Finansal Piyasalara Bakiş: 2005 yilinda neler oldu?

Suzi APALAÇİ DAYAN YKB, Kıdemli Ekonomist2005 yılının finansal piyasalar açısından oldukça olumlu bir yıl olduğunu söyleyebiliriz. Bu yıl Türkiye hem gelişmekte olan ülkelere ilginin yoğun olması nedeniyle; hem de AB ile üyelik müzakereleri, başarılı ekonomik performans ve IMF ile uygulanan programın başarısı gibi kendisine özgü koş

Ekonomi
9 Ocak 2008 Çarşamba
Bono ve tahvil faizleri
hızla geriledi...

2005 yılında bono ve tahvil piyasasına baktığımızda faizlerde kaydadeğer bir düşüş olduğunu görüyoruz. Geçtiğimiz yılın sonunda - yıllık bileşik bazda - %20 seviyesinde olan faizler, şu an itibariyle %14 civarına gerilemiş bulunuyor. Yani faizlerde bir yıl içerisinde kaydedilen düşüş 6 puan civarında olmuş. Faizlerdeki bu gerileme iki aşamada gerçekleşti. İlk faiz düşüşü yılın başından Mart ortasına kadar olan dönemde; ikinci faiz düşüşü ise Eylül ayından itibaren gerçekleşti.  Yılın ilk aylarında Türkiye’nin AB ile müzakerelere Ekim ayında başlayacağına ilişkin beklentiler, IMF ile programın başarıyla sürdürülmesi, Merkez Bankası’nın ardarda faiz düşürmesi ve genel olarak gelişmekte olan ülkelere olan ilginin neticesinde finansal piyasalara oldukça olumlu bir hava hakimdi. Bu olumlu havanın etkisiyle, bir yandan faizler gerilerken, bir yandan da Türk Lirası değer kazandı. 2004 sonunda %20 olan bono ve tahvil faizleri, Mart başında %16 seviyesine geriledi.

Merkez Bankası’nın yoğun
müdahalesine rağmen
Türk Lirası değer kazanmaya devam etti...
Yıla 1.34 YTL seviyesinden başlayan dolar kuru, Ocak ayının ilk günlerinde doların uluslararası piyasalarda diğer para birimlerine karşı değer kazanmasına paralel olarak, 1.40 YTL seviyesine kadar yükseldi. Ancak, Ocak ayının sonuna kadar doların euro karşısında değer kazanmasına (yani dolar/euro paritesinin gerilemesine) rağmen, dolar YTL karşısında 1.33 seviyelerine geriledi. Ocak sonunda, kurlardaki aşırı oynaklığa işaret eden Merkez Bankası yılın ilk döviz müdahalesini gerçekleştirerek 1.3 milyar dolar aldı. Ancak, YTL değer kazanmaya devam etti ve mart ayı itibariyle dolar kuru 1.25 YTL seviyelerine kadar geriledi. Mart ayında Merkez Bankası döviz piyasasına bir kez daha müdahale ederek 2.4 milyar dolar aldı. Ancak, döviz kurlarındaki düşüşü durduran Merkez Bankası’nın müdahalesi değil de, uluslararası piyasalarda yaşanan çalkantılar oldu. Mart ayında piyasalarda yaşanan dalgalanmalara geçmeden önce, yılın ilk aylarına ilişkin başka bir olumlu gelişmeyi hatırlatmak istiyorum. Türkiye’nin Ocak ayındaki 30 yıl vadeli dolar cinsinden eurotahvil ihracına rekor yüksek teklif geldi. Hazine Ocak ayında uluslararası piyasalarda 1.5 milyar dolar tutarında dolar cinsi tahvil, 1 milyar Euro tutarında ise euro cinsinden tahvil ihraç etti. Bu da, Türkiye Hazinesi tarafından ihraç edilen yatırım araçlarına olan ilginin başka bir göstergesi.

