Türkiye`yi her platformda ileri taşiyan yürekli bir insan: İshak Alato

Ester YANNİERKimi zaman Türkiye ekonomisine yön veren iş adamlarıyla, kimi zaman televizyon programlarında, kimi zaman cemaat toplantılarında rastlıyoruz ona… O, hemen hemen tüm davetleri kabul ederek, öz yaşam öyküsünü, tecrübelerini, hayat görüşünü paylaşır ve her platformda açıkça dile getirir. Gerektiğinde

Röportaj
9 Ocak 2008 Çarşamba


İshak Alaton’la  Alarko’daki  Boğaz manzaralı ofisinde  sohbet etmek hoş bir deneyimdi. Sorularımı içtenlikle yanıtlayan Alaton’la çocukluğu, eğitimi, İşveç yıllarını, Varlık Vergisi ve 6lj Eylül olayları, ortağı Üzeyir Garih , yaşam felsefesini  vb konulara değindik.

Çocukluğunuzdan, biraz da ailenizden söz eder misiniz?
Annem Lea Krepsi,  babam Hayim Vitali Alaton her ikisi de Ankaralı, 1924’te evlenip İstanbul’a geldiler. Kadıköy’de Yel değirmeni’ne   yerleştiler; ablam burada dünyaya geldi.  Ardından 1927’de,   bu gün Neve Şalom’un bulunduğu Büyük Hendek Caddesi’ndeki apartmanlardan birine  taşındık, Çocukluğum oralarda geçti. İki kız, iki erkek dört kardeşiz. Babam Aşırefendi Caddesi’nde iplik ithalatçısıydı. Hali vakti yerindeydi. Bir çok benzeri gibi 1942’de iflas etti.
1933 ᆺ yılları arasında  İlkokulu Bene Berit’te okudum. Sınıfta, ileride ortağım olacak Garih’in  ablası  Luicenne Garih ile aynı sırada otururduk.  Mercedes adında Hıristiyan bir kız vardı; sınıfın tüm erkekleri ona aşıktık. Bir de Murat diye Müslüman bir arkadaşım vardı.
Daha sonra Şişli Terakki’ye geçtim. 8. sınıfta iken Varlık Vergisi olayı yaşandı. Babam Aşkale’ye gönderildi. Okulun parasını ödeyemez olduk. O arada Saint Michel’in rahiplerinden biri eve telefon ederek ‘iki çocuğunuzu da bize getirin’ demeleri üzerine çok az bir para karşılığında bizi okula aldılar ve liseyi orada bitirdik.

Varlık Vergisi ve 6lj Eylül olayları ailenizde önemli değişikliklere neden oldu…
Varlık Vergisi çok önemliydi, çünkü babamın işi sona erdi. 42 yaşındaydı. Aşkale’ye gitti, bir sene sonra döndüğünde saçları bembeyaz, kırgın bir adamdı. Babam Ankaralı olduğu için Atatürk ile tanışmıştı. Cuma günleri tatildi, Çubuk Barajı’nda gider, çok sevdiği ve yakınlık duyduğu  Atatürk ile orada karşılaşırmış.  Bu sevgisi Cumhuriyet Halk Partisi’ne üye olmasına, Şişli Halk Evi’nde  gençlere Fransızca ücretsiz ders vermeye kadar gitti.
1938’de Atatürk öldüğünde hayatın değişeceğini anlamıştı, nitekim değişti de. İnönü geldi ve Varlık Vergisi tokadını yiyince kendine gelemedi. Yıllar sonra babama bir çokları gibi neden yeniden işe başlamadın diye sordum: ‘Devletime ihanet etmiş olsaydım beni mahkemeye çıkartırlar, mahkum ederler, belki de kurşuna dizerlerdi. Peki devlet bana ihanet etmiş olsa ne olur?’ dedi. Yanıt veremedim. ‘Hiç bir şey olmuyor. İşte benim olayım bu …bundan dolayı kendime gelemedim…Hükümetime, devletime, çok bağlıydım, tapıyordum’ dedi ki doğrudur. Hatta evimizde Ladino konuşmamızı yasaklamıştı. 1937ᆺ yıllarında "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyasına inanmıştı. Böylece Türkçe bilmeyen babaannemle  konuşamaz olmuştum.
6lj Eylül olayları başka bir trajediye yol açtı… Kardeşim Bonjour Alaton Stockholm’de yaşar. 1956’da 25ᆮ yaşlarındaydı Teknik Üniversite’den mezun, fakültede asistanlık yapıyor ve  profesörlük mertebesine ilerliyordu. O gün, Hachette Kitapevi’nden bir kitap almak için, Taksim’den Tünel’e doğru yürüyordu. Karşıdan her tarafı yakıp yıkan güruhu görünce apartman boşluğuna sığınıp 3dž saat süresince  olaylara tanık oldu. Eve döndüğünde ‘bu ülkede yaşamam!’ dedi. Stockholm’de ona bir iş buldum oraya gitti ve geri dönmedi

