Birleşmiş Milletler Sekreteri Kofi Annan, Lübnanın eski Başbakanı Refik Haririnin şubat ayında bombalı bir saldırıda öldürülmesi ve ülkede çıkan karışıklık nedeni ile Haririnin öldürülmesini araştırması için Alman hakim Detlev Mehlise görev verdi. Mehlis, geçtiğimiz hafta raporun henüz tamamlanmamış olduğunu özellikle belirterek ilk taslağını Annana teslim etti.
Raporun en önemli bulgusu, Haririnin öldürülmesi ile ilgili ipuçlarının Suriye ve Lübnan üst düzey yöneticilerinin direk iştirakini gösterdiğini belirtmesidir. Raporun önemli bir vurgusu Lübnanın Suriye yanlısı başkanı Emil Lahudun telefonunun bombalamadan birkaç dakika önce araştırmanın Suriye yanlısı kilit isimlerinden Mahmut Abdülal tarafından aranarak bilgi verildiğinin saptanması. Suriye ve Lübnan bu bulgulara şiddetle karşı çıkarken Lübnan başkanı bir basın bildirgesi yayınlayarak bu söylemlerin başkanın istifası için yapılan bir kampanyanın parçası olduğunu belirtti. Raporun bir bölümünde ise Suriye tarafının araştırmaya gereken işbirliğinde bulunmadıkları ve Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Alşaranın gönderdiği mektubun yanlış bilgi içerdiği belirtildi.
Mehlis raporu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Komisyonuna 25 Ekimde detaylı anlatacak. Güvenlik Kurulunun kararının ne yönde olacağı merak edilirken, rapor ABDde büyük yankı uyandırdı. ABD Başkanı Bush Birleşmiş Milletlerin acilen bu raporu incelemesinin gerekliliğini ve diğer ülkelerin de dikkatlice incelemesi ve ona göre davranması gerektiğini vurguladı. ABD Devlet Sekreteri Condoleezza Rice rapor karşısındaki rahatsızlığını ve diğer ülkelerinde Suriyenin suçluluğunun tanınması gerektiğini dile getirdi. ABD Devlet Sekreter yardımcısı C. David Welch Suriye ve Lübnanlı suçluların adalete teslim edilmesi gerekmektedir derken Birleşmiş Milletler ABD elçisi John Bolton raporu açıkça rahatsız edici olarak tanımladı.
Parlamentoda çoğunluğu elinde bulunduran Refik Haririnin oğlu Saad Hariri BM raporunun bulguları üzerine uluslararası bir mahkeme açılmasını talep ettiklerini açıkladı. Suriye yanlısı ve Haririnin politik düşmanı Lübnan Devlet Başkanı Emil Lahud, nisan ayında Suriye Ordusunun ülkeden çekilmeye zorlanması ile yalnız kaldı ve görevden çekilmesi için yapılan baskılar arttı. Başkanlık koruma komutanı General Mustafa Hamdan ve güvenlik danışmanı da suçlanan kişiler arasında.
Suriye Devlet başkanı Başer Esad kendilerinin yüzde yüz suçsuz olduğunu yabancı basına açıkladı. Fakat rapor hazırlanırken içlerinde intihar etmiş olarak bulunan İçişleri Bakanı Gazi Kanaanın da bulunduğu birçok Suriyeli yetkili sorgulandı, dört Suriye yanlısı general suçlu bulunup ağustos ayında tutuklandı. Suriye uluslarası arenada şu an tamamen yalnız kaldı. Arap ülkelerinden çok az destek görürken, Birleşmiş Milletlerin yaptırımları ile karşı karşıya kalan Suriye, Irak sebebi ile zaten karşısına aldığı ABD tarafından da rejim değişikliği için baskı görebilir.
20 yılı aşkın süredir Lübnanın politikasını yöneten Suriye İçişleri Bakanı Gazi Kanaanın ölümü bile Suriyenin işini kolaylaştıracağa benzemiyor. Ölümünün çok kısa bir sürede ve detaylı bir şekilde intihar olarak basına verilmesi, Kanaanı Hariri suikastının suçlusu olarak göstermek için öldürüldüğü şüphelerini akla getiriyor. Suriye ise bu iddiaları reddedip Kanaanın üzerine sürülen leke yüzünden vatan sevgisi nedeni ile intihar ettiğini savunuyor.
Bu tabloya bakarak Haririnin öldürülmesinin hem Suriye hem de Lübnana yarardan çok zarar verdiği kesin. O halde kimdir Hariri ve neden öldürüldü?
1975 yılları arasında süren Lübnan İç Savaşı sonrasındaki dönemde başbakanlık yapan ve ekim 2004te bu görevinden ayrılan milyoner Refik Baha Edine Hariri, 1944 yılında Lübnanın güneyindeki Sidon şehrinde yoksul çiftçi Sünni bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Muhasebe okuduğu Beyrut Arap Üniversitesinden mali yetersizlikler sebebi ile ayrılıp Suudi Arabistana göç etti. Öğrenciliği sırasında Arap Milliyetçi Hareketi ve George Habaşın Filistin Kurtuluş Halk Cephesi örgütlerinde aktif rol aldı. Suudi Arabistanda önce matematik öğretmenliği daha sonra bir inşaat firmasında denetçi oldu. Kendi inşaat şirketini kurdu ve 1970lerdeki petrol patlaması ile cok para kazanıp Fransız Oger inşaat firmasını satın aldı. Kraliyet ailesinin güvenini kazanıp 1978te Suudi vatandaşlığına kabul edildiğinde Arap dünyası en büyük inşaat imparatorluğuna sahip olmuştu. 1980lerde Hariri, inşaat dışında birçok farklı alanda kendisini kanıtlayarak imparatorluğunu büyüttü. 2003 yılında, 3,8 milyar dolarlık serveti ile Forbes Dergisi kendisini dünyanın en zengin 100 kişisi arasında gösterdi.
Sonradan Suudi Kralı olan Fahd ile olan yakın dostluğu ona iş dünyasının kapılarını açmak dışında, Lübnan özel hükümet temsilcisi olarak birçok uluslararası konferansta kralı temsil etmesini sağladı. 1980lerde Hariri, militan gruplar ve Lübnan - Suriye arasında arabuluculuk görevini üstlendi. Ayrıca 1989da Taif Anlaşması ile sonuçlanan ulusal uzlaşma konferansında önemli rol oynadı. Bu anlaşmaya göre Suriyenin Lübnandan geri çekilmesi gerekiyordu. İç savaş sonrası Hariri ülkenin tekrar inşasında aktif rol oynadı. Bazıları Beyrutu yıkan militanları Haririnin özellikle desteklediğini böylece şehri hem kendi istediği gibi kurup hem de para kazanmayı amaçladığını savundular. Hariri ilk olarak 1992de başbakanlığa seçildi ve 2003 Ekiminde ayrılmasına kadar oniki yıl boyunca ülkeyi yönetti. Başkanlığı sırasında kendi gibi sünnilerin yanı sıra Maruni, Dürzi, ve Şiilerin de desteğini aldı. Ayrıca, Hariri yoksul Lübnanlı gençlerin okuması ve kültürel değerlerin kaybolmaması için 1979 yılında "Hariri kültür ve eğitim vakfını" kurdu. Bu vakıf birçok okul inşaa etti, yoksul öğrencilere burs verdi, tarihi binaları restore etti.
Haririye yapılan bombalı saldırıdan sonra Lübnan da üç günlük yas ilan edildi. Muhalefet liderleri, Taif Anlaşmasına rağmen ülkede halen 14.000 askerini Lübnan da bulunduran, Suriyenin sorumlu olduğunu düşünüyor ve Suriye yanlısı hükümetin istifasını istiyorlar. 1990da İç Savaşın bitmesinde yardımcı olan Suriye, 1976 yılından itibaren ordusunu istihbarat ve ekonomik çıkarları için Lübnanda tutmaya devam ediyor. Yapılan uluslar arası baskılar sonucunda Suriye nisan ayında Lübnandan çekti ve birkaç ay sonra Lübnan da ilk defa Suriye olmaksızın bir seçim gerçekleşti. Koltukların çoğunu Refik Haririnin oğlu Saad Hariri alsa da, ülkede bulunan farklı din ve milletlerin hepsinin önceden belirli yetkileri olduğundan ve Hizbullah gibi radikal fikirlerin de bulunduğu parlamentoda tek parti gibi iktidar olamadığı kesin.
Bombalama sonrası suikast ile ilgili, herkesin hemfikir olduğu konu, saldırının güçlü bir istihbarat sonucu planlandığı. Patlamanın gücü, dakikliği ve kurbana yaşama şansını bırakmamış olması nedeni ile küçük bir grubun işi olmadığı daha en başından biliniyordu.