Mart ayında ABD ekonomisine
ilişkin endişeler gelişmekte olan ülkeleri olumsuz etkiledi...
Yılın ilk aylarında finansal piyasalarda yaşanan olumsuz hava, Mart ayında gerek hızla yükselen petrol fiyatlarının, gerekse ABD bütçe ve cari işlemler açıklarındaki artışın etkisiyle tersine döndü. Söz konusu iki olumsuz gelişmenin ABD’de enflasyon üzerinde baskı yaratacağına ve buna bağlı olarak FED’in faiz artırımlarını hızlandıracağına ilişkin endişeler uluslararası piyasalarda etkisini gösterdi. ABD’de faizlerin hızlı artması, daha yüksek getirili olsa da daha riskli olan gelişmekte olan ülke tahvillerinin cazibesini azaltmaktadır. Dolayısıyla, yukarıda bahsettiğimiz beklentilere bağlı olarak, bazı yabancı yatırımcılar portföylerindeki gelişmekte olan ülke tahvillerini azaltmaya başladılar. Bu da, Türkiye’nin hem yurtiçi piyasadaki bono ve tahvil faizlerinin yükselmesine, hem de uluslararası piyasada işlem gören eurotahvillerinin değer kaybetmesine yol açtı. Doğal olarak, YTL cinsi tahvil satıp dövize dönen yatırımcıların talebi nedeniyle döviz kuru da yükseldi. Mart ayında yaşanan bu çalkantılara baktığımız zaman bunun piyasalar açısından bir düzeltme hareketi için bahane oluşturduğunu söylemek mümkün. Zira, o dönemde yaşanan hızlı faiz ve kur düşüşünün bir süre için durmasının –hatta bir miktar yükselmesinin - piyasaların işleyişi açısından sağlıklı bir gelişme olduğunu düşünüyorum.
Mart ayında başlayan bu olumsuz hava, zaman zaman hafiflese de Mayıs sonuna kadar etkisini sürdürdü. Uluslararası piyasalarda yaşananların yanısıra, Türkiye’yi olumsuz etkileyen bir diğer gelişme ise Fransa’da Mayıs sonunda AB anayasası için yapılan referandum oldu. Bu referandum öncesinde, "hayır" oylarının çoğunlukta olacağı  ve bunun Türkiye’nin AB üyeliğini olumsuz etkileyeceği beklentileriyle, Türkiye’de finansal piyasalar olduça çalkantılı bir dönem geçirdi. Bunun yanısıra, Almanya’da da erken seçimlerin ilan edilmesi ve seçimlerden Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşı olan Hıristiyan Demokrat Parti’nin galip çıkacağı beklentileri de piyasaları oldukça olumsuz etkiledi. Ancak, Fransa’daki referandumun hemen ardından, referandumda hayır sonucunun çıkmasına rağmen, piyasalar oldukça rahatladı. Bu sonucun Türkiye’nin AB ile müzakerelerinin 3 Ekim’de başlamasını etkilemeyeceğinin düşünülmesi piyasaların olumluya dönmesinde etkili oldu. Sonuç olarak, Mart-Mayıs döneminde %17-%18 seviyelerine kadar yükselmiş olan bono ve tahvil faizleri, Mayıs sonunda tekrar %16 seviyesine geriledi. Sonuç olarak, faizler 2 ay yüksek kaldıktan sonra tekrar Mart ayındaki seviyelerine döndü. 

Yaz aylarında piyasalar
oldukça sakindi...

Yaz ayları ise oldukça sakin geçti. Faizler dar bir bantta hareket ederken, YTL bir miktar daha değer kazandı. Bu dönemde pi yasalar Ekim ayında Türkiye’nin AB ile müzakerelerinin başlayıp başlamayacağı konusuna odaklandı. Eylül ayına doğru müzakerelerin 3 Ekim’de başlayacağı beklentilerinin kuvvetlenmesine bağlı olarak finansal piyasalarda yılın ikinci olumlu dönemi başladı. Nitekim, 3 Ekim’de müzakerelerin resmen başlaması ile birlikte bu olumlu havanın pekiştiği söylenebilir. Sonuç olarak, faizler %13-%14 bandına geriledi, YTL ise Merkez Bankası’nın döviz müdahalelerine rağmen ciddi değer kazandı. Burada dikkat çekmek istediğim bir nokta, Merkez Bankası’nın 2005 yılının ilk 11 aylık döneminde döviz alım ihaleleri yoluyla 6.9 milyar dolar, doğrudan döviz müdahaleleri ile 14.6 milyar dolar döviz almış olmasıdır. Dış ticaret açığının (dolayısıyla cari işlemler açığının) ciddi şekilde artmasına ve Merkez Bankası’nın bu denli yoğun döviz alımlarına rağmen bu yılın ilk 11 ayında YTL/dolar kuru sadece %1 artarken, YTL/euro kuru %13 gerilemiştir. Yani, parite etkilerini dışarıda bıraktığımız zaman, YTL’nin döviz sepeti karşısında ciddi değer kazandığı görülüyor. Bu da, doğal olarak ülkeye yüklü sermaye girişleri neticesinde oldu.

