Öyküler ve Efsaneler

Coya DELEVİ> GÜNAHKAR KENTLERSodom ve Gomore, zamanında, Kenaan ülkesinin en dinsiz, en uygunsuz kentleri idi ve onları yeryüzünden silen belayı hakettikleri bir gerçek.Seyyar bir satıcı, bu şehirlere girmeye görsün, küçük büyük, şehir halkı koşar, mümkün olduğunca onu soymaya, mallarını çalmaya çalışırdı.

Kavram
9 Ocak 2008 Çarşamba
Ve adamcağız, mallarını kaptırmamak için verdiği savaşında yaralandığında, ondan kanamanın sağlığa yararlı olduğu bahanesiyle para koparmak küstahlığında bulunurlardı.
Bir gün, Avraam’ın uşağı, Eliyezer, Sodom’a geldiğinde, insanlık dışı bir sahneye tanık oldu. Kötü muamele gören bir adamcağızı korumak istediğinde, kalabalık, öfkesini ona yönelterek, taşlarla hücum ettiler ve onu yaraladılar, kan içinde bıraktılar. Bu kanın bedelini (!) isteyen zorbalar, onu hakim huzuruna çıkardılar. 4 gümüş sikke ödemeğe mahkum edilen Eliyezer, öfke ile, yerden aldığı bir taşı, yargıcın yüzüne fırlatıp onu yaraladı:
"Eğer buranın yasaları böyle emrediyorsa, işte size borçlandığım kanın bedeli…" dedi ve kaçtı.
Bu imkansız şehirde, konukseverlik, kesinlikle yasaklanmıştı. Hiçbir Sodom’lu bir yabancıya ekmek vermek, ya da para karşılığı da olsa satmak riskine atılmazdı. Bu, çok büyük bir suçtu. Aç birine sadaka vermek serbestti. Ama zavallı yabancı, eninde sonunda açlığa mahkum olurdu.
Lut peygamberin kızlarından biri, cebinde sakladığı bir parça ekmeği, aç bir yabancıya verdiği gerekçesiyle, diri diri yakılmaya mahkum edilmişti. Diğer bir genç kız, su isteyen bir gezginin ricasının kıramadığından, çılgına dönen kent halkı, kızın çırılçıplak vücudunu bala bulayıp, arıların korkunç saldırısı ile başbaşa bırakmışlardı.
Eliyezer; bütün gün aç ve susuz dolaştıktan sonra, doğruca bir düğün ziyafetine gitti ve sofraya oturdu. Masa komşusu, alçak bir sesle, onu kimin davet ettiğini sordu. Zira bir yabancıyı yemeğe davet etmek ölüm cezasını gerektiren bir suçtu. "Nasıl, unuttun mu? Beni davet eden sendin…" dedi Eliyezer.
Bu sözler üzerine, Sodom’lu, pılını pırtısını toplayıp ziyafetten kaçtı. O gece, Eliyezer’e aynı soruyu soran herkes, aynı cevap karşısında, başlarına gelebileceklerin korkusuyla, düğünü terketti. Öyle ki, tek başına kalan Eliyezer, keyifle, tıka basa karnını doyurdu.

> DEV ADAM OG
Bir zamanlar Og adında bir dev yaşardı. Gün geçtikçe büyüyen ve güç kazanan Og, beşyüz yaşına geldiğinde hiçbir kapıdan geçemeyecek, hiç bir eve sığamayacak kadar azmanlaşmıştı. Kendini beğenmiş, kibirli haliyle, normal insanları hor görür, onlara kötü muamele eder  ve en ufak itaatsizliklerinde onları karınca gibi ezerdi.
Devasa vücudunun üstündeki başı, bir kestane ağacının gövdesi kadar kocaman, kolları ve bacakları gemi direği kadar büyüktü.
Sabahları uyandığında, kartallar kadar keskin bakışları uzaktan gelen yabancı gezginciyi fakeder, iki üç adımla yanına varıp, adamın varını, yoğunu yağmalar ve zavallıyı esir alıp, dağın tepesindeki inine götürürdü. Burada, onun toprağını süren ve bitmek, tükenmek bilmeyen iştahını tatmin için yemek yapan sayısız köle çalışırdı.
Günün birinde, İsrailoğulları, kırk yıl süren çöl yolculuğundan sonra, Og’un topraklarına yaklaştı. Tanrı, onların kampını, güneşin kızgın ışınlarından, yırtıcı hayvan ve yılanlardan korumak için bir sis bulutu ile örtüyor, bir başka bulut da onların önünde yolu gösteriyor, ışık saçan bir diğeri de bu yol üzerindeki dağları, tepeleri yokedip rahat yürümelerini sağlıyordu. Bu ışık, geceleri, alev alev yanıyordu. Susuz çölde, taze ve berrak suyla dolu bir kuyu, her an, İbranilere gerekli suyu temin ediyordu.
Dev adam Og, bu karınca adamları gördüğünde, zalim yüreği sevinçle doldu. Birkaç adımda onların kampına vardı, fakat, kalın, aşılması olanaksız bir sis perdesi ile karşılaştı. Birkaç saniye kararsız kaldı, sonra harekete geçip, koskoca bir tepeyi yerinden söküp, kadın, erkek, çocuk demeden, İbranilerin tümünü ezmek gayesiyle, bu taş yığının başının üzerine kaldırdı.
Fakat, dağda çok miktarda karınca yuvası vardı. Bunlar dağıldı ve kocaman dağ devin başı üzerine yıkıldı, boynunu taş ve toprak yığını içinde hapsetti. Korkunç yaratık kurtulmak için çabalarken, İbrani ordusunun komutanı, elinde çok büyük bir kılıçla, devi öldürmek için yaklaştı. İlk denemesinde başaramadı. İkincisinde oldukça yükseğe sıçrayıp Og’un ayak bileğini yaraladı. Dev adam, kendi ağırlığına dayanamayıp yere yıkıldı. Taş ve toprak yığını arasında yalnızca başı görünüyordu.
Yüzlerce, binlerce karınca, bu zalim yaratığı kemirip yediler. Öyle ki, işleri bittiğinde korkunç devden geriye yalnız iskeleti kalmıştı.