanların Şabat günü seyahat etmeleri yasaktır. İşte bu yüzden kayıp 10 kabile sürekli kalmışlardır  sürgünde. Folklorik inanışa göre bu bölgede yaşayan 10 kayıp kabileninin halkı uzun boylu, güçlü kuvvetli ve cesur insanlardan meydana gelen bir topluluktur ve adları "Moşe’nin çocukları’dır. Nehrin öteki tarafında oturan Moşe’nin çocukları, Yahudiliğin tüm kaidelerini yerine getiren has bir topluluktur. Zaman zaman nehrin öbür yanındaki Yahudilerin de imdadına yetişirler. Ortaçağ dönemlerinde Yahudi toplulukları saldırıya ve katliama uğradıkları zaman, birçok seyyah yollara düşmüş ve bu efsanevi Yahudileri bulmaya çalışmışlardır.
Bir sabah ülkenin kralı, her zaman olduğu gibi şehrin dışına çıkmış, kılık değiştirerek kendisine eşlik eden veziriyle birlikte yürümeye başlamış. Birden oradaki bir Yahudi okulunun öğrencilerinin söylediği bir şarkı kulağına çalınmış. Çocuklar hep bir ağızdan öğretmenlerinin söylediği şarkı sözlerini tekrarlıyorlarmış. Öğretmenleri onlara bu sözleri yabancı bir dilden, ülkenin yerel diline çevirerek öğretiyormuş. Kulağına Tesniye kitabından bir cümle takılmış:Kim, bin kişiyi etkiler ve onbinleri ürkütür?
Bu sözlerden çok etkilenen kral, bu soruların cevaplarını öğrenmek ister. Okula girer ve cevapları öğretmenden ister. Söyle bana hangi insan bu denli güçlü olabilir? diye sorar.
Öğretmen, "Kralım bu cevabı size ancak Rabi’miz verebilir, lütfen ona sorun" der. Kral sarayına döner, ertesi gün başhahamı huzuruna getirtir.
"Sayın haham, geçen gün geçtiğim bir okulunuzdan şöyle bir şarkının söylendiğini duydum. "Kim bin kişiyi etkiler ve onbinleri ürkütür?" Eğer gerçekten böyle bir adam varsa onunla tanışmak isterim" der.
Haham "sayın kralımız, bizim Tora’mız, gerçeğin Tora’sıdır. Evet gerçekten de binleri etkileyen ve onbinleri ürküten adamlar var. Bu adamların adı Moşe’nin Çocuklar’ı. Bunların hepsi de çok uzun boylu, kahraman ve cesur insanlardır. Ama onların yaşadığı ülke çok uzak bir mesafededir" diye kaygıyla cevap verir.
Kral; "eğer gerçekleri söylüyorsan, bu adamların tekini benim karşıma getireceksin, aksi halde krallığımda yaşayan tüm Yahudileri öldürteceğim" diye haykırır.
Haham yüreğinde büyük bir sıkıntıyla dışarı çıkar. Bu kadar kısa bir sürede Moşe’nin oğullarından birine nasıl ulaşabilecektir ki? Tüm Yahudileri büyük bir korku kaplar. Üzerlerine çuvallar geçirirler, kafalarından aşağı küller dökerler ve topluca mateme girerler. 30 gün 30 gece sürecek bir oruç dönemi ilan ederler sinagoglara oruçlu olarak girip, hep birlikte dua etmeye başlarlar: "Lütfen Tanrım, bize yardım et ve bu belayı başımızdan al" diye yakarırlar. Cemaatte bir mesaj kulaktan kulağa yayılır; her kim ölümü göze alıp, Moşe’nin Çocuklar’ının diyarına gitmeyi kabul ediyorsa, lütfen öne çıksın"
Dua edenlerin arasından genç bir sofu adam, herkesin sıkıntısını kalbinin içinde duyumsadığından ileri atılır ve "ben gideceğim" diye kendini tanıtır. Haham ona ülkenin yolunu tarif eder ve acele yardım isteyen bir mektup yazarak, Moşe’nin Çocuklar’ının ülkesindeki başhahama iletmek üzere gence verir.
Yahudi genç eşeğine biner, yola çıkar. İlk gün yolculuk rahat geçer ve gece dinlenir. Böylece günlerce yol alır. Geceleri vahşi hayvanlardan korunabilmek için ağaçlara tırmanır ve dalların arasında yatıp uyur. Böylece sonunda çok sık bir ormana girer. Patika’dan ilerler. Bu patikanın sonunda yolu ikiye ayıran azgın bir nehir vardır. Çok yorgundur. Eşeğini bir iple ağaca bağlar, onu doyurur, kendi de yemeğini yer ve yine ağaçlara tırmanarak uykuya dalar.
