YAKARILAR - DUALAR (2)

Sara YANAROCAKYahudilikte edilmesi gereken dualar, kalbin ta derinliklerinden koparak yapılması gereken bir eylemdir. Şema duasının sözleri arasında Tanrı`ya hizmet ederken "tüm kalbimizle" cümlesi yer almaktadır

Kavram
9 Ocak 2008 Çarşamba
Dua: Hayatın Özü
Duayı Anlamak

Tora, duayı "kalbin hizmeti" olarak tanımlar. Tanrı’ya gerçekten hizmet edebilmemiz için dualarımızın sözlerini ve altta yatan anlamları anlamamız şarttır. Fakat duanın genel anlamını ve amacını keşfetmemiz de aynı ölçüde önemlidir.
Yine de, duanın maddi ve semavi alemlerdeki harikulade etkisin tamamiyle takdir etme yeteneğinden yoksunuz. Dua, sadece insanı değil, tüm dünyayı, en büyüğünden en küçüğüne kadar tüm yaratıkları etkiler. Melekler bile İsraeloğulları’nın dualarından etkilenir. Hatta Talmud, duayı evrenin tepesinde yer alan bir şey olarak tanımlar. Duanın yüceliği ve karmaşıklığı bizim sınırlı kavrayışımızın ötesinde olduğundan, Bilgeler’in bazı temel kavramları veren birkaç ifadesini alıntılayacağız.

Başlangıçta
Tora duadan ilk defa yaratılışla ilgili olaylarla bağlantılı olarak bahseder. "Otlar henüz dünya üzerinde yoktu ve dünyanın bütün bitkileri henüz filiz vermemişti çünkü toprağı işleyecek adam henüz var olmadığından Yüce Tanrı dünyaya yağmur yağdırmamıştı." Bitkiler ve otlar yaratılışın üçüncü gününde yaratıldılar fakat altıncı günde insan yaratılan kadar filiz vermediler. Raşi, yağmur yağana kadar hiçbir şeyin büyüyemeyeceğine, Tanrı’nın da insan dua edene kadar yağmuru yağdırmadığına dikkat çeker.
Tora yağmurdan bahsederken sadece yağmuru değil tüm İlahi nimetleri kasteder. Çünkü yağmurun bitkileri büyütüp onları tam gelişime ulaştırması gibi İlahi nimetler de dünyayı tam olarak geliştirecektir. Burada Tora, yağmurun da İlahi nimetlerin de dünyaya sadece dua yoluyla geldiğini öğretir. Dünya tam gelişimine ancak İlahi nimetlerle ulaşabilir ve dünya bu yüzden dua olmadan gelişemez.
Duanın neden dünyanın gelişiminde can alıcı öneme sahip olduğunu tam olarak anlayabilmek için yaratılışın ve duanın amacını daha derinden kavramak gerekir.
Dua aynı zamanda, dünyanın ve üzerinde yer alan herşeyin Tanrı’nın takdirinde olduğunu, böylece insanın emuna ve bitahon – Tanrı’ya olan inanç ve güvenini güçlendirdiğini sürekli hatırlatmaya yarar. Bilgeler, günlük hayatın meşguliyetleri ve telaşı için emuna ve bitahonun zayıflayıp yok olması eğliminde olduğumuzun farkındaydılar. Dolayısıyla, başımıza gelen – iyi veya kötü – her şeyin Tanrı’nın elinden olduğuna ve başka hiç kimseye değil, sadece O’na dönmemiz gerektiğine dair farkındalığımızı kuvvetlendirecek telkinleri periyodik ‘dozlar’ halinde almamız için günde üç (Şabat, Roş Hodeş – Yeni Ay Bayramı ve bayramlarda dört) kez dua düzenlediler.
İnsan bir noktadan diğerine göreceli olarak düz bir doğru üzerinde ilerleyebilir. Fakat eğer aynı doğrultuda devam etmek istiyorsa üç noktayı belirlemelidir: şimdi durduğu noktayı, başlangıç noktasını ve hedefini. Bu dizilim, planladığı hedefin başlangıç yönü üzerinde olmasını garantiler. Günün üç bölümü potansiyel dönüm noktalarıdır. Sabah kişi uykudan uyanır ve Tanrı’nın Varlığı’na dair farkındalığı sıfırdır. Öğleden sonra günlük işlerine dalmıştır ve kolaylıkla Tanrı’ya odaklanmaktan uzaklaşabilir. Gece, rahatlama ve eğlence ilk aklına gelenlerdir ve kolaylıkla dünyevi zevkleri araç yerine amaç olarak görebilir. Bu noktaların hepsi, hayatımızın her unsurunun bizi ve dünyamızı Tanrı’ya ve mükemmeliyete yönelmiş düz bir doğru boyunca götürmesini garantilemek için birer duayla taçlandırılmıştır – sabah Şahrit, öğleden sonra  Minha ve gece Arvit ile.
Duanın önemi, Bilgeler’in ifade ettiği meşhur hükümle daha da vurgulanabilir: "Dünyanın varlığı üç şey üzerine kurulmuştur: Tora, avoda (hizmet) ve Gemilut Hasadim (merhamet ile iyi davranışlar.) "Tapınağın ayakta olduğu zamanlarda avoda, insanın Tanrı’ya şükranlarını sunmak, günahlarından duydukları pişmanlığı göstermek ve af dilemek için korbanot (kurban) sunularak yerine getirilirdi. Şimdi Tapınak yakıldığından, Tanrı sonsuz merhametiyle, aynı fırsatlardan dua yoluyla yararlanmamızı sağlar.

