Ester YANNİERKimi zaman Türkiye ekonomisine yön veren iş adamlarıyla, kimi zaman televizyon programlarında, kimi zaman cemaat toplantılarında rastlıyoruz ona… O, hemen hemen tüm davetleri kabul ederek, öz yaşam öyküsünü, tecrübelerini, hayat görüşünü paylaşır ve her platformda açıkça dile getirir. Gerektiğinde
İshak Alatonla Alarkodaki Boğaz manzaralı ofisinde sohbet etmek hoş bir deneyimdi. Sorularımı içtenlikle yanıtlayan Alatonla çocukluğu, eğitimi, İşveç yıllarını, Varlık Vergisi ve 6lj Eylül olayları, ortağı Üzeyir Garih , yaşam felsefesini vb konulara değindik.
Çocukluğunuzdan, biraz da ailenizden söz eder misiniz?
Annem Lea Krepsi, babam Hayim Vitali Alaton her ikisi de Ankaralı, 1924te evlenip İstanbula geldiler. Kadıköyde Yel değirmenine yerleştiler; ablam burada dünyaya geldi. Ardından 1927de, bu gün Neve Şalomun bulunduğu Büyük Hendek Caddesindeki apartmanlardan birine taşındık, Çocukluğum oralarda geçti. İki kız, iki erkek dört kardeşiz. Babam Aşırefendi Caddesinde iplik ithalatçısıydı. Hali vakti yerindeydi. Bir çok benzeri gibi 1942de iflas etti.
1933 ᆺ yılları arasında İlkokulu Bene Beritte okudum. Sınıfta, ileride ortağım olacak Garihin ablası Luicenne Garih ile aynı sırada otururduk. Mercedes adında Hıristiyan bir kız vardı; sınıfın tüm erkekleri ona aşıktık. Bir de Murat diye Müslüman bir arkadaşım vardı.
Daha sonra Şişli Terakkiye geçtim. 8. sınıfta iken Varlık Vergisi olayı yaşandı. Babam Aşkaleye gönderildi. Okulun parasını ödeyemez olduk. O arada Saint Michelin rahiplerinden biri eve telefon ederek iki çocuğunuzu da bize getirin demeleri üzerine çok az bir para karşılığında bizi okula aldılar ve liseyi orada bitirdik.
Varlık Vergisi ve 6lj Eylül olayları ailenizde önemli değişikliklere neden oldu
Varlık Vergisi çok önemliydi, çünkü babamın işi sona erdi. 42 yaşındaydı. Aşkaleye gitti, bir sene sonra döndüğünde saçları bembeyaz, kırgın bir adamdı. Babam Ankaralı olduğu için Atatürk ile tanışmıştı. Cuma günleri tatildi, Çubuk Barajında gider, çok sevdiği ve yakınlık duyduğu Atatürk ile orada karşılaşırmış. Bu sevgisi Cumhuriyet Halk Partisine üye olmasına, Şişli Halk Evinde gençlere Fransızca ücretsiz ders vermeye kadar gitti.
1938de Atatürk öldüğünde hayatın değişeceğini anlamıştı, nitekim değişti de. İnönü geldi ve Varlık Vergisi tokadını yiyince kendine gelemedi. Yıllar sonra babama bir çokları gibi neden yeniden işe başlamadın diye sordum: Devletime ihanet etmiş olsaydım beni mahkemeye çıkartırlar, mahkum ederler, belki de kurşuna dizerlerdi. Peki devlet bana ihanet etmiş olsa ne olur? dedi. Yanıt veremedim. Hiç bir şey olmuyor. İşte benim olayım bu
bundan dolayı kendime gelemedim
Hükümetime, devletime, çok bağlıydım, tapıyordum dedi ki doğrudur. Hatta evimizde Ladino konuşmamızı yasaklamıştı. 1937ᆺ yıllarında "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyasına inanmıştı. Böylece Türkçe bilmeyen babaannemle konuşamaz olmuştum.
6lj Eylül olayları başka bir trajediye yol açtı
Kardeşim Bonjour Alaton Stockholmde yaşar. 1956da 25ᆮ yaşlarındaydı Teknik Üniversiteden mezun, fakültede asistanlık yapıyor ve profesörlük mertebesine ilerliyordu. O gün, Hachette Kitapevinden bir kitap almak için, Taksimden Tünele doğru yürüyordu. Karşıdan her tarafı yakıp yıkan güruhu görünce apartman boşluğuna sığınıp 3dž saat süresince olaylara tanık oldu. Eve döndüğünde bu ülkede yaşamam! dedi. Stockholmde ona bir iş buldum oraya gitti ve geri dönmedi
Felsefe merakınız nasıl başladı?
Felsefeyi bana Saint Micheldeki bir öğretmenim sevdirdi.
En sevdiğiniz filozof?
Avusturya doğumlu bir Yahudi olan Karl Popper yol göstericimdir. Açık toplum, nazizm, faşizm ve komünizmin yani izmlerin yapısını iyi analiz etmiş ve toplumun kurtuluşunun izmlerden kurtulmada olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koymuş, şeffaf sayılabilen demokrasi felsefesini aynı zamanda topluma indirgeyebilmiş bir adamdır.
Onun zamanına yetişmiş bir çok adamdan bir tanesi de Georg Sorostur. Sorosu anlamak isteyen öncelikle Popperi anlamalı. Çünkü Soros, Pooperden feyiz alarak onun felsefesini, maddi imkanlarıyla geliştirerek dünyayı değiştirdi. Bana göre Soros 20. asrın en önemli insanlarından biridir.
Askerliğini yedeksubay olarak yapan ilk gayrimüslimlerdensiniz. Askerliğiniz nasıl geçti?
28. devre ilk defa, ABDlilerin baskısıyla, gayrimüslimleri de subay yapma mecburiyetini yükledi. Bunu öğrendiğim ilk gün askerlik için başvuruda bulundum, 20 yaşındaydım. Önce Gelibolu, oradan Ankara Yedeksubay Okulu, daha sonra Polatlıdan asteğmen ve teğmen olarak terhis oldum. Sonuç olarak askerliğim çok iyi geçti. Büyük bir fırsattı, çünkü İngilizcemi askerlikte geliştirdim.
İsveç yıllarınızdan söz eder misiniz?
Liseyi bitirdikten sonra maddi imkansızlıklardan üniversiteye gidemedim. 17 ᆨ yaşları arasında az bir ücret karşılığında Karaköyde bir ofiste çalıştım. Askerlik sonrası Volvo ithalatçısı Mehmet Kavalanın yanında muhaberat sekreteri olarak çalışmaya başladım. İş dolayısıyla gide gele İsveç Konsolosu ile tanıştım. Bir gün kendisine Türkiyede olmayan yenilikler öğrenmek istediğimi belirttim. Orada meslekleri konu alan dergilerden "aircondition" ı gördüm. 1951 yılının mart ayında liguafondan İsveççeyi öğrenerek, 300녘 Dolar maaşla bir kaynak fabrikasında işçi olarak İsveçe gittim. Orada sosyal demokratlarla tanıştım, onları takdir ettim. İsveçte 51ᇉ yılları 2,5 yıl, hayatımın en heyecan verici zamanını geçirdim. Vantilatör ressamı oldum. Babam İsveçe gelerek ailenin büyük oğlu olarak sorumluluklarımı hatırlattı ve Türkiyeye geri döndüm. Diplomam olmadığından teknisyen olarak kimse işe almayınca kendi şirketimi kurayım dedim. Bu vesileyle eski sınıf arkadaşımın kardeşi Üzeyir Garih ile 1954te işe başladık. Şirketi yarı yarıya oluşturduk.
Yıllar insanın hayatında değer farklılıkları yaratır. Sizin hayat görüşünüzde, değerlerinizde neler değişti?
