Kültürel Evrim ve Yahudilik

David OJALVOİnsan, kültürel evrimin biyolojik evrimin önünde olduğu tek canlı türüdür. Kültürel evrim sürecinde yaşanan nice gelişmeye Yahudi toplumlarının ve insanının da katkısı olmuştur. Bizi 2000`li yıllara getiren bu sürece bilimsel ve kültürel bir bakış açısı getirmeye çalışacağız

Perspektif
9 Ocak 2008 Çarşamba
İnsan ve kültürel evrimin temeli
İnsanın kelime anlamı "homo sapiens sapiens" yani farkında olduğunun farkında olan adamdır ve beyni bilinen tüm diğer canlı türlerininkinden daha büyük, daha ağır ve daha gelişmiştir. Şempanzelerle insanın genetik yapısının %98’i aynı yapıya sahip olmasına karşın; canlılar âleminde çevreden aldığı uyaranları fark etmekten öte yorumlayabilme özelliğine sahip olan tek canlı türüdür.
İnsan doğası, fiziksel gereksinimleri itibariyle hayvanların doğasına oldukça benzemektedir. Tıpkı diğer hayvanlar gibi insanoğlu da beslenmek, solunum yapmak, çoğalmak, uyumak ve varlığını korumak zorundadır. Ne var ki düşünebilme yeteneğine sahip olduğundan dolayı insan, medeniyetleri geliştirebilmiş, doğanın dışına taşabilmiş, kendisine insan; diğerlerine hayvan, bitki, cansız gibi isimler koyabilmiştir. Yine düşünebildiğinden ötürü, insanların psikososyal ihtiyaçları baş göstermiş ve fiziksel doyumlarının yanı sıra bir "kendini gerçekleştirme" ihtiyacı hissetmiştir. Kendini geliştirme doğrultusunda avcılıktan yerleşik hayata, mağaralardan ev ve şehir düzenine geçebilmiştir. Bilim ve teknoloji üretmiş, ürettiği teknolojinin bir kısmını savaşlara yatırmayı bilmiştir. Kaldı ki insan dışındaki tüm canlı türleri yüzyıllar boyunca, geçirdikleri fiziki evrimin dışında, aynı kalmıştır. Hâlbuki insan, düşündükleri ve doğadaki cevherleri kullanabilme becerisiyle "medeniyet"i geliştirebilmiştir. Özellikle 20. yüzyılda daha yoğun bir şekilde olmak üzere, insanın kültürel olarak gelişimi, fiziksel değişime kıyasla çok daha ileri bir düzeye taşınmıştır.
İnsanın bu kültürleşme ve medeniyet süreci kolay olmadı… Hayatta kalmanın temel şartı olarak, insanın önce fiziksel açlığını doyurması gerekmişti. Yine hayatta kalmanın temel şartı olarak, hayvanlarla ortaklaşa sahip olduğu bilinçdışı doğasının doğrultusunda savaşmak ve kendi türüne karşı da olsa kendisini korumak zorunda kaldı. Tarih boyunca yaşanmış ve günümüzle daha üstün bir düzeyde gerçekleştiğini varsaydığımız savaşların kökeni de bu doğadan, beyinde tanımlanmış bir takım merkezlerden gelmektedir.
Kültürel evrimi sonucu insan ürettiklerinin bir kısmını savaşlara, diğer kalan kısmı ise hayatımızı bugünkü koşullarda yaşamımızı sağlayan, başta bilim ve teknoloji olmak üzere uğraşlara yatırılmıştır

