Gözüne gözlük, eline sözlük

Yakir MİZRAHİ"Sahada en çok koşan odur. Tüm oyun boyunca koşmak zorundadır. Maç boyunca, 22 oyuncunun arasında dörtnala giden bir at gibi koşuşturur. Bu denli büyük bir özverinin karşılığında gördüğü ödül ise, seyircilerin uluyarak kellesini istemesidir. Kan ter içinde kalan hakem her maçın başından sonuna dek, başkaların

Spor
9 Ocak 2008 Çarşamba

Yukarıdaki sözler bir futbol hakemini yeryüzünde en iyi şekilde betimleyen kişiye, Uruguaylı üstad Eduardo Galeano’ya ait. Üstad, yazdığı Gölgede ve Güneşte Futbol adlı kitabının içinde hakeminden taraftarına, kalecisinden futbolcusuna, futbol topundan stadyumuna kadar futbola dair ne varsa o kadar iyi ve o kadar güzel anlatmış ki, yazıya ondan alıntı yaparak başlamayı uygun buldum. Galeano, kitabında futbol maçının bir tiyatro mu yoksa bir grup terapisi mi olduğunu tartışırken, futbolun kolay kolay es geçilemeyecek sosyal bir faaliyet olduğunun altını çiziyor. 
"22 oyuncunun arasında dörtnala giden bir at gibi koşuşturan" yeşil sahaların olmazsa olmazları hakemler, ülkemizde futbolun gelişmeye başladığı yıllardan itibaren tartışma konusu olmuştur haliyle... Kararlarının doğruluğu, oyuncularla olan saha içi ilişkileri Pazar akşamları televizyon stüdyolarında, tüm hafta boyunca da futbol kokan her ortamda tartışılır. Dolayısıyla birinin ak dediğine diğerinin kara, birinin turuncu dediğine diğerinin koyu sarı demesi gayet normaldir. Fakat bazen öyle kararların altına imza atacak düdükleri üflerler ki, bir anda ülke gündeminin ilk sıralarına otururlar. Tıpkı Marcio Nobre’nin Ç.Rize’ye el yordamıyla, Nicolas Anelka’nın da geçtiğimiz haftalarda Konyaspor’a attığı faul+smaç golleri sonrası olduğu gibi...
En yenisini hatırlamak gerekirse, iki hafta önce Konya’da oynanan Konya-Fenerbahçe maçı 2ǂ evsahibi ekibin lehine devam ederken, ceza sahasına yapılan bir Fenerbahçe ortasında Anelka ilk önce kaleciye faul yapmış, daha sonra da kalecinin üzerinden eliyle topu Konya filelerine göndermişti. Voleybolda filenin üzerinden yapılan smaç misali oluşan bu pozisyon sonrası hakem gol kararı vermiş, evsahibi takım konsantrasyonunun da bozulmasıyla maçı 4DŽ kaybetmişti. Maç sonu tüm Türkiye günlerce elle atılan bu golü konuşurken, büyük(!) golcü Anelka, golü el becerisiyle attığını itiraf edememişti. Ne de olsa "amaca giden her yol mübahtır" anlayışı esastı. Gelin görün ki benzer bir gol, bu hafta sonunda bir PAF Ligi karşılaşmasında, yani altyapı maçında yaşandı. Yaşları 20’yi geçmeyen futbolcuların oynadığı Galatasaray-Denizli PAF Ligi maçı 3ǃ Galatasaray’ın lehine devam ederken, Uᆥ Milli Takımının da forveti olan Galatasaraylı Özgürcan Özcan bir gol daha atmıştı. Ancak, hakem gol kararı verdikten sonra, onun yanına giden Özgürcan golü ellerini kullanarak attığını itiraf etmiş, bunun üzerine hakem golü iptal ederek Özgürcan’a bir sarı kart göstermişti. Keza aynı futbolcu geçtiğimiz ay Peru’da düzenlenen Uᆥ Dünya Şampiyonası’nda bir başka şık davranışından ötürü fair-play ödülüne layık görülmüştü. (Şampiyonada oynanacak bir maç öncesi, seremoni sırasında Perulu engelli bir çocuğa yakın davranışları onu bu ödüle götürmüştü.) Herkes haftalarca Anelka’dan elle attığı nizami(!) golü itiraf etmesini beklerken, 17 yaşındaki Özgürcan bu olgunluğu o yaşta, olay yaşandığı anda göstermeyi becerebilmişti.
Sporu etik açıdan düşündüğümüzde, 17 yaşında henüz profesyonelliğin başında bu ahlaka sahip olmuş genç bir futbolcu ile, dünya futbolunun gözbebeği olmuş, kazanabileceği tüm şöhreti ve parayı bulmuş bir futbolcunun farklı davranışları göstermesi kanımca oldukça üzüntü verici... Çünkü terazinin bir tarafında üne ve paraya aç bir delikanlı, diğer tarafında üne ve paraya tok olgun bir futbolcu bulunuyor. Biri yarı, diğeri tam profesyonel... Ama zaten Türkiye’deki futbol şartları, Anelka’yı tam profesyonel olmaya zorlamıyor mu ? Eduardo Galeano, Gölgede ve Güneşte Futbol adlı kitabında bir futbolcunun şöhreti hakkında şu ifadeleri kullanmıştı : "Gün gelir, futbolcu için para da, ün de yoktur artık. Ün denen o ılık yaz meltemi, bir teselli mektubu bile bırakmadan uçup gitmiştir."
Yazımızın çıkış noktası olan hakemler üzerinde tartışılma yapılmasını her ne kadar pek sevmesem de, insan bazı zamanlarda kendini bundan alamıyor... Hakem kararları üzerinde konuşurken, bu hafta sonunda yaşanan ve bana oldukça saçma gelen bir hakem hareketini sizlerle paylaşmak istiyorum. Galatasaray-Denizli maçını yöneten hakem Selçuk Dereli, karşılaşmanın son dakikasında karşı kalenin önünde Denizlisporlu Serdal’a sarı kart göstermek istedi. Fakat Serdal hakemden kaçarak, yani kendi kalesine doğru yönelerek, göreceği kartı engelleyebileceğini sandı. Düdüğünü çalarak oyuncuyu yanına çağırma amacında olan sahanın hakimi pozisyondaki hakem Selçuk Dereli, yanına gelmeyen ve resmen kendisinden kaçan Serdal’ı en az 70 metre boyunca yani diğer kalenin önüne kadar kovaladı. Ve yakaladığında(!) sarı kartını gösterdi. UEFA listesindeki en yüksek(!) puana sahip Türk hakemini bir kovalamacada televizyon başında izlerken, çocukluğumun çizgi film kahramanları Tom&Jerry aklıma geldi nedense... Oysa Selçuk Dereli, Serdal’ı birini pozisyon icabı, diğerini ise düdüğe rağmen yanına gelmeyerek hakem otoritesini hiçe sayan disiplinsizlikten ötürü çıkaracağı çift sarı kart=kırmızı karttan dışarı atmalıydı... Zaman zaman spor programlarında tartışılır durur, niçin Avrupa’da maç yöneten bir hakemimiz yok diye... Sizce de bu sorunun cevabı bu paragrafta gizli değil mi ?
Yazmış olduğu kitap ile, Türkiye’deki profesyonel spor anlayışı ve hakemlik üzerine düşünmem için iştahımı kabartan üstad Eduardo Galeano, hakemlik üzerine yazdığı yazıda şu kelimelere yer veriyor : "Yüzyılı aşkın bir zaman, hakemler karalara büründüler. Tuttukları hiç kuşkusuz kendi yaslarıydı. Şimdilerde ise renkli giysilerin arkasına saklanıyorlar." Bu makale de, bu satırların yazarının bu cümleye yorumuyla; ... (sadece üç nokta) ile son bulur...