Baştan yola çıkarken bazı inançlarım vardı. Beni ben yapan İsveçin sosyal demokrasisiydi. Ben oranın huzuruna, yüksek gelir seviyesine aşık oldum. İsveç, çok fakir bir ülkeyken, iyi bir yönetimle müthiş bir zenginliğe ulaştı. Bunu gördüm, bu ülkeden aldığım motivasyonu buraya taşıyarak devam ettirdim. 61 yılında fabrikayı inşa ettik. Orada işçilerle öğle yemeği yiyorduk. İşçiler bunu garipsiyorlardı, ama Üzeyir ile bunu normal karşılıyorduk. İsveçten buraya üretken, sosyal demokrat zihniyetli, bir şeyler üretmeye çalışan bir genç adam olarak döndüm. Tüm bunların üzerine Üzeyir Garih gibi kıymetli bir kişiyle beraber olabilmek şansına sahip oldum. Tanıdığım binlerce adam içinde mükemmeliyete en yakın kişiydi. İnsan asla mükemmel olamaz, mükemmel olan Allahtır. Onu kaybettiğinizde
.
Çok büyük bir darbeydi. Hayatta bir dönüm noktasıydı, hatta bütün hayatım değişti. 25 Ağustos 2001de olay oldu. İki hafta sonra da ABDde 11 Eylül saldırısı gerçekleşti.İki hafta sonra gerçekleşen bu saldırı Garih olayına öyle bir sis perdesi çekti ki, bizimki unutuldu. Ama biz kendi içimizde çok yaşadık. Öyle ki son televizyon programım bir önceki Cuma akşamıydı. Koramiral Atilla Kıyat ile beraber NTVde bir program yaptık ve fazla medyatik olmaktan vazgeçtim. İçime kapandım, daha az sokağa çıkar oldum, felsefe ve klasik müziğe döndüm.
Garih olayı halen kapanmamış bir dosya olarak biliniyor
Saldırının arkasında karanlıkta kalmış en ufak bir nokta yok. Bu hayatın en salak, en aptal olaylarından biri. Üzeyir Garih o kadar iyi bir insandı ki. Küçük Hüseyin Efendi yarı evliya Üzeyir Garihin babasının yakın dostuydu. Kabri Eyüp Mezarlığındadır. Üzeyir onu tanımıştı. Mezarını tekrar yaptırdığından, ne çocuklarının ne de benim haberim yoktu. Hatta mezarı yaptırdığı kişi Cemal Usta bizim fabrikanın eski ustalarından biri, Bulgar göçmeni. Üzeyir senede bir, iki kez şoförü de almaz, Küçük Hüseyin Efendinin mezarına gider orada dua ederdi. Cumartesi günü şoförü çalıştırmak için sebep de yok. O gün, gitti arabayı park etti, yürümeye başladı. Bir kızcağıza ve küçük bir oğlana para verdi, az yukarıda biri duruyordu, yanından geçerken bana da para ver dedi, o da genç adamsın git çalış para kazan diye yanıtladı. Halbuki adam izne çıkmış bir asker ve eskiden bıçakla adam öldürdüğü için iki sene hapis yatmış, aftan yararlanarak çıkmış bir adam.
Üzeyirin cebinde telefonu çalıyor. Katilin de Malatyada olan annesiyle konuşmak için telefona ihtiyacı var.
Bunun üzerine Üzeyirin mezara doğru gittiğini görüyor, orada salatalık satan adamın yanına gidiyor bir milyona salatalık ve bıçak alıyor. Sonra yukarı çıkarak tekrar Üzeyiri buluyor, telefonunu ve parasını istiyor. Tekrar reddedilince bıçağı midesine saplıyor, bunun üzerine telefonu ve parayı alıyor. Katil yürümeye başlıyor, arkasından imdat diye bağırınca, geri dönüyor ve bıçağı birkaç kere daha saplıyor iyice susturuyor ve gidiyor. Ondan sonra "Müslüman mezarlığında Musevi işadamı" diye spekülasyonlar yaratılıyor. Gerçekten utanç verici. Medyanın başlıkları beni utandırdı.