Duanın dili
Rambam tefilanın Tevrat’ın emri olduğunun kanıtı olarak Talmud’u (Ta’anit 2a) gösterir (Dua Kuralları 1,1). Talmud, -ve tüm kalbinizle O’na hizmet etmek (Devarim – Tesniye- 11,13) şu şekilde yorumlar: "Kalbin hizmeti’ni ne oluşturur?
Dua etmek" Bu pasaj ortaya koyar ki dua etmek, mekanik olarak kelimeleri söylemekten yani "dudak hizmeti’nden çok daha fazlasıdır. Aslında bu, ilk ve en önemli olarak, kalbin sadakati ve Tanrı’ya şükredip O’nu yücelterek lütfunu isterken O’nun karşısında olduğumuzun bilinciyle aklın yoğunlaşmasıdır. Dolayısıyla kişinin ağzından çıkan sözleri en azından anlaması önemlidir.
Bu durumda şu soru akla gelebilir: Neden dua ibranice edilir? Neden duaların belli bir sırası vardır? Neden herkes kendisine ve ihtiyaçlarına en çok uyan lisanı ve kelimeleri seçemez? Cevap şudur: Eğer insan sadece kendi ihtiyaçları için kendi kelimeleriyle dua etseaydi, ifadesi kendi miyop ve dar görüşlü tutum ve anlayışıyla sınırlı olurdu. Ruah Hakodeş – ilahi esinle dolu insanlardan oluşan Anşe Keneset Hagedola, farketmiştir ki, duanın daha yüce anlamı yukarıda aç ıklandığı üzere kişinin Tanrı’ya inancının ve güveninin güçlenmesi ve böylece O’na yakınlaşmasıdır. Bu sebeple dualar, kişinin sınırlı deneyim ve hayal gücünün ötesine yükselip, sıradan dünyadan en yüksek manevi alemlere kadar her şeyi etkileyen güçleri uyandırarak Tanrı’nın Eşsiz Tahtı’na erişmek üzere biçimlendirilmişlerdir.
Öyleyse, Tanrı’nın evleri yarattığı dil olan ve Sinay Dağı’nda Tora yoluyla bize verdiği "Kutsal Dil" İbranice’nin dua için en uygun araç olduğu aşikardır. İbranice, diğer dillerde olduğu gibi, sadece iletişimi sağlamak için üzerinde anlaşılmış kurallır olan bir sesler yığını değildir. Kelimeleri, nesnelerin fiziksel ve manevi anlamda tüm dallanmalarıyla beraber gerçek özünü ifade eder.
Dua lisanı olarak İbranice tercih ediliyor olsa da, dua eden kişinin duaların muazzam güzelliğini takdir edebilmesi ve gerçekten esinlenmesi için sarfettiği kelimelerin ne anlama geldiğine dair temel bilgisi olmalıdır. Önceki nesiller, duaların anlamı üzerine yapılan çalışmalarda daha özenliydi. Rav Hayim Palaçi (Kaf Hahayim – Palaçi, bölüm 12’de), insanlara duaların anlamını öğretecek özül öğretmenler tutma gelenğinden bahseder. Ebeveynleri, çocuklarının duaları anlamısını garanti etmekle sorumlu tutar. Böyle yaparak, diye yazar, çocuklarının "hupa" altında söylediği neşeli şarkıları dinlemeye nail olmabileceklerdir, der.
Bu Dünya’daki amacımızı gerçekleştirmek ve Gelecek Dünya’da başlarından taçları ve Tanrı’nın Varlhığı’na yakınlıklarının verdiği zevkle oturacak olan erdemlilere katılma hakkını kazanmak Kutsal Olan’ın iradesi olsun.

Sidur Şel Yaakov, 2005