Diş ticarette küresel trendler yerel firsatlar -1

Erol SABANPorsche`nin 40 yıllık klasiği olan 911 modelinin yeni versiyonu 997, eski modelleri gibi, hala yanımızdan geçerken başımızı çevirip ona hayranlıkla bakmamızı sağlıyor! Porsche`un temel felsefesi sürücüyü kullanım zevki ile memnun ederken aynı zamanda ona belli bir konfor seviyesini de tattırmak. Porsche bu yeni modelinde en iyiye ulaşabilme

Ekonomi
9 Ocak 2008 Çarşamba

İzzet NAS

2005 senesi Türkiye için birçok yönden bir ilki teşkil ediyor, son 10 yıldır tek parti hükümetlerinin ve birçok koalisyonun ajandasında en yukarı seviyede yer alan hedefler birer birer somutlaşıyor. Madalyonun ön yüzünde sorunsuz olarak gerçekleşen YTL’ye geçiş, tek haneye inen enflasyon, Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesine ulaşan dış ticaret hacmi, 2001 krizinden sonra ekonomide güçlü toparlanma sinyalleri, özelleştirme gelirlerinde kırılan rekor üstüne rekorlar gibi işbu ilklerin ekonomik boyutu var.

Giriş
2005 senesi Türkiye için birçok yönden bir ilki teşkil ediyor, son 10 yıldır tek parti hükümetlerinin ve birçok koalisyonun ajandasında en yukarı seviyede yer alan hedefler birer birer somutlaşıyor. Madalyonun ön yüzünde sorunsuz olarak gerçekleşen YTL’ye geçiş, tek haneye inen enflasyon, Cumhuriyet tarihinin en yüksek seviyesine ulaşan dış ticaret hacmi, 2001 krizinden sonra ekonomide güçlü toparlanma sinyalleri, özelleştirme gelirlerinde kırılan rekor üstüne rekorlar gibi işbu ilklerin ekonomik boyutu var. Aynı madalyonun siyaset tarafında ise, artan demokratik özgürlükler, sağlanan siyasi istikrar, Kürt ve Ermeni sorununa yaklaşımda peyderpey değişen tutum ve söylemler ile yapılan açılımlar,  çok cepheli dış siyaset ve 17 Aralık sürecinden sonra son saniye sorunlarına rağmen üstün bir diplomatik çabayla başlanan Avrupa Birliği müzakere süreci bulunuyor.
Madalyonun öteki yüzünde ise riskler ve azımsanamayacak ölçüde sorunlar var: 2004’teki yüzde 9.9’luk tarihi büyümeden yüzde 4.5’a kadar gerileyen büyüme oranı, gelir dağılımında giderek artan uçurum ve adaletsizlik, 2001 krizi sonrasında yaşanan toparlanma sürecinde "istihdamsız büyüme" sonucunda kronikleşen yüksek işsizlik oranı, küresel olarak artan ve varili 70 dolara varan enerji fiyatları ve bunun yarattığı enflasyonist baskı, maliyet odaklı şekillenen uluslararası rekabete uyum sürecinde Türk firmalarının yaşadığı sorunlu geçiş süreci, sene başında Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) tarafından tekstil kotaları kaldırılan Çin’in yarattığı haksız rekabet ve Türkiye’nin en büyük ihracat kalemi olan ve en çok istihdamı sağlayan tekstil sektörünün ağır bir darbe alması, düşük kur-yüksek faiz sarmalı ve bunun sonucunda 2005 sonunda 21 milyar dolara ulaşması beklenen rekor cari açık, yatırımı dizginleyen ve hatta dizginleyen yüksek reel faiz, ihracatın artış hızının yavaşlaması ve istikrarın sürekliliğine dair oluşan sorular, sorunlar...
Kanımca madalyonun salt ön yüzüne odaklanmak ve akabinde pembe bir tablo çizmek aşırı iyimserlik ya da anlamsız olacaktır. Mamafih doğru bakış açısı, her iki yüzü de iyice inceleyip analitik olarak Türkiye’nin önündeki fırsatları incelemek, bu esnada da yerel, bölgesel ve küresel riskleri göz ardı etmeden sistemik sorunlara yapısal ve uzun vadeli çözümler getirecek politikaları üretebilmektedir.  Dolayısıyla, Türkiye ekonomisini 2005 yılı için ve sonrasında değerlendirirken varolan yerel süreçler ile küresel trendleri, riskler ile fırsatları, mevcut sorunlar ile olası çözüm yollarını, müzakere sürecinin doğal bir sonucu olacak siyasi, ekonomik ve sosyal açılımlar ile uluslararası konjonktürdeki gelişmeleri bir bütün olarak analiz etmek çok mühimdir. Bu bağlamda, yapısal sorunlarını çözmüş, siyasi istikrara sahip, altyapı ve üst yapısıyla Avrupa Birliği ile girilen uyum ve entegrasyon  sürecine hazır bir Türkiye’nin önünde başta dış ticaret olmak üzere birçok fırsat bulunmaktadır.

Ekonomik Görünüm
ve Dış Ticaret:

Dış ticaretin genel hatlarıyla, 2001 öncesinde başlayan dolarizasyon sürecinde krizden derin biçimde etkilenmesi ve güçlü doların yerini güçlü YTL’ye bırakması sonucunda ekonomide birçok önemli gelişme gözlemlenmiştir. Sabit kur rejiminden serbest kura geçiş makro anlamda Türk ekonomisinin tekrardan şekillenmesine ve bir anlamda "kırmızı çizgilerinin" oluşmasına yol açmış, mikro anlamda ise ekonomik aktörlerin hem karar verme sistematiğinde büyük değişikliklere sebebiyet vermiş, hem de bireyler, şirketler ve kamu için geri dönüşü olmayan yeni bir yola girilmesine ön ayak olmuştur. Bunların neticesinde özellikle, "küresel düşün, yerel hareket et" felsefesi son dört senede gerek özel, gerekse de kamu sektörüne egemen olmaya başlamıştır. Ayrıca, karar süreçlerine de nihai etkisi olan ekonomide yeniden yapılanma sürecinde değişik aktörlerin devreye girdiği görülmüştür. Nitekim kısmi korumacılıktan tam rekabete geçişte 2001 krizi ve sonrasında oluşan faktörler ve bunlara bağlı karar mekanizmaları sadece siyaset-iş çevreleri ekseninden ve egemenliğinden uzaklaşmış, tüm yönleri ile gerek basın-yayın kuruluşları gerekse de meslek odaları, borsalar ve sivil toplum örgütleri tarafından yakından takip edilmeye başlanmıştır.
Kriz sonrasında kabuk değiştiren ekonominin kırmızı çizgilerin başında serbest kur rejimi ve bunun yarattığı kur riski yer almaktadır. Dövizin Türk Lirası karşısında hızla değer kazanması (depreciation) sonucunda ekonomik birimler alışılageldik spot döviz piyasasının yanı sıra kur riskini ortadan kaldıracak çareler aramaya başlamışlardır. Yıllardır hükümetlerin ve İMKB’nin gündeminde olan vadeli piyasalar işte bu kriz sonrası dönemde hayata geçirilmiş, derinlik kazanmış işlem hacmi ile kur riskinin elimine edilmesini hedeflenmiştir. Diğer bir kırmızı çizgi olan yatırım teşviki şart ve kapsamları, hükümetin 2003 yılında çıkarmış olduğu Teşvik Yasası ile –kısmen de olsa- bertaraf edilmiş ve kişi başına milli geliri yıllık $1500’dan az olan illerimize kalkınma önceliği sağlanmıştır. Öte yandan, diğer "kırmızı çizgiler" arasında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) 2005’te gerçekleştirdiği "Ekonomik Barometre 2005" anketine göre ortaya çıkan yüksek istihdam maliyeti, enerji girdileri, gümrüklerde yaşanan problemler, mamul mal ithalatının üretimi sekteye uğratması, telif hakları sorunları ile serbest bölgelerin statüsü yer almaktadır (TOBB, 2005).
Kriz sonrası dönemde dış ticarette yaşan en önemli gelişmelerden biri ithal ikamesinden ihracat desteğine geçiş olmuştur. Özellikle kurda yaşanan bu büyük değişimin yanı sıra, kriz sonrasında daralan iç talep ve yetersiz kamu ve özel yatırımları, şirketleri ihracat yapmaya teşvik etmiştir.  Özellikle Şubat 2002’den sonra hızlanan ihracat artışı aylık 5 milyar dolarlık psikolojik sınırı Mart 2004’te geçmiştir. Böylece Ocak 2001’deki 2.2 milyar dolarlık ihracat rakamı yaklaşık olarak iki seneden biraz daha uzun bir dönem içinde yüzde 133 artış göstermiştir. Aynı dönemde yaşanan ithalatta artışı ise yüzde 107 olarak kaydedilmiştir.  Bu gelişmelerin sonucunda, giderek artan dış ticaret hacmi, 2001 yılı itibariyle yıllık 73 milyar dolar seviyesinden, 2004’te yıllık 161 milyar dolara, 2005’in ilk 6 ayı döneminde ise 135 milyar dolara ulaşmıştır. 2001 – 2004 döneminde kümülatif artış yüzde 121 olarak kaydedilmiştir.
Türk Lirası’nın reel olarak aşırı değerlenmesinden sonra ihracatı sekteye uğratması Mart 2004 sonrası ve bugüne kadar gelen dönem ayrıntılarıyla Tablo2’de görülebilir. Buna göre, Mart 2004’te 3.2 milyar olan dış ticaret açığı Haziran 2005’te 4 milyar dolara ulaşmıştır. Dış ticaret hacminin artmasına paralel olarak büyüyen dış ticaret açığı başta cari açığın finansmanı, borç stokunun yapısı, sürdürülebilirlik gibi konularda geniş tartışmalara yol açmış ve kısa vadeli riskler olarak ekonomi gündemine yansımıştır. Bu riskleri önemli yapan aşağıdaki tablolarda dikkat çekici diğer bir unsur da ihracat ve ithalat artış ortalamalarının gösterildiği siyah çizgilerdir. Ocak 2000’den beri aylık ihracat ve ithalat değerlerinin gösterildiği tabloda, kümülatif olarak ithalatın ortalama artış eğimi ihracata göre daha yüksek olduğu göze çarpmaktadır. Bu netice dolayısıyla, dış ticaretin finansman boyutu büyük önem arz etmekte ve bunun bütçe üzerindeki negatif etkisi ile yaratacağı enflasyonist unsurlar büyük bir hassasiyetle değerlendirilmelidir
Dış ticaret verilerinin analizinde önemle irdelenmesi gereken konulardan biri de ihracatın ithalatı karşılama oranıdır. İhracat gelirlerinin ithalat giderleriyle bölünmesiyle elde edilen bu değer birçok analist için kritik eşik olan 65%’in altına indiğinde bütçe üzerinde olumsuz etkiler yaratmakta ve finansman tarafından sorunların başladığı nokta olarak kabul edilmektedir. Tablo III’de görüldüğü gibi lacivert çizgi eşiği temsil etmekte, pembe ise dönemlere göre oranı göstermektedir. Ocak 2001 ile Haziran 2005 arasındaki oranı gösteren grafiğe göre ihracatın ithalatı karşılama oranı Şubat 2001 krizinden sonra önemli biçimde yükselmiş, Ocak 2001’deki yüzde 54.93’lük seviyeden Nisan 2001’de  yüzde 86.11 seviyeye ulaşmıştır. Dövizin değerli olduğu 2001񮖣 döneminde eşik üstünde tutunan bu oran, TL’sinin hızla reel olarak değer kazanmasına müteakiben önce yüzde 70 seviyesine gerilemiş, Ocak 2004’te de eşiğin altına gerilemiştir. Giderek daha büyük ve kronik bir sorun haline gelmeye başlayan ihracatın ithalatı karşılama oranı, 2005 ile birlikte kritik eşiğin de altına inmiş, bu da ciddi sorunları beraberinde getirmiştir. Mayıs 2005’te kaydedilen yüzde 58.23’lük oran, 2001 krizi öncesinde orana oldukça yakın durmaktadır. Lakin, bu direkt olarak yeni bir kriz öngörüsü değildir; Türkiye, son 4 yılda birçok aşama geçirmiş, IMF ile uyumlu biçimde yürütülen ekonomi politikası, Avrupa Birliği çapasının müzakere süreci ile ekonomiye niteliksel etkilerinin yanı sıra niceliksel katkısı, Merkez Bankası özerkliği ve saydamlığı ile güven teskin eden sıkı para politikası Mayıs 2005 itibariyle gelinen durumun tehlikeli sinyali verdiğini, fakat Türkiye duyulan güven sayesinde kriz öncesi döneme geri dönüşün pek de mümkün olmadığını göstermektedir.
Büyüme ve ihracatın artmasına ilişkin varolan riskler konusunda Prof. Hurşit Güneş, 7 Ekim 2005’te Milliyet’te kaleme aldığı "AB’nin getireceği ikilem" yazısında büyümenin motorunun ihracat, ihracatın benzininin kur politikası olduğuna dikkat çekiyor ve Merkez Bankası faiz politikasının 3 Ekim sonrasında artması beklene yabancı sermaye girişiyle beraber yeniden gözden geçirilmesinin önemini vurguluyor. Bu bağlamda Merkez Bankası’nın yürüttüğü yüksek faiz-düşük kur politikası yakın gelecekte ihracatın artmasına engel teşkil edebilecek, bu da büyümeye negatif etki yapabilecek.