Felsefe merakınız nasıl başladı?
Felsefeyi bana Saint Michel’deki bir öğretmenim sevdirdi.

En sevdiğiniz filozof?
Avusturya doğumlu bir Yahudi olan  Karl Popper yol göstericimdir.   Açık toplum, nazizm, faşizm ve komünizmin yani izmlerin yapısını iyi analiz etmiş ve toplumun kurtuluşunun izmlerden kurtulmada olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koymuş,   şeffaf  sayılabilen demokrasi felsefesini aynı zamanda topluma indirgeyebilmiş bir adamdır.
Onun zamanına yetişmiş bir çok adamdan bir tanesi de Georg Soros’tur. Soros’u anlamak isteyen öncelikle Popper’i anlamalı. Çünkü  Soros, Pooper’den feyiz alarak onun felsefesini, maddi imkanlarıyla geliştirerek dünyayı değiştirdi. Bana göre Soros  20. asrın en önemli insanlarından biridir.

Askerliğini yedeksubay olarak yapan ilk gayrimüslimlerdensiniz. Askerliğiniz nasıl geçti?
28. devre ilk defa, ABD’lilerin baskısıyla, gayrimüslimleri de subay yapma mecburiyetini yükledi. Bunu öğrendiğim ilk gün askerlik için başvuruda bulundum, 20 yaşındaydım. Önce Gelibolu, oradan Ankara  Yedeksubay Okulu, daha sonra Polatlı’dan asteğmen ve teğmen olarak terhis oldum. Sonuç olarak askerliğim  çok iyi geçti. Büyük bir fırsattı, çünkü İngilizcemi askerlikte geliştirdim.

İsveç yıllarınızdan söz eder misiniz?
Liseyi bitirdikten sonra maddi imkansızlıklardan  üniversiteye gidemedim.  17 ᆨ yaşları arasında az bir ücret karşılığında  Karaköy’de bir ofiste çalıştım. Askerlik sonrası Volvo ithalatçısı Mehmet Kavala’nın yanında muhaberat sekreteri olarak çalışmaya başladım. İş dolayısıyla  gide gele İsveç Konsolosu ile tanıştım. Bir gün kendisine Türkiye’de olmayan yenilikler öğrenmek istediğimi belirttim. Orada meslekleri konu alan dergilerden "aircondition" ı gördüm. 1951 yılının mart ayında liguafondan İsveççeyi öğrenerek, 300녘 Dolar maaşla bir kaynak fabrikasında işçi olarak  İsveç’e gittim. Orada sosyal demokratlarla tanıştım, onları takdir ettim. İsveç’te 51ᇉ yılları 2,5 yıl, hayatımın en heyecan verici zamanını geçirdim. Vantilatör ressamı oldum.  Babam İsveç’e gelerek ailenin büyük oğlu olarak sorumluluklarımı hatırlattı ve Türkiye’ye geri döndüm.  Diplomam olmadığından teknisyen olarak kimse işe almayınca kendi şirketimi kurayım dedim. Bu vesileyle eski sınıf arkadaşımın kardeşi Üzeyir Garih ile 1954’te  işe başladık. Şirketi yarı yarıya oluşturduk.

Yıllar insanın hayatında değer farklılıkları yaratır. Sizin hayat görüşünüzde, değerlerinizde  neler değişti?
Baştan yola çıkarken bazı inançlarım vardı. Beni ben yapan İsveç’in sosyal demokrasisiydi. Ben oranın huzuruna, yüksek gelir seviyesine aşık oldum. İsveç, çok fakir bir ülkeyken, iyi bir yönetimle müthiş bir zenginliğe ulaştı. Bunu gördüm, bu ülkeden aldığım motivasyonu buraya taşıyarak devam ettirdim.  61 yılında fabrikayı inşa ettik. Orada işçilerle öğle yemeği yiyorduk. İşçiler bunu garipsiyorlardı, ama Üzeyir ile bunu normal karşılıyorduk. İsveç’ten buraya üretken, sosyal demokrat zihniyetli, bir şeyler üretmeye çalışan bir genç adam olarak döndüm. Tüm bunların üzerine Üzeyir Garih gibi kıymetli bir kişiyle beraber olabilmek şansına sahip oldum. Tanıdığım binlerce adam içinde mükemmeliyete en yakın kişiydi. İnsan asla mükemmel olamaz, mükemmel olan Allah’tır. Onu kaybettiğinizde ….
Çok büyük bir darbeydi. Hayatta bir dönüm noktasıydı, hatta  bütün hayatım değişti. 25 Ağustos 2001’de olay oldu. İki hafta sonra da ABD’de 11 Eylül saldırısı gerçekleşti.İki hafta sonra gerçekleşen bu saldırı Garih olayına öyle bir sis perdesi çekti ki, bizimki unutuldu. Ama biz kendi içimizde çok yaşadık. Öyle ki son televizyon programım bir önceki Cuma akşamıydı. Koramiral Atilla Kıyat ile beraber NTV’de bir program yaptık ve fazla medyatik olmaktan vazgeçtim. İçime kapandım, daha az  sokağa çıkar oldum, felsefe ve klasik müziğe döndüm.
Garih olayı halen kapanmamış bir dosya olarak biliniyor…
Saldırının arkasında karanlıkta kalmış  en ufak bir nokta yok. Bu hayatın en salak, en aptal olaylarından biri.  Üzeyir Garih o kadar iyi bir insandı ki. Küçük Hüseyin Efendi yarı evliya Üzeyir Garih’in babasının yakın dostuydu. Kabri Eyüp Mezarlığı’ndadır. Üzeyir onu tanımıştı. Mezarını tekrar yaptırdığından, ne çocuklarının ne de benim haberim yoktu. Hatta mezarı yaptırdığı kişi Cemal Usta bizim fabrikanın eski ustalarından biri, Bulgar göçmeni. Üzeyir senede bir, iki kez şoförü de almaz, Küçük Hüseyin Efendi’nin mezarına  gider orada dua ederdi. Cumartesi günü şoförü çalıştırmak için sebep de yok. O gün,  gitti arabayı park etti, yürümeye başladı. Bir kızcağıza ve küçük bir oğlana para verdi, az yukarıda biri duruyordu, yanından geçerken ‘bana da para ver’ dedi, o da ‘genç adamsın git çalış para kazan’ diye yanıtladı. Halbuki adam izne çıkmış bir asker ve eskiden bıçakla adam öldürdüğü için iki sene hapis yatmış, aftan yararlanarak çıkmış bir adam.
Üzeyir’in cebinde telefonu çalıyor. Katilin de Malatya’da olan annesiyle konuşmak için telefona ihtiyacı var.
Bunun üzerine Üzeyir’in mezara doğru gittiğini görüyor, orada salatalık satan adamın yanına gidiyor bir milyona salatalık ve bıçak alıyor. Sonra yukarı çıkarak tekrar Üzeyir’i buluyor, telefonunu ve parasını istiyor. Tekrar reddedilince bıçağı midesine saplıyor, bunun üzerine telefonu ve parayı alıyor. Katil yürümeye başlıyor, arkasından ‘imdat’ diye bağırınca, geri dönüyor ve bıçağı birkaç kere daha saplıyor iyice susturuyor ve gidiyor. Ondan sonra "Müslüman mezarlığında Musevi işadamı" diye spekülasyonlar yaratılıyor. Gerçekten utanç verici. Medyanın başlıkları beni utandırdı.
Polis müthiş bir çalışma yaptı, telefonun kışlanın içinde ve açık olduğu tespit edildi. Oraya gidildi, adam bulundu, dolabındaki  pantolonun cebinde Üzeyir’in kan izini buldular. Cinayet yerine gittiler, adam bıçağı sapladığı ve ayağıyla gömdüğü yerden çıkarttı. Bıçağı ancak oraya gömen bulabilirdi. Kan izleri de bulundu, her şey ayan beyan ortada yarı hayvan bir katil bir adamın telefonunu ve parasını almak için orada öldürüyor. Katil, kurbanının kim  olduğunun farkında değil…

Cemaatimizde  başlatılan  yarının vizyonu konulu bir yarışma var. Sizin görüşünüz nedir? Cemaatimizi nasıl bir gelecek bekliyor?
Son yıllarda beni mutlu eden gelişmeler yaşıyoruz. İçe dönük yaşamımız değişti. Uzun yıllar böyle olmasaydık, büyük  toplumda cemaatimiz için daha saygın bir yer arayabilirdik. Çünkü cemaatimizde çok kıymetli kişiler vardı.
Bu yolda çaba harcayan çok değerli isimler var, örneğin Jak Kamhi. Böylece büyük toplum içinde bir azınlık olmakla beraber saygın bir azınlık büyük topluma hizmette kusur etmeyen ve onun çabalarına destek veren bir azınlık olarak daha ön planda olmanın saygınlık kazandıracağını düşünerek bu yönde aktif olmaya çalıştım. Üzeyir Garih olsun ben olayım, buna çok candan inandık. Cemaatimizin medarı iftiharı insanlar olmaya çalıştık. Bu kişilerin  çoğalmasının Türkiye ve cemaatimiz için önemli olduğuna inandık. Cemaat içinde desteklerimiz devam ederken, cemaatimizin büyük toplum içinde saygın bir yer edinmesinin bizler için de çok önemli olduğuna inandık. Bu gün devlet katında olsun bürokraside olsun hükümet nezdinde hatta AKP hükümeti içinde çok saygın, çok sözü dinlenir, desteğinden  mutluluk duyulur ( İsrail olsun ABD’deki Musevi lobisi olsun) saygın bir yerimiz var. Bu saygının gerisinde açık topluma hizmette kusur etmeyen ve bencilliğini gemleyebilmiş, büyük topluma asimile olmadan entregre olabilmiş bir toplum var. Çok rahat bir yaşantımız var bunu da göz önüne alarak hareket etmemiz lazım.

Türk Yahudi Cemaatini yurt dışında tanıtma amaçlı girişimleriniz oldu mu?
Hayatım boyunca hep bununla uğraştım. Politik yönden, konferanslar, davet edildiğimiz platformlar televizyon programları Avrupa ve ABD ile ilişkilerimiz. Abdullah Gül ile Madrid, Paris, Bonn, Berlin, Stockholm   gibi bir çok şehre gittik.  Devletin resmi temsilcisi Gül veya bakanlar oluyor, hem de onları destekleme babında konuşmacı olarak gidenler içinde ben de oluyorum. Onun için çok aktif girişimlerimiz oldu ve olmaya devam edecek.

Türkiye’deki antisemit yayınlara karşı düşünceniz nedir?
Fazla önemsemiyorum. Her zaman  oldu, küçük bir antisemit hareket vardı. Fakat halkın esas büyük kitlesi içinde antisemitik bir görüş olduğuna inanmıyorum. Türk toplumunun içinde antisemitizm yoktur diyebilirim, Türk toplumu içinde antisemitik bazı küçük nüveler vardır demek istiyorum. Genele  bakıldığında bence yok. Var ise de tehlikeli de bulmuyorum hatta biraz düşüncesel antisemitizmin bizi birlikte tutması açısından faydalı bile buluyorum. Dış kaynaklı olmaması kaydıyla, dış kaynaklı olduğunda insanları terörizme itiyor.

Politikaya girmeyi düşündünüz mü?
Hiçbir zaman girmeyi düşünmedim, ama zaten politikanın içindeyim…

Emekliye ayrıldım diyorsunuz ama beni Alarko’da kabul ettiniz…
Burası benim kabul odam, iş yerim değil. Benim işle ilgim yok, profesyoneller yönetiyor. Yönetim kurulunda da gençler var. Ben bu şirkette tamamen lüzumsuzum, hatta bunu yazıya döktüm. 1992 yılında, 65 yaşımı devirdiğimde Alarko’nun çıkarttığı Bizim Dünyamız adlı  gazetemizin 2. sayfasında "Lüzumsuz olabilmek" başlıklı bir yazım yayınladı. Bir gece önce Üzeyir’e yolladım, ertesi sabah; ‘böyle yazı olur mu’ dedi. Ayrılacağız zannedecekler endişesindeydi. Ona gerekçelerimi anlattım, çocuklarımızın görevi devralacaklarını aktardım, başka işlerle felsefeyle, TESEV ile uğraşmak istediğimi söyledim. 13 sene önce yazdığım yazı halen geçerli "Lüzumsuz olabilmeyi" felsefi bir görüş olarak ortaya koydum ve bugün herkes bunu anladı. Şirketi ben temsil etmiyorum, profesyoneller, gençler, İzzet Garih, Vedat Alaton, Leyla  Günyeli, Dalya Garih temsil ediyorlar.

Onlar da sizler kadar girişimci mi?
İnanıyor ve güveniyorum. Onların bizler kadar girişimci olmaları gerekmiyor. Eğer bizler kadar girişimci değillerse şirket için bir avantaj. Çünkü bir şirketi ateşleyen kurucularıdır. Üzeyir Garih ile ben  bunu yaptık. Şimdikilerin görevi bu seviyede tutabilmek. Serveti ve saygınlığı devam ettirmek çok önemli. Biz de bunu bekliyoruz. Yeni branşlara girmek için de bir sebep görmüyoruz. Holding içinde 22 ayrı şirket var bunlarla uğraşabilmek başlı başına bir iş zaten.  Yeni kuşaktan beklentimiz: iyi profesyonelleri seçmek ve onları motive etmek. Profesyonellerin  yönettiği bir şirketin devamlılığı, onun doğru yolda yürüdüğünün kontrolü ve direksiyonda bulunmak ve gerektiği zaman gereken yeni yöneticileri seçmek ve yerine koymak en önemli olaydır. Bunu çok iyi bir şekilde yapıyorlar.

"Keşke"leriniz var mı?
Hiç yok, bazen düşünüyorum da hiç yok. Aksine ne muhteşem bir şansım varmış ki doğduğum ülke-Türkiye- doğru, doğduğum şehir muhteşem -bundan daha güzel bir yer olamaz-, gittiğim ülke İsveç- aklımdan geçmeyen bir şans- hayatımı akışına bakıyorum da benden şanslı insan olmadığını düşünüyorum.

Kaç kere aşık oldunuz?
Çok defa aşık oldum. İnsan çok defa aşık olur hayatta. Halen de aşığım. Yani aşk devam ediyor. Ama ondan ileri gitmiyorum, çünkü her şeye rağmen toplumun bazı öngördüğü kurallar var. Ayrıca her insanın duvarı olduğu gibi benim de duvarlarım var, bu duvarlardan kimseyi atlatmıyorum.

Duvarlar şart mı?
İnsanın iç huzuru için şart. Ben ve kendim birlikte olmaktan yani yalnız olmaktan öyle bir haz alıyorum ki, insanlar bunu anlamıyorlar. Yalnız olduğum gece saat 22:00’den 02:00’ye kadar kitap okumak, klasik müzik dinlemek, balkona çıkarak Tanrıyla  diyaloga girmek ki. Allahın varlığına çok inanırım ama sinagoga gitmem. Allah var ki her gün mucizeler yaşanıyor.