Futbolu yönetenler...

Yakir MİZRAHİ"İsviçre`de İsviçreli hakemin yönettiği bir maç oynadık. Futbolda baskı kurmak vardır ama şerefsizce yapılanları kabul etmek mümkün değildir. Çok büyük ayıp ettiler, şerefsizliği kabul edemeyiz. Bunların yaptığı terör ortamı yaratmak. Ama unutmayalım ki, bunun İstanbul`u da var. Şükrü Sara

Spor
9 Ocak 2008 Çarşamba
Yukarıdaki bu sert ve keskin sözler bir spor yöneticisine, Milli Takımlar Sorumlusu Davut Dişli’ye ait... Bir başka deyişle, ülke futbol federasyonunun önemli pozisyonundaki bir yöneticisinin maç sonrası beyanatları bunlar... 2006 Dünya Kupası’na katılmak için İsviçre ile Play-off maçları oynayan Türkiye A Milli Takımı’nın deplasmanda İsviçre’ye 2ǂ mağlup olmasından sonra sarfedilen sözler... Sorumlu pozisyondaki yöneticinin, bir ulusu provoke edecek, sonunun nereye varacağını düşünmeden kurduğu sorumsuz cümleleri... Sırasıyla Yunanistan ve Danimarka Milli Marşlarının yuhalanıp ıslıklanmasına sessiz kalıp, Türk Milli Marşı’nın ıslıklanmasına veryansın eden federasyonun bir üyesinin görüşleri... Okuma-yazma oranı ve kişi başına düşen milli geliri düşük, işsizlik oranı ve sosyo-ekonomik tatminsizliği had safhada olan bir ülkenin milliyetçi ulusunu tahrik edecek tarzda ; "Bunların yaptığı terör ortamı yaratmak. Ama unutmayalım ki, bunun İstanbul’u da var. Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda 50.000 ateşli fanatik taraftar istiyorum." diyen, konuşurken konumunun, kişisel fikirlerinden daha önemli olduğu gerçeğini bilmeyen bir spor yöneticisinin(!) açıklamaları... Federasyon olarak, lig maçları sonrasında yapılan olumsuz beyanatlara cezalar kesilirken, acaba daha yukarıdaki mevkiilerden Davut Dişli’ye de bu şekilde bir yaptırım olacak mı ? Yoksa federasyonun centilmenlik için uydurduğu "lütfen kampanyası" buna kılıf mı olacak ?...
Tüm hafta boyunca ana haber bültenlerinde ve gazete sütunlarında geniş yer bulan tarihi İsviçre maçları sonucunda, Türk Milli Takımı Almanya’da düzenlenecek olan Dünya Kupası’na katılma hakkını kaybederken, İsviçre Milli Takımı bu hakkı elde etti. İki maçın sonrasında yaşanan olaylar ise sahadaki mücadelenin neredeyse ötesine geçti. Gerilim, ilk maçta İsviçreli seyircilerin Türk Milli Marşı’nı ıslıklaması ile başladı, saha içinde ve dışında İsviçreli futbolcuların Türk futbolcularına ve teknik adamına sarfettiği iddia edilen küfürler (iddia edilen çünkü küfredilirken kanıt yok) ile devam etti. Maç sonrasında ise başta Fatih Terim ve Davut Dişli, büyük haksızlıklarla ve centilmenliğe aykırı davranışlarla karşılaştıklarını belirterek burada oynanacak maç öncesi gerilimi arttıran cümleler sarfetti. Kime ne yarar sağlayacağı meçhul gerginliğin tırmanması ise İsviçre kafilesinin İstanbul’a gelişinde yaşandı... Görevleri havaalanı hizmetlerini yerine getirmek olan insanlar, kafileyi daha uçaktan inmeden körükte karşılıyor ve onların kulağının dibinde bağırıp çağırıyordu. Ayrıca, İsviçre kafilesinin havaalanından çıkışında tanık olduğumuz görüntüler, ortada ne güvenliğin ne de emniyet için kurulan bariyerin var olduğu şeklinde... Yani, İsviçreli oyuncular "kışkırtılmış Türk taraftarlarıyla" beraber yürüyerek otobüslerine binmek zorunda bırakılmışlardı... Buna ek olarak, dünyada misafirperverliğiyle ün yapmış Türk ulusuna mensup "kışkırtılmış Türk taraftarları" yolda kafile otobüsüne yumurta ve ayran kutuları atarak "hoşgeldiniz" diyorlardı...
Bütün yaşanan bu gerginliklerden sonra, iki takımın 11’er futbolcusunun yeşil çimler üzerinde sportif hesaplaşması başlıyordu. Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda oynanan rövanş maçı 4DŽ Türkiye lehine bitmiş, fakat turu atlayan taraf İsviçre olmuştu. Maçın bitiş düdüğüyle beraber İsviçreli futbolcular bir anda topluca soyunma odası koridorlarına koşarak, sahadaki ve tribündeki herkesi tahrik edecek hareketlerde bulunuyordu. Gerilimi doruk noktasına vardıran gelişmeler ise bu sıralarda yaşandı. Milli Takım Yardımcı Antrenörü (Şifo) Mehmet Özdilek, soyunma odasına koşan İsviçreli Behrami’ye çelme taktıktan 3 saniye sonra bir başka İsviçreli futbolcu Huggel’den baldırına bir tekme yemişti. Bundan sonra soyunma odası koridorlarında yaşandığı iddia edilen bazı olaylar (iddia edilen çünkü olası saldırının kanıtı yok) sonucunda da İsviçreli oyuncu Grichsing yumurtalıklarından sakatlanarak hastaneye kaldırılmıştı.
Dünya futbolunu yöneten FIFA’nın -İsviçreli/İsviçre doğumlu- başkanı Sepp Blatter ise maçın bitişinden yaklaşık 12 saat sonra, hakem ve gözlemci raporları daha değerlendirilmeden Türkiye’nin ağır bir ceza alacağını gerekirse bir sonraki futbol organizasyonundan men edilebileceğini belirtti. Böylesine profesyonellikten uzak, tamamıyla pervasızca açıklamaları yapan Blatter bununla da yetinmeyip, Dünya futbolunun patronu olduğu gerçeğini gözardı ederek "Ben İsviçreliyim. Maçı bu gözle seyrettim. Sadece Türkler provoke etti" deme gafletinde bulundu. Oysa dünyanın her neresinde olursa olsun, buna medeniyetin beşiği(!) olduğu iddia edilen İsviçre de dahil, yargıçlar son sözü söylerler. Yargıçların son sözleri söylemesinin nedeni, varolan kanıtlardan, raporlardan, iddia ve savunma makamlarının tezlerinden yola çıkarak karar vermesidir. Jürilerin ve kurulların kararlarını etkilememek adına, yargıçlar, dünyanın hiçbir yerinde fikirlerini ilk başta açıklamazlar. Sepp Blatter’in yaptığı, tamamıyla FIFA Disiplin Kurulu’nu etki ve baskı altına almaktır. Kanımca bu bir suçtur. Dolayısıyla ülke sporunu ve ülke futbolunu yönetenlerin, bu sözleri nedeniyle Sepp Blatter hakkında Uluslararası Spor Mahkemesi (CAS) ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava açmaları gerekir. Zaten aynı Sepp Blatter, 1998 yılında FIFA Başkanı olabilmek için, Afrika Futbol Konfederasyonu’na mensup iki üyeye, lehine oy kullanmaları için oy başına 100.000 $ (136 Milyar TL/136.000 YTL) rüşvet vermişti. Bu arada, futbolun taraflı tarafsız herkese göre patronu olan FIFA’nın, başkanının, genel sekreterinin, basın sözcüsünün, disiplin kurulu başkanının hepsinin İsviçreli olması da FIFA’nın ne kadar tarafsız(!) bir kurum olduğunun altını önemle çiziyor...
Avrupa’da oynadığımız en önemli maçlarda ; 1996 yılında katıldığımız Avrupa Şampiyonası’nda Hırvatistan maçının en kritik anında Vlaoviç’i çekip düşürmeyen elin, 2000 yılında katıldığımız Avrupa Şampiyonası’nda Portekiz maçının en kritik anında Couto’ya gereksiz yere yumruk atan elin, 2003 yılında oynadığımız İngiltere maçının en kritik anında penaltı kaçıran Beckham’ın yanağına uzatarak İngilizlere hırs aşılayan elin ve son olarak Çarşamba akşamı oynadığımız İsviçre maçının daha 30. saniyesinde ceza sahasının içerisinde topa uzanan elin hep aynı sahibini takdir edip, ona hala milli formayı giydiriyorsak büyük başarılar ne yazık ki hep hayal olur...