O gece Tu Bişvat gecesidir. Yani ağaçların yeniyıl bayramıdır. Geleneğe göre o akşam tüm ağaçlar öpüşerek birbirlerinin yeni yılını kutlarlar.
O gece eğilerek birbirlerini öpen ağaçlar dallarında derin bir şekilde uyuyan genci birbirlerinin kucağına verirler. Eğilen her ağaç genci diğerinin dallarına aktarırken, sabah oluverir. Genç adam uyanır,  ağaçtan aşağı iner ve eşeğini aramaya başlar. Hiçbir tarafta onu bulamaz. Gece uyurken daldan dala tüm ormanı katettiğinin farkında bile değildir. Birden bire bir ırmağın kenarında olduğunu farkeder. Hemen yakınında iki genç kız yüzlerini ırmağın suyu ile yıkamaktadır. Onu farkettikleri zaman kızlar merakla onu izlemeye başlarlar. Genç Yahudi delikanlının kalbi heyecanla çarpmaktadır. Moşe’nin Oğullar’ının ülkesine geldiğini anlamıştır. Kızlara görevlerinden bahseder. Kızlar ülkenin başhahamının çocuklarıdır. Onu yanlarına alarak babalarına götürürler.
Haham onu sıcak bir biçimde karşılar. Genç adam hemen cebindeki mektubu ona verir. Haham mektubu dikkatle okur. Sonra ona "bu gece bizimle kal, yarın seni ülkene geri gönderirim" dedi. "Bizlerden biri seni kralına götürür" diye ekler.
"Ama kaybedecek zamanımızyok, kralın bize verdiği süre yarın bitiyor" der telaşla.
Haham; "korkma, hiçbir Yahudinin kılına bile zarar gelmeden, bizimkilerden biri senin kralının yanısıra ulaşacaktır" dedi.  Sonra ülkesinde bir ferman çıkartırır.  "Duyduk duymadık demeyin uzak bir ülkedeki Yahudilerin başı belada. Onlara yardım edecek olan bir kişi ortaya çıksın. Moşe’nin çocukları arasından bir adam ortaya çıkar. Bu adamın tek eli ve tek gözü vardır. "Beni gönder, ben gideyim" der. Haham onu sevgiyle karşılar. Ona görevini anlatır, kutsar ve sabah yola çıkmasını söyler.
Sabah, adam genç Yahudiyi kolunun üzerinde taşıyarak "gözlerini sıkıca yum" der. Genç denileni yapar. Sonra adam gözlerini aç" der. Genç gözlerini açınca  söyle bakalım, senin şehrin burası mı? diye sorar. Bizimki hayranlıkla "gerçekten de öyle, nasıl bu kadar hızlı gelebildik?" diye sorar.
Devler ülkesinin elçisi genci ayağının dibine kondurur. Git kralına burada olduğumu ve sarayına gelmeye hazır olduğumu söyle" der. Genç Yahudi önce Rabbi’nin evine gider. Olanları anlatır. Rabbi kralın huzuran çıkarak,  "Moşe’nin Oğulları ülkesinden gelen adam burada, şehrin girişinde bekliyor, der. Kral "hemen onu huzuruma getirin" diye emreder.
Moşe’nin oğlu kimseye danışmadan şehre girer ama yol çok dardır. Etraftaki binaları istemeden ezer. Şehirde kıyametler kopar. İnsanlar feryatlar içinde krala giderek "nedir bu başımıza gelen? Şehri kafamıza mı yıktıracaksın?" diye feryat ederler.
Kral korkuyla hahama dönerek, "adamına durmasını söyle. Onu bir yere oturt ve benim onun yanına geleceğimi söyle" Kral arabasını hazırlatır. Yanına hahamı alarak ona biner. Hızla Moşe’nin oğlunun yanına gider. Devi ve yaptıklarını gören kral, saygıyla onun önünde eğilerek, hürmetle "lütfen yurduna barış içinde dön, artık sizin Tora’nızda yazan sözlere inanıyorum. Kendi gözlerimle birinin binleri nasıl etkilediğini ve onbinleri nasıl ürküttüğünü gördüm"
"Tanrı tüm İsrail şehirlerini korusun! der.

Kaynak:
Yunan folklorik öyküsü
The Jewish Year
Celebrating The Holidays