Polis müthiş bir çalışma yaptı, telefonun kışlanın içinde ve açık olduğu tespit edildi. Oraya gidildi, adam bulundu, dolabındaki pantolonun cebinde Üzeyirin kan izini buldular. Cinayet yerine gittiler, adam bıçağı sapladığı ve ayağıyla gömdüğü yerden çıkarttı. Bıçağı ancak oraya gömen bulabilirdi. Kan izleri de bulundu, her şey ayan beyan ortada yarı hayvan bir katil bir adamın telefonunu ve parasını almak için orada öldürüyor. Katil, kurbanının kim olduğunun farkında değil
Cemaatimizde başlatılan yarının vizyonu konulu bir yarışma var. Sizin görüşünüz nedir? Cemaatimizi nasıl bir gelecek bekliyor?
Son yıllarda beni mutlu eden gelişmeler yaşıyoruz. İçe dönük yaşamımız değişti. Uzun yıllar böyle olmasaydık, büyük toplumda cemaatimiz için daha saygın bir yer arayabilirdik. Çünkü cemaatimizde çok kıymetli kişiler vardı.
Bu yolda çaba harcayan çok değerli isimler var, örneğin Jak Kamhi. Böylece büyük toplum içinde bir azınlık olmakla beraber saygın bir azınlık büyük topluma hizmette kusur etmeyen ve onun çabalarına destek veren bir azınlık olarak daha ön planda olmanın saygınlık kazandıracağını düşünerek bu yönde aktif olmaya çalıştım. Üzeyir Garih olsun ben olayım, buna çok candan inandık. Cemaatimizin medarı iftiharı insanlar olmaya çalıştık. Bu kişilerin çoğalmasının Türkiye ve cemaatimiz için önemli olduğuna inandık. Cemaat içinde desteklerimiz devam ederken, cemaatimizin büyük toplum içinde saygın bir yer edinmesinin bizler için de çok önemli olduğuna inandık. Bu gün devlet katında olsun bürokraside olsun hükümet nezdinde hatta AKP hükümeti içinde çok saygın, çok sözü dinlenir, desteğinden mutluluk duyulur ( İsrail olsun ABDdeki Musevi lobisi olsun) saygın bir yerimiz var. Bu saygının gerisinde açık topluma hizmette kusur etmeyen ve bencilliğini gemleyebilmiş, büyük topluma asimile olmadan entregre olabilmiş bir toplum var. Çok rahat bir yaşantımız var bunu da göz önüne alarak hareket etmemiz lazım.
Türk Yahudi Cemaatini yurt dışında tanıtma amaçlı girişimleriniz oldu mu?
Hayatım boyunca hep bununla uğraştım. Politik yönden, konferanslar, davet edildiğimiz platformlar televizyon programları Avrupa ve ABD ile ilişkilerimiz. Abdullah Gül ile Madrid, Paris, Bonn, Berlin, Stockholm gibi bir çok şehre gittik. Devletin resmi temsilcisi Gül veya bakanlar oluyor, hem de onları destekleme babında konuşmacı olarak gidenler içinde ben de oluyorum. Onun için çok aktif girişimlerimiz oldu ve olmaya devam edecek.
Türkiyedeki antisemit yayınlara karşı düşünceniz nedir?
Fazla önemsemiyorum. Her zaman oldu, küçük bir antisemit hareket vardı. Fakat halkın esas büyük kitlesi içinde antisemitik bir görüş olduğuna inanmıyorum. Türk toplumunun içinde antisemitizm yoktur diyebilirim, Türk toplumu içinde antisemitik bazı küçük nüveler vardır demek istiyorum. Genele bakıldığında bence yok. Var ise de tehlikeli de bulmuyorum hatta biraz düşüncesel antisemitizmin bizi birlikte tutması açısından faydalı bile buluyorum. Dış kaynaklı olmaması kaydıyla, dış kaynaklı olduğunda insanları terörizme itiyor.
