Rifat N. Bali ile Türkiye`de antisemit yayinlar üzerine

Nelly BAROKASGünümüzde İsrailli araştırmacı/tarihçiler -resmi tarihçiler dışında: Geçmişe eleştirel bir bakış açısı ile yaklaşan "Yeni Tarihçiler", İsrail toplumunu şiddetle eleştirerek, yazdıkları ile tabuları yıkıp polemiklere yol açanlar ve Antisiyonist ideologlar olarak sınıflandırılabilir

Röportaj
9 Ocak 2008 Çarşamba

Aylin VARON

Türkiye’de antisemitizm yoktur söylemlerini her fırsatta örneklerle destekleyerek reddeden Rıfat Bali ile Türkiye’de antisemitizmi ve bunu körükleyen yayınları mercek altına aldık... Bali’ye göre Türkiye’deki bu yayınlarla baş etmenin uzun vadede hiçbir yolu yok

Umberto Eco, "Entelektüel kriz çözmez, kriz yaratır" diyor. Siz de "Türkiye’de antisemitizm yoktur" söylemlerine karşı çıkarak, Türkiye’de antisemitizmin varolduğunu hem ispatlamaya hem de açıkça ifade etmeye çalışarak bazı çevrelerde kriz yaratan bir kişiliksiniz. Size göre antisemitizm Türkiye’de ne şekilde tezahür ediyor ve antisemit yayınların bunda rolü ne?
Türkiye’de antisemitizm yayınlar ve beyanatlar şeklinde tezahür ediyor. Bu, 15 Kasım 2003’e kadar öyleydi. Daha doğrusu, Ağustos 2003’te gerçekleşen dişçi Yasef Yahya cinayetine kadar öyleydi. O zamana kadar, bundan en çok tedirgin olan kesim yani Museviler, antisemit beyanatlara "Bunlar birer retoriktir, söylemdir. Bir şey olmaz" gözüyle bakıyordu. Ağustos ve Kasım 2003’te söylemlerin eylemlere dönüştüğünü görünce tedirgin oldular. Dolayısıyla, bugüne kadar sadece yayın ya da beyanat olarak görülen durum, eylem halinde de gerçekleşti. Bunda antisemit yayınların payı bence çok fazla. Antisemit yayınlardan kastim sadece kitap ve dergilerdeki makaleler değil, basındaki yazılar da. Çünkü malum, bugün herkes gazete yazıları, televizyon ve radyoyla besleniyor. Bir on küsur sene önce, özel radyo-televizyon kanunu çıktıktan sonra muazzam bir patlama oldu. Dolayısıyla, yerel radyo, cemaat radyosu, mahalle radyosu gibi binbir çeşit iletişim kanalı oluştu. Dergilerde de muazzam bir patlama oldu. İslami kesimde de muazzam bir patlama oldu. Bizim görebildiğimiz 15ᆨ İslami dergi ise, bundan çok daha fazlası var. Bu sadece buzdağının görünen yüzü. Ve insanlar bunlarla besleniyor. Bunların içinde yer alan Yahudiler-İsrail-Siyonizm kavramlarının üçü de birbirine geçmiş durumda. Üç ayrı kavram olmalarına rağmen eşdeğer ve birbirinin yerine ikame edilir üç kavram olarak kullanılıyorlar. Tüm bu kavramlar hakkında yazılıp çizilenlere baktığınızda neredeyse %99, hatta %100 oranında olumsuz şeyler var. İnsanlar bunlarla beslenince, fikirleri de o şekilde oluşuyor. Bunun üstüne uluslararası konjonktürdeki gelişmeler de eklenince, doğal olarak durum daha kötü oluyor.

Bugüne kadar Türkiye’de antisemit yayın deyince insanların aklına genelde aşırı sağcı ve İslamcı kesimin ortaya çıkardığı yayınlar gelirdi. Bugün baktığımızda, sağ kesim kadar sol kesimde de antisemit yayın ve beyanatların yer aldığını görüyoruz. Türkiye’de görülen antisemit yayınları sağ ve sol açısından nasıl kategorize edebiliriz?    
Doğru. Bugüne kadar geçerli kanaat, antisemit söylemlerin genelde aşırı sağda ve İslamcı kesimlerde ortaya çıktığı yönündeydi. Sol kesim, kendisi zaten antisemit olmadığını kabul ediyor. Ancak sol kesimde söylenenlerle aşırı sağ ve İslamcı kesimde söylenenlere bakıldığında, birçok farklılık olmakla birlikte aslında birçok benzerlik ve ortaklığın da var olduğu görülüyor. Aşırı sağ ya da İslamcı kesimde görülen Siyon Önderleri Protokolleri, kan iftirası ve Hitler’in Kavgam’ı gibi kitaplara solda rastlanmaz. O açıdan antisemit değillerdir ve bu nedenle genel olarak antisemit olmadıklarını, hatta buna karşı olduklarını söylerler. Bu doğru ama solun kendi içindeki anti-emperyalist, anti-milliyetçi, anti-devletçi tavrından dolayı Siyonizm ve İsrail’le bir problemi var. Bu problemden ötürü, söyledikleri aşırı sağ ve İslamcı kesimle de örtüşür. Kimi zaman aynı sağcı kesim gibi onlar da "İsrail Devleti yok olsun; bunu yıkmamız lazım" derler. Bu antisemit bir söylemdir. Ama bunu kendileri de samimi olarak kabul etmiyorlar çünkü bir kere "Antisemitizm nedir? Hangi söylem antisemit, hangisi değildir?" gibi konularda kimsenin en ufak bir fikri yok. Fikir =sahibi  olmak için de kimsenin herhangi bir çabası dahi yok. Dolayısıyla, özellikle 11 Eylül’den, Irak Savaşı’ndan, Intifada’dan sonra, sol kesimin söyledikleri büyük bir ölçüde aşırı sağ ve İslamcı kesimin söylemleriyle aynı zeminde buluşuyor. Bu nedenle, büyük bir ölçüde antisemit söylemleri benimsemiş gözüküyor.

Tarihe baktığımız zaman, sizin de dediğiniz gibi Siyon Önderleri Protokolleri, kan iftirası gibi doğrudan antisemit olan bazı yayın ya da söylemler var. Bir yandan da anti-siyonizm veya İsrail karşıtlığı ile Yahudiler’i bağdaştırıp antisemit olan bir tarz var. Bunun dışında dikkatinizi çeken antisemit söylem çeşitleri var mı?
Bunun dışında yok. Zaten biri bilinen klasik antisemitizm, diğeri ise yeni antisemitizm. Yeni antisemitizm denilen olgu, İsrail’i gayrimeşru bir devlet olarak ilan etmek; korsan bir devlet olduğunu söyleyerek yaşama hakkı olmadığını ileri sürmek. Bunu çoğu insan antisemit bir söylem olarak kabul etmiyor. Bunu İsrail ve Siyonizm karşıtlığı olarak kabul ediyor. Ama Birleşmiş Milletler’e imza atan bütün devletleri kanuni olarak kurulmuş devletler olarak kabul ederken İsrail Devleti’ni kanun dışı ilan eden bir söylem, İsrail Devleti ve Yahudiler’i (çünkü neticede bir Yahudi Devleti) dışlayan ve neticede antisemit olan bir söylemdir. Bu bir yerde, bir işyerine "Hıristiyanları, Müslümanları, Budistleri alırız ama Yahudiler’i almayız" demeye benziyor.

Tam da bu hassas konu üzerine, Ümit Kıvanç ile bir polemiğiniz oldu. Olayın kilit noktası Ümit Kıvanç’ın Birikim Dergisi’nde kaleme aldığı şu sözlerdi: "Yahudi düşmanı olmadan İsrail Devleti ile mücadele edilebilir mi? Veya İsrail karşıtlığı illa antisemit olmak mıdır?" Siz de bu sözlerin geçtiği yazıya bir kitapla cevap verdiniz. Okumamış olanlar için durumu biraz açıklar mısınız?
O çok tuhaf bir polemik. Bