Bir Büyükada masali ve Eric Sarner

Feride PETİLONBüyükada`ya aşık bir televizyon yapımcısının yolu geçtiğimiz yaz İstanbul`dan geçti. Adı, Eric Sarner… Elinde mikrofon, yanında kameramanı ile Büyükada`yı. Splendid Oteli`nin avlusunu, Anadolu Klübü`nün bahçesini, Aya Yorgi tepesindeki gün batımını, Büyük Tur`un mavi ile yeşil izdiv

Kültür
9 Ocak 2008 Çarşamba

Bu belgeseli hangi kanal için hazırlıyorsunuz?
Büyükada belgeselini Fransa’da kablolu yayın programlarında yer alan "Voyage’’ adlı kanal için hazırlıyorum. Bu kanal bugünlerde hazırladığı kaliteli programlar ile oldukça popüler hale geldi.  "Voyage" kanalı belgeseller arasında iyi bilinen "National Geographic" veya "Discovery’’ kanallarına benzerlik gösteriyor. Dünyanın bir çok ülkesinin belgesellerini hazırlıyoruz. Barcelona, Marsilya, Nikaragua, Lübnan, Haiti, Budapeşte, Filipinler ve İstanbul bunlardan  bazıları. 
Neden Büyükada?
Öncelikle  bir Akdeniz çocuğuyum. Bütün adalar ilgimi çeker.  2004 yılında İstanbul ile ilgili bir program yapıyordum. Yolda Fransızca konuşan bir grup ile karşılaştım. İstanbul’da yaşayan, Fransa’da eğitim gören gençlerdi. Bana Büyükada’ya gitmemi tavsiye ettiler. Ve adaya ilk adımımı attığım andan itibaren havasından büyülendim. Geçtiğimiz kış yaptığım çalışmaların sonucunda İstanbul hakkında çektiğim filmin bir devamı olarak, Adalar belgeselini de yapmam  gerektiği konusunda televizyon kanalını ikna ettim. Bu yaz işte buradayım.
Büyükada hakkında edindiğiniz genel izlenimler nelerdir?
En çarpıcı olan, İstanbul’a çok yakın olmamıza rağmen şehir yaşantısından uzak kalabilmemizdir. Özellikle yaz aylarında ortam, İstanbul ortamından tamamen değişik. Bir anlamda uzak ama yakın. İşte ilk yapabileceğim yorum. İkici ve en önemli nokta Büyükada’nın tıpkı İstanbul gibi bir kültür mozaiği oluşu.
Özellikle beni en çok etkileyen,  birçok kültürün bir arada var olması ve birlikte yaşayabilmeleri. İstanbul’da da bunu gördüm ama Büyükada’da herşey o kadar birbirine yakın ki  şaşırmamak ve takdir etmemek mümkün değil. Büyükada’da  Judeo Espanyol’un konuşulduğunu duymak çok hoşuma gitti. Uzun yıllar Paris’te yaşadım, şimdi Marsilya’da yaşıyorum, bu lisanı sokakta duymak şansına sahip değilim. Büyükada’da Splendid Oteli’nde kalıyorum ve Judeo Espanyol duyuyorum.  Büyükada tüm kokuları ile çok etkileyici.  Çekimlerde ana tema deniz ve kara.
Bu mozaiğin İstanbul’da başka örneklerini gördünüz mü?
İstanbul’da cemaatler birlikte yaşadılar ve tarihe imzalarını attılar. Köklerim Odessa’ya kadar uzanıyor. Ailem  Cezayir’e daha sonra Marsilya’ya gitmeden önce, bir süre Balat’ta ikamet etti. Bildiğim bir başka gerçek de Osmanlı İmparatorluğu döneminden beri Türklerin  misafirperverlik geleneğine sahip oldukları. Bu geleneğin en belirgin örneği İspanya’daki Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğu’na gelerek hala  bu topraklarda yaşamaya devam etmeleri. Bir Ortaköy örneği de verebilirim. Sinagog, cami ve kilise birbirleri ile çok yakınlar. Bu da, tek tanrılı üç dinin birlikte saygı çerçevesinde  yaşadığının kanıtı.  Beyoğlu da renkli bir bölge. İstiklal Caddesi’ndeki çeşitlilik gerçekten göze çarpıyor. Bir Avrupalı için  çok sıra dışı. Başörtülü kadınlar, mini etekli kızlar ve hatta eşcinseller İstiklal Caddesi gibi, pek de büyük olmayan bir alanda adım başı değişken bir tablo ile karşımızda. Bunu nasıl yorumlayacağımı bilemiyorum.
Birçok ülkede belgesel çektiniz İstanbul’u hangi kente benzetebilirsiniz?
 İstanbul’un bir eşi benzeri yok diyebilirim. Coğrafi açıdan  İstanbul, hem su, hem de kara şehri. Aslında Amsterdam gibi suların üstünde kurulu ama iki ana kıtayı birbirinden ayıran bir kara parçası. Dünyanın hiçbir kentinde Asya’dan Avrupa’ya geçemezsiniz.  Karadeniz, Marmara  ve Boğaz birbirleri ile içiçe. Sosyolojik açıdan bakıldığı zaman kültürlerin buluşması İstanbul’un gelişim sürecini etkilemiş gibi görünüyor.
Şimdiye kadar yaptığınız belgeseller hep 52 dakika ile sınırlı. Büyükada belgeselini de bu zamana sığdırabileceğiniz düşünüyor musunuz?
Bir belgesel çekileceği zaman önce bir haftalık bir ön çalışma yaparım. Daha sonra kameraman arkadaşım gelir ve senaryoyu gelişen olaylara, konseptimize uygun olarak devam ettiririz. Bu kez kasım ayında yeniden gelerek ortamın sonbahardaki havasını yansıtmak istiyoruz. Yani gençler, yaşlılar, turistler, yazlıkçı aileler çekilince, geriye neler kalıyor sorusuna da cevap aramak istiyorum. O zaman adanın gerçek sahiplerini tanıtmak istiyorum.
Türkiye’nin AB’ye girmesi hakkında neler düşünüyorsunuz?
Bu sorunun cevabını herkes tartışıyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesine yüzde yüz taraftarım. Ve inanıyorum ki bu gelecekte gerçekleşecek. Fransız yöneticiler Türkler  hakkında her zaman olumlu şeyler söylemiyorlar.  Türkiye, son yıllarda her açıdan büyük değişikliğe uğradı. Havaalanına adım atıldığı andan itibaren, gözlenen değişiklik Türkiye için olumlu. Ancak üzücü olan, Türkiye’nin Avrupa’daki imajını henüz gerektiği kadar yeniliyemediğidir. Halen Türkiye ve Türkler dendiği zaman  Geceyarısı Ekspresi filmi ve o yıllarda Avrupa’ya çalışmak üzere gelen Türkler düşünülüyor. Halbuki köprünün altından çok sular aktı. Batı kültürü Türkiye’yi de etkiledi. Her ne kadar Türkiye’nin sadece İstanbul olmadığını biliyorsam da, Anadolu’nun değişik kentlerine yaptığım gezilerde de bu gelişimi gördüm. Avrupa’dakiler Türkiye’yi düşündükleri zaman bu denli büyük bir ülkeyi hayal etmiyorlar. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesine karşı olanlara Türkiye’ye birkaç günlük bir seyahat öneririm. 
Fransa’daki Yahudilerin durumu nedir?
Antisemit olaylar oldu. Bunların ivmesi kimi zaman arttı kimi zaman da azaldı. Ama Fransa Yahudi Cemaati, tüm önlemlerini alarak bu hareketleri azaltmayı başarıyor. Bu hareketler İsrail politikası ile de ilgili.
Sizce bu politika İsrail’in diğer ülkelerle ilişkilerini nasıl  etkiliyor?
Unutmayın ki İsrail bile kendi içinde çelişkiler yaşıyor ama bir düşünceyi  yorumlamak o düşünceyi reddetmek anlamına gelmez. Bugün İsrail’de yaşayan arkadaşlarım birçok  gelişmeyi tenkit ediyorlar. Tenkit daha iyiyi yakalamak için daha objektif bir görüş açısı kazandırır.  Kısacası bugün Yahudi olmak ve özellikle İsrailli olmak çok zor.  Her zaman da zor oldu. Ama dünya daha iyiye gidecek bunu umut etmek zorundayız.


ERIC SARNER KİMDİR?
1943 Cezayir doğumlu bir televizyon program yapımcısı. Halen Marsilya’da yaşıyor . Marsilya ve Paris  Üniversitelerinde eğitimini tamamladı. 1986’dan itibaren çeşitli belgesel filmlere imza attı. İstanbul, Barselona, Marsilya, Nikaragua, Lübnan, Haiti, Budapeşte, Filipinler  belgesel olarak tanıttığı yerlerden birkaçı. Le Monde, L’Express gibi çeşitli dergi ve gazetelerde röportajları yayınlandı.  "Sugar", "Meres et folles sur la Place de Mai" gibi kitaplar yazdı.  İsrail’de yaşadığı süre içinde Fransız Kültür Bakanlığı adına araştırmalar yaptı.