Filistin Yönetiminde yapılan 25 Ocak genel seçimlerinde, Hamas, meclisin132 sandalyesinin 76sını kazanarak birinci parti olmayı başardı. Böylece kurulacak Filistin Devletinin hükümetini tek parti olarak kurma şansını yakaladı. Yeni kurulacak bir devletin sağlam demokratik kurumlara ihtiyacı varken seçimleri terör örgütünün kazanmasını bir devletin başına gelebilecek en büyük talihsizlik olarak yorumlayabiliriz.
11 Eylül sonrasında dünya sistemi güvenliğe dayalı yeni bir boyuta geçerken, uluslararası kamuoyunun Filistinde oluşacak terör hükümetine yaklaşımını tepkili oldu. ABD Yönetimi tüm dünyaya globalleşme çerçevesinde demokrasi hareketini aşılamaya çalışırken, İslamcı örgüt Hamasın demokratik yollarla birinci parti olması ABDnin kendi silahı ile vurulmasına neden oldu. Filistin ile ilişkiye girecek devletlerin muhatap alacakları hükümetin ve sözcülerinin meşru olması gerekiyor. Ancak terörist olarak anılan kişiler tarafından kurulacak bu hükümet ile nereye kadar diplomatik iletişim kurulabilecek? Bu sorulara İsrail, ABD ve Türkiye üçgeni açısından yaklaşmakta fayda var. Tabii ki Hamasın kendi boyutu da soruna farklı bir zemine taşıyor.
Seçim sonuçlarının İsrail ve ABDde şok etki yaratmasını Hamasın birinci parti olarak galip gelmesine değil, mecliste %66lık gibi bir oranla iktidarı sağlamasına bağlamak lazım. Zaten son zamanlarda kamuoyu anketlerine göre Hamasın el-Fetihe karşı oyların çoğunu toplayacağı bekleniyordu. Ancak bu kadar fazla oy alması beklenmiyordu. Hükümeti kurmak için iki partinin Hamas birinci olmak üzere el-Fetih ile koalisyona gitmesi bekleniyordu. Ancak seçim sonuçları Hamasın tek başına bir devlet hükümeti olabileceğini işaret ediyor. Hamasın bu çizgide izleyeceği yol çok önemli. Hamasın önünde iki seçenek var: Ya uluslar arası kamuoyunun "silah bırakma" çağrısına boyun eğerek devlet politikaları üretecek ve barışa katkıda bulunacak, ya da radikal söylem ve eylemlerle siyasi hayata başlamadan fişini çektirecek. Şu anda iktidar olmanın vermiş olduğu haz ile birinci seçeneği uygulaması büyük olasılık.
El-Fetihin de geçmişine bakıldığı zaman 1988lerde terör örgütü olarak ABD ve AB listelerinde yer alırken 1993te başlatılan Oslo sürecinden sonra terör örgütleri listesinden çıkarıldı ve ilerde kurulacak Filistin Devletinin lideri Arafat olmak üzere meşru bir partisi olarak kabul edildi.
Cambridge Üniversitesinde görevli Dr. Yezid Sayighin de "Armed Struggle and the State" (silahlı direniş ve devlet) adlı kitabında belirttiği gibi 1987 İntifadasından sonra Oslo barış süreci ile beraber azılı bir terör örgütü olmaktan vazgeçen El-Fetih önce silahlı mücadeleden vazgeçti ve arkasından barışa katkıda bulunarak Filistin hükümetini kurmayı başardı.
Bir örgütün "silahlı direnişte bulunması", amacına ulaşmak için tek çareyi şiddet eylemlerinde ve bombalı saldırılarda bulması anlamına geliyor. "Silahı bırakması" ise şiddet eylemlerinde bulunan grubun örgüt olmaktan çıkıp siyaset yapmaya yani amacına uzlaşma yolu ile ulaşması anlamına gelir.
İsrail-Filistin meselesinde Hamasın asıl amacı kendilere göre işgal edilmiş topraklarda İslama dayalı bir Filistin Devleti kurmak. El-Fetih 1990lı yıllarda laik bir Filistin devleti kurmak için "silah bırakıp" siyasete katılmayı tercih etti. Böylece terör örgütü sıfatından çıkarılıp siyasi parti olma özelliği kazandı. Eğer Hamas da taşları doğru yere koymayı başarırsa El-Fetihin yolunu izleyebilir ve Ortadoğu daha da kaosa sürüklenmez.
Tabii ki tüm bu söylemler birer varsayım. Sonuçlar açıklanır açıklanmaz başta ABD Başkanı George W. Bush olmak üzere İsrailin geçici Başbakanı Ehud Olmert, Hamasın yer alacağı hiçbir zirveye ve anlaşmaya katılmayacağını açıkladılar. Eğer Hamas silah bırakmaz ise ekonomik yardımın da kesileceğini bildirdiler. Bunun sebebi onların da çok bilinmezli bir denklemin içinde yer almaları. Bu denklemi çözmek için doğru araçlara ve yeterli zamana ihtiyaç var.
İsrailin iç politikasına bakıldığı zaman tam bir karmaşa gözlemleniyor. "Tek taraflı geri çekilmenin" mimarı Başbakan Ariel Şaron kurucusu olduğu Likud Partisinden ayrılıp yeni bir parti kurdu, ancak hemen ardından sağlık nedeni ile politika sahnesinden geri çekildi. Likudun başına eski şahinlerden Binyamin Netanyahu geldi ve İşçi Partisinin yeni lideri Amir Peretz oldu.
Tüm bu değişkenler birbirine eklendiğinde karşımıza seçim politikası çıkıyor. 28 Martta gerçekleşecek seçimlerde kimin galip olacağını tahmin etmek pek de zor değil. Halk politika sahnesinde yeni boy göstermeye başlayan Amir Peretzin fikirlerini takdir etse bile şu anda başlarına gelmiş Hamas gibi bir felaket nedeniyle ona oy vermekten kaçınabilir. Netanyahunun ise barışı çıkmaza sokacak fikirleri ile hiç şansı yok. Geriye tek bir alternatif kalıyor: geçici Başbakan Ehud Olmert ve yeni parti Kadima. Eğer gerçekten İsraildeki genel seçimlerde Kadima birinci parti olmayı başarırsa barış yolunda yapılan atılımların devam etme şansı bir derece artar. Bunu sebebi açıkça ortada; Kadima, Ariel Şaronun planına sağdık kalarak Gazze boşaltmasının aynısını Batı Şeriada da gerçekleştirmek isteyecek. Tabii ki bunu güvenlik şartına yani Hamasın "silah bırakma" politikasına bağlı olarak yapacak. Filistin Lideri Mahmud Abbas tarafından hükümeti kurma görevi Hamasa örgüt olarak değil siyasi bir parti olarak verilecek. Bu nedenle Hamas da uzun süreli "hudnayı" (geçici ateşkesi) uygulamak zorunda kalacak. Hamasın siyasi kanadı yeni hükümeti kurma çalışmalarında vahşi eylemlere son verecek. Tüm bu varsayımlar tabii ki birer olasılık. Hiçbir devlet ileride henüz ne olacağını kestiremiyor.
Amerikan hükümeti de İsrail politikacıları gibi Hamasın aldığı sonuçdan şaşkın. Yetkililer yöneltilen sorulara Hamas ile diplomatik ilişkiye geçmeyiz gibi söylemlerde bulunuyor. Ancak gündeminde bitmek bilmeyen Irak savaşı ve nükleer sorun teşkil eden İran varken ABDnin bu konuya ne kadar ciddiyetle baktığı biraz şüphe uyandırıyor. Fakat bunun yanı sıra demokrasiye aykırı bir sistemin gelişmesine de izin verecek gibi durmuyor. Türkiyenin bu konuda sergileyeceği tutum geçmişten pek farklı olmayacak gibi görünüyor. Başbakan Tayyip Erdoğanın Hamasa sert bir uyarıda bulunup arkasından da destek vermesi Türkiyenin her zamanki tarafsız tutumunun bir ifadesi. Sonuç olarak bu sorun yine İsrailin kendi iç politikasında eritilip kendi dinamikleri ile halletmesi gereken bir durum oldu.
Hamasın zaferi, artık bir örgüt olmaktan çıkıp siyasi bir parti olması gerektiğini ortaya koyuyor. Bu zafer, gerek Filistinliler gerekse de seçimlerin gerçekleşmesi için destek veren ve Filistinlilere yardım olarak milyonlarca doları akıtan Batı için büyük bir test olma özeliğini taşıyor. Arap alemi ise Filistin Hükümetinin El-Fetih gibi laik bir parti yerine Hamas gibi terörist lakaplı bir parti tarafından kurulmasını hayretle izliyor.
Seçimin bu şekilde sonuçlanmasında El-Fetihin 50 yıllık kötü deneyimi büyük rol oynuyor. El-Fetihin efsanevi lideri Yaser Arafat döneminde ve vefatının ardından Mahmud Abbasın liderliği döneminde devam eden El-Fetih yönetimi, Filistinliler için sorunlara çözüm getirmekten uzaklaşarak değişen zamana ayak uyduramayacak konuma gelmişti. Bu nedenle Abbas ve El-Fetih, Filistinliler gözünde statükocu yapıyı terk edememekle suçlandı. Tabii ki buna El-Fetihin Arafat döneminde yolsuzluk ve rüşvet gibi kötü siyaseti de eklenince halk stratejik kararını Hamas yönünde verdi.
2005 yılında Filistin yerel seçimlerinde Hamasın sandıktan büyük başarı ile çıkması, 25 Ocak seçim sonuçlarının bir ön göstergesi olarak değerlendirilmeli. Asıl önemli olan bundan sonra Hamasın siyasette sergileyeceği tablo. Tüm dünyanın dikkatlerinin toplandığı sıcak bölgede Hamasın örgüt özelliğinden sıyrılıp siyaset mi yapacağı, yoksa "silahlı direnişe" mi devam edeceği merak konusu. İsrailin ve ABDnin siyaseti de bu yollara göre şekillenecek
.