2005 yılında önemli sermaye girişi kaydedildi...
Ödemeler dengesi verilerine baktığımız zaman, Ocak-Ekim döneminde, Türkiye’ye 28 milyar dolar sermaye girişi olduğunu görüyoruz. Bu sermaye girişinin bir kısmı yabancı yatırımcıların tahvil, bono ve hisse senedi yatırımları yoluyla; bir kısmı şirketler kesimi ve bankacılık kesiminin borçlanması; bir kısmı Hazine’nin borçlanması; bir kısmı özelleştirmeler; bir kısmı ise yerli şirketlerin yabancı şirketleri satın almaları yoluyla gerçekleşti. Kısaca, sermaye girişi çok çeşitli yollardan oldu. Bu gelişmeler bu yıl yapılan özelleştirme ihalelerine olan yoğun taleple birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’ye olan ilginin bir göstergesidir.

2006 yılında 
neler bekliyoruz...

Genel hatlarıyla baktığımız zaman bu yıla hakim olan olumlu havanın gelecek yıl da sürmesi beklenebilir. Ancak, bu hiçbir risk olmadığı anlamına gelmiyor. Günümüzde finansal piyasalar uluslararası gelişmelerden çok etkileniyor. Geçen yıla da baktığımız zaman yaşanan olumlu havada yerli yatırımcıların YTL taleplerinin yanısıra, yüklü sermaye girişlerinin de çok etkili olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla, bu koşullarda bir değişiklik olmasının, yani sermaye girişlerinin bir şekilde duraklamasının piyasaları olumsuz etkilemesi kaçınılmaz. Son aylarda küresel likiditenin bol olması ve gelişmekte olan ülkelere yönelmesi bu ülkelerin hem eurotahvillerinin değer kazanmasına ve risk primlerinin rekor düşük seviyelere gerilemesine yol açtı, hem de yurtiçi finansal piyasalarını olumlu etkiledi. Dolayısıyla, küresel likiditede bir sıkışıklık olması durumunda gelişmekte olan ülkelerin olumsuz etkilenmesi önemli risklerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle Türkiye’nin cari açığının (yurtdışı ile mal ve hizmet ticaretinden kaynaklanan döviz açığı) oldukça büyük boyutlarda olduğu dikkate alındığında, bu risk daha da önemli hale gelmektedir. Ancak, şu an itibariyle söz konusu riskin gerçekleşme olasılığı çok yüksek görünmüyor. Tabii, zaman zaman yatırımcıların gelişmekte olan ülkelere olan risklerini azaltmaları söz konusu olabilir. Benim burada bahsettiğim bu tür bir hareket değil, çok daha büyük bir çıkış hareketinin risk yaratacağını söylemek istiyorum.
2006 yılında piyasaları olumsuz etkileyebilecek bir diğer konu ise erken seçimlerin gündeme gelmesi olabilir. 2007 yılında yapılması beklenen seçimlerin 2006’ya alınmasının gündeme gelmesi durumunda finansal piyasalarda bir miktar dalgalanma yaşanabilir. Dikkat çekmek istediğim bir diğer konu ise, 2006 yılında Merkez Bankası’nın izleyeceği para politikası. 2006 yılından itibaren enflasyon hedeflemesi uygulayacağını duyuran Merkez Bankası 2006 yılı hedefini %5 olarak açıkladı. Merkez Bankası’nın bu hedefe ulaşmasının mümkün olduğunu, ancak %8 seviyelerine kadar gerilemiş olan enflasyonun daha da gerilemesinin çok da kolay olmadığını düşünüyorum. Merkez Bankası’nın bu hedefe ulaşmak için gecelik faizleri yüksek tutacağını tahmin ediyorum. Yani 2006 yılında faizlerdeki düşüşün 2005’e kıyasla çok daha sınırlı kalacağını düşünüyorum. Öte yandan, önemli bir dışsal şok veya yurtiçinde önemli bir politik çalkantı yaşanmadığı sürece, 2006 yılında kurlarda da önemli bir yükseliş olacağını tahmin etmiyorum.