Politikaya girmeyi düşündünüz mü?
Hiçbir zaman girmeyi düşünmedim, ama zaten politikanın içindeyim
Emekliye ayrıldım diyorsunuz ama beni Alarkoda kabul ettiniz
Burası benim kabul odam, iş yerim değil. Benim işle ilgim yok, profesyoneller yönetiyor. Yönetim kurulunda da gençler var. Ben bu şirkette tamamen lüzumsuzum, hatta bunu yazıya döktüm. 1992 yılında, 65 yaşımı devirdiğimde Alarkonun çıkarttığı Bizim Dünyamız adlı gazetemizin 2. sayfasında "Lüzumsuz olabilmek" başlıklı bir yazım yayınladı. Bir gece önce Üzeyire yolladım, ertesi sabah; böyle yazı olur mu dedi. Ayrılacağız zannedecekler endişesindeydi. Ona gerekçelerimi anlattım, çocuklarımızın görevi devralacaklarını aktardım, başka işlerle felsefeyle, TESEV ile uğraşmak istediğimi söyledim. 13 sene önce yazdığım yazı halen geçerli "Lüzumsuz olabilmeyi" felsefi bir görüş olarak ortaya koydum ve bugün herkes bunu anladı. Şirketi ben temsil etmiyorum, profesyoneller, gençler, İzzet Garih, Vedat Alaton, Leyla Günyeli, Dalya Garih temsil ediyorlar.
Onlar da sizler kadar girişimci mi?
İnanıyor ve güveniyorum. Onların bizler kadar girişimci olmaları gerekmiyor. Eğer bizler kadar girişimci değillerse şirket için bir avantaj. Çünkü bir şirketi ateşleyen kurucularıdır. Üzeyir Garih ile ben bunu yaptık. Şimdikilerin görevi bu seviyede tutabilmek. Serveti ve saygınlığı devam ettirmek çok önemli. Biz de bunu bekliyoruz. Yeni branşlara girmek için de bir sebep görmüyoruz. Holding içinde 22 ayrı şirket var bunlarla uğraşabilmek başlı başına bir iş zaten. Yeni kuşaktan beklentimiz: iyi profesyonelleri seçmek ve onları motive etmek. Profesyonellerin yönettiği bir şirketin devamlılığı, onun doğru yolda yürüdüğünün kontrolü ve direksiyonda bulunmak ve gerektiği zaman gereken yeni yöneticileri seçmek ve yerine koymak en önemli olaydır. Bunu çok iyi bir şekilde yapıyorlar.
"Keşke"leriniz var mı?
Hiç yok, bazen düşünüyorum da hiç yok. Aksine ne muhteşem bir şansım varmış ki doğduğum ülke-Türkiye- doğru, doğduğum şehir muhteşem -bundan daha güzel bir yer olamaz-, gittiğim ülke İsveç- aklımdan geçmeyen bir şans- hayatımı akışına bakıyorum da benden şanslı insan olmadığını düşünüyorum.
Kaç kere aşık oldunuz?
Çok defa aşık oldum. İnsan çok defa aşık olur hayatta. Halen de aşığım. Yani aşk devam ediyor. Ama ondan ileri gitmiyorum, çünkü her şeye rağmen toplumun bazı öngördüğü kurallar var. Ayrıca her insanın duvarı olduğu gibi benim de duvarlarım var, bu duvarlardan kimseyi atlatmıyorum.
Duvarlar şart mı?
İnsanın iç huzuru için şart. Ben ve kendim birlikte olmaktan yani yalnız olmaktan öyle bir haz alıyorum ki, insanlar bunu anlamıyorlar. Yalnız olduğum gece saat 22:00den 02:00ye kadar kitap okumak, klasik müzik dinlemek, balkona çıkarak Tanrıyla diyaloga girmek ki. Allahın varlığına çok inanırım ama sinagoga gitmem. Allah var ki her gün mucizeler yaşanıyor.