Evrenin kökeni: sorular ve yaklaşımlar
Bugün için bildiğimiz tüm bilimlerin atası ise felsefeden gelmektedir. Farkında olduğunun farkında olan adamın ilk zamanlardan beri sorduğu sorular günümüzde hâlâ yanıtlarını aramaktadır. "Ben kimim?", "Dünya neden yaratıldı?", "İnsanın kökeni nedir?" gibi sorular hâlen güncelliğini korumakta, cevapların bir kısmı dinden dogmatik olarak sunulmaktadır. Yarattığı tüm eserlerde, inşalarda, sorduğu sorularda insan "kendini ifade etme" çabası içinde olmuş ve belki de her yerde ve her şekilde kendi benzerini yaratarak dünyaya bir iz bırakmak istemiştir.
İnsana dini kaynaklardan bir bakış açısıyla yaklaştığımızda Adam’ın kelime anlamının "topraktan gelen" anlamında olduğunu biliyoruz. Topraksa, dünyanın, dünya güneş sisteminin, güneş sistemi Samanyolu Galaksi’sinin, galaksi ise evrenin bir parçasıdır. Albert Einstien’ın ortaya koymuş olduğu E = mc2 formülünden yola çıkılarak evrenin aslında yoğun bir enerjiden oluştuğunun, enerjininse büyük bir patlamaya ait olduğunu günümüz bilimi ortaya koymaktadır. Bu noktada ise en ilgi çekici sorulardan biri "Bu büyük patlamanın" kökenin nereye ait olduğudur? Bilimin sorduğu bu soruya karşılık, "inanç" ve "serbest seçim hakkı" gibi kavramlar insanoğluna bir yaklaşım sunmaktadır. Evrenin yaratılışından günümüze uzanan bu süreç, hayat ve hayat sonrası ve bilimin daha yanıtlayamadığı birçok konudaki soru, felsefe ve bireyin inanca yaklaşımındaki serbest seçime kalmıştır. Buna göre üç semavi dinin de içinde bulunduğu, dünya nüfusunun çoğunluğu evrenden bağımsız evreni yaratan ve yöneten bir Tanrı anlayışını benimsemektedir (Theism). Deizm, varlığı akılla erdirilebilen ve evrene karışmayan bir anlayışı benimserken, panteizm Tanrı ve evreni özdeş olarak görmektedir. Ateizmse birçoğumuzun bildiği gibi, Tanrı’nın varlığından şüphe etmektedir.

Yahudilik’in kültürel evrimdeki yeri
Yahudilik evrenden bağımsız evreni yaratan ve yöneten Tanrı anlayışını benimseyen ve anlatan ilk dindir. Tanrı’nın onu taşıyacak olan millet verdiği bir sorumluluk ve armağandır; sadece bir din değil, gelenek ve görenekleriyle bütünüyle bir yaşantı biçimidir. Dışarıdan bakıldığında ise kimi toplumlar için ekonomik gücün sahibi veya saldırganlığı hedefi olarak gösterilmiş bir din olmuştur. Yahudilik aynı zamanda uzun bir tarih demektir. İbrâni tarihi ile başlayan bu dini ve kültürel tarih Mısır çıkışıyla birlikte yüzyıllar boyunca miras olacak bir kimliğe kavuşmaktadır. Bu tarih içinde mabetlerin, krallıkların kuruluşu ve yıkılışı, Babil’den sürgün ve dünyanın dört bir yanına dağılış, İsa’nın önderliğinde Hristiyanlık’a doğru kopmalar yaşanmıştır. 1492’de İspanya’dan sürülüş, II. Dünya Savaşı’nda soykırım, nice zulüm ve eziyetler bu kimliği tehdit etmiştir. Günümüzde bu kimliğin varlığı İsrail Devleti ve "diaspora" kavramı ile devam etmektedir, edecektir de… Elbette sadece dini ve kültürel yapıya dayalı bir tarih değil, dünya tarihi ile ciddi bir etkileşim yaşamıştır Yahudi toplumları. Her şeye rağmen erkekler sekiz günlükken sünnet olmuş, Bar-Mitzva ve Bat-Mitzva törenleri düzenlenmiş, oruçlar tutulmuş, bayramlar kutlanmış, Şabat kavramı korunmuş, gelenek ve göreneklerle birlikte bu miras yaşatılmıştır.
Yahudilik’in ortaya çıkışı tarih öncesi dönem milattan öncesine rast gelmektedir. Milatla birlikte, dünya tarihini değiştiren olaylar eşliğinde çağlar atlanmıştır. Taş-sopalarla başlayan savaşların en büyüğü atom bombası ile son bulmuştur. Avcılık-toplayıcılıkla başlayan yaşama düzeni, Cumhuriyet’lerle en adil düzeni bulmuştur. Yerleşik düzenle birlikte "ekonomi" kavramanın da gelişmesiyle, özellikle Aydınlanma Çağı’ndan sonra ekonomik görüşler ortaya atılmış ve günümüzde paranın gücü kendisini ortaya koymuştur. Bir zamanlar büyücülükle hekimliği bir arada anıldığı devirlerden, bilim insanın genetik haritasını çözmeyi başarabilmiştir. Tüm bu kültürel evrim sürecinde birçok alanda Yahudiler de etkin bir oynamışlardır. Düşünürlerden bilim adamlarına, sanatçılardan sporculara nice Yahudi insanı dünya mirasının oluşmasına katkıda bulunmuştur. Yusuf Besalel’in derlediği "Ünlü Yahudiler" adlı kitapta, kültürel gelişime katkıda bulunmuş güzel bir seçkiyi okuyabilirsiniz.
Kültürel evrim, yazının başında belirtildiği gibi biyolojik evrimin oldukça önündedir. Hattâ kültürel evrimle birlikte elde ettiğimiz bilgilerin, biyolojik evrime etki etmesi olası bir gelecektir. Tarih çağları boyunca ortaya çıkan tüm diğer dinler, zorlamalar ve baskılara karşı Yahudilik değişmemiştir. 2000’li yılların insanları olarak bizler de Yahudilik kimliğimizle birlikte yarınlara hazırlanıyor, bu kültürel mirasa, insanlığa katkıda bulunmaya hazırlanıyoruz.

21.yüzyıl kavramı
Yaşadığımız zaman dilimi, kültürel evrimin bugünkü ifadesidir. Paranın gücü temsil ettiği kapitalist bir düzenden, zevklerin aynı olmaya zorlandığı küresel bir dünyadan, teknolojinin birçok kolaylıkları getirdiği bir yaşamdan, markalarla kendilerini ifade eden insanlardan söz ediyoruz. Büyük ailelerin, bireysel yaşamlara doğru küçüldüğü sosyolojik bir gerçeklik… Çevre-aile-birey üçgeninde, çevrenin gücü bir hayli artmış durumda; öyle ki "çevre" olgusu hem aileleri hem de çocukları etkisi altına almakta, kuşaklar arası farklılıkların anlamı ciddi boyutlara varmaktadır.
Günümüzde bireyi etkileyen etkenler bir hayli artmış bulunmakta: aile, din, eğitim, is sahibi olmak, kişisel gelişim, sağlık, cinsellik, ekonomi, çevre, spor, hobiler, medya, reklâmlar, bilgisayar, teknolojik araçlar ve gereçler… Tarih süreci içinde değişmediğini varsaydığımız değerlerin yanında dünya nüfusu arttı, yaşama alanları kısıtlandı ve bireyin günlük yaşamını yoğun bir örüntü kapladı. Böylesi bir düzen içindeyse, kişi çevresindeki beklentiler, egosu ve egoya bağlı seçimleriyle günümüzde kendisine bir yol çizmeye çalışmaktadır.
Sözü edilen birçok etkenin ve kişinin seçimlerinin doğrultusunda, iki Yahudi görünüşü ortaya koyma şansına sahibiz. Şöyle ki bir A kişisi ailesinde iyi bir Yahudilik eğitimi almış; dini değerlere, gelenek ve göreneklere bağlı; bir derneğe devam etmiş; UÖML mezunu; İbranice bilgisi iyi; Yahudi biriyle evlenmiş, çocuklarına iyi bir eğitim verecek; ekonomik sorumluluklarını yerine getirmiş ve cemaatimizin herhangi bir kurumunda çalışan biri iken diğer B kişisi ise, ailesinde Yahudi olduğunu öğrenmiş; dini değerlere, gelenek ve göreneklere bağlılığı az; derneğe devam etmemiş; İbranice bilmeyen; karma bir evlilik yapmış; ekonomik sorumlulukları taşımayan ve derneklerle ilgili olmayan biri olabilir. Her iki birey de bizim cemaatimizden, bugünün insanı olabilirler.

Türkiye’de Yahudi olabilmek
Yazar Mario Levi, Görüş Dergisi’nin 2003 sayısında Türkiye’de bir Yahudi olmayı şöyle anlatıyor:  "Zordu, çünkü kim ne derse desin, o farklılık vardı işte. O farklılığı kim ne derse desin, hissetmiştim ben. Anneannem yüzünden hissetmiştim, babaannem yüzünden hissetmiştim, adım yüzünden hissetmiştim. Hissetmiş, ya da hiç istemediğim halde hissetmek zorunda bırakılmıştım... Hiç istemediğim halde, duyuyor musun?" Değerli yazar Mario Levi’nin dilegetirdiği farklılığa, gençliğin küçük yargılarından, ciddi sorulara uzanabiliriz. Bugün en basitinden size neden "yabancı" bir isim taşıdığınız, asıl memleketinizin neresi olduğu, bir Yahudi’yi tanımanın ve onunla çalışmanın olumlu yönlerinden olumsuz yargılara kadar birçok söz söylenebilir, soru sorulabilir. Bu sorulardan daha fazlasıyla gençliğimiz bir aidiyet ve kimlik bunalımı, küçülen bir cemaatten yurtdışına göç etmeyi düşünebilir, yaşayabilir. Aynı şekilde insan doğası gereği, kimi ihtiyaçlarını karşılamak adına bazı çözümleri gelenek ve göreneklerinin dışında bir yerde bulduğu zaman, bu sorular ve sıkıntılar daha da büyüyebilmektedir. Kültürel evrimin, bugün sunduğu olanaklar doğrultusunda bir bireyin, bir cemaate ihtiyaç duymadan da yaşayabileceği, yaşayabildiği de artık görmeye başladığımız bir durumdur.

Medeniyet ilerlerken…
Medeniyetin ilerlediğine inandığımız, yarını teşkil eden bu yüzyılda da birçok sorun bizleri beklemektedir. Güvenlik bugün arz ettiği önemi sürdürecek en başta. Antisemitzmin ne gibi bir seyir göstereceği biraz da dünya politikasına ve toplumların eğitilme biçimine bağlı… Yine aynı doğrultuda, insan doğası da ele alındığında asimilasyonun artması olası görünmektedir. Dünya nüfusu arttığından, hayat şartları zorlaşıyor ve insanın kendini ifade etmesi yeniden anlam kazanıyor. Bireysellik güçlenirken, duyarsızlık artıyor; gönüllülük anlayışı yerini profesyonelliğe bırakıyor.
Bu yüzyılda da kültürel evrim sürerken, insan temel şartı olan fiziksel doğasını korumaya devam edecektir. İnsan değişmese de, zaman, mekân ve dünya insan eliyle şekillenmeye devam edecek. Yahudilik yaşamaya devam edecek; ancak Yahudilik’in değişen şartlara göstereceği uyum süregelmiş gelenek doğrultusunda mı olacak? Hep birlikte göreceğiz. Dünya hiçbir zaman savaşsız bir yer olmayacaktır; çünkü saldırganlık biyolojik olarak tanımlanmış, insan doğasının bir parçasıdır. Sigmund Freud ve Albert Einstein’ın mektuplaşmalarında belirttiği gibi, çözüm belki de olumsuz duygularımızı olumluya çevirebilmeye çalışmakta ve kültürel gelişime katkıda bulunmak için çabalamaktadır.