Rapora göre suçlu gözüken Suriye, hem amacı hem de yapabilecek gücü olması nedeni ile bugün olduğu gibi suikast sonrasında da suçlamalarda ilk sırayı almaktaydı. Ölümünden sonra Lübnanlı politikacılar ve halk "Şehit Hariri" olarak bahsederek aslında Haririyi öldürenlerin Lübnanlı değil Lübnanın düşmanları olduğunu düşündüklerini de açıkça belirtmiş oluyorlar. Haririnin cenazesinin Suriye karşıtı bir mitinge dönüşmesi de bunun en belirgin göstergesi.
Hariri, Suriye karşıtı olduğunu açıkça belirtmese bile, Suriye yandaşı olarak bilinen Lübnan başkanı Emil Lahud ile yıllardır süre gelen politik çekişmesi bunun bir işareti olarak alınıyor. Hariri, başbakanlığı sırasınca birçok kez Suriye ile Lübnanın iç işleri ve dış işleri konularında farklı görüşlere sahip olmasına rağmen daha önceki Lübnan başbakanları gibi Suriye ile gerginlik yaratmamaya çalıştı ve bunun sonucunda Şam tarafından stratejik öneme sahip olmayan konularda istediğini yapabildi.
Refih Hariri ile Emil Lahud ve Suriyeyi asıl karşı karşıya getiren asıl olay ise 11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ABDnin Iraka savaş açması ve bölgeye demokrasiyi getirme kararı sonrasında Suriyenin ordusunu Lübnandan çıkarması için baskı arttırması ile başladı. Eylül 2004te Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyinin, Haririnin desteği ile, aldığı 1559 sayılı "Suriyenin Lübnandan çekilmesi gerektiği ve Lübnanın içişlerine karışmaması" kararından sonra Lübnandaki Suriye karşıtı sesler de yükselmeye başladı. Gerginlik, Suriye yanlısı Devlet Başkanı Lahudun görev süresinin 3 yıl daha uzamasını sağlayacak anayasa değişikliğinin gerçekleşmesi için, Suriyenin baskı yapması ile arttı. Hariri bu yaptırımı durdurmak için başbakanlık görevinden Ekim 2004te ayrıldı. Mayıs 2005te yapılacak seçimlerde Haririnin adaylığını koymayı planladığı söylentisi ise gerginliği tırmandırdı.
Hairi suikastı sonrası, ABD, Şam Büyükelçisini çekerek diplomatik yoldan Suriyeyi uyardı ve Suriye BMnin aldığı Lübnandan askerlerini çekme kararını uygulamaya geçti. ABDnin bu konunun üstünde ısrarla durmasının sebebi Suriyenin militan grup Hizbullaha verdiği destek. Bu gelişmeler sonrasında, halen oniki milletvekili ile temsil edilen Hizbullahın geleceğinin ne olacağı merak ediliyor.
Suriyenin askerlerini Lübnanda tutmak istemesinin önemli nedenlerinin bir tanesi de Lübnanın İsrail sınırı. Suriyenin Lübnandan çekilmesi İsraili oldukça rahatlattı. Lübnan sınırlarından İsraile saldıran Hizbullahı destekleyen Suriye, ordusunu Lübnan topraklarında tutarak olası bir barış görüşmesi pazarlığında İsrailden Golan Tepelerini almayı amaçlamaktaydı. Bu nedenle Suriye desteğini kaybeden Filistin ile barış görüşmelerinin biraz daha kolay geçeceği de bir başka gerçek.
Mayıs 2003ten itibaren Suriyeye gıda ve ilaç hariç ihracatı yasaklayan ABD, Kasım 2003te mecliste kabul edilen bir yasa sonucunda Suriye uçaklarının ABDden kalkmasına ve inmesine izin vermezken, ABDde yaşayan şüpheli Suriyelilerin banka hesaplarını dondurma hakkını da elde etti. Bu suikast sonrasında Hükümet Sözcüsü Scott McClellan Lübnanlıların artık şiddet olmadan kendi politik geleceklerini belirleme hakkı olmasını, Başkan Bush ise Suriyenin artık terör örgütlerini desteklememesi gerektiğini ve özgürlüğe izin vermesi gerektiğini söyledi. Bushun bahsettiği terörist örgütlerden Hamas, İslami Cihad ve Hizbullah, Lübnanı İsraile saldırmak için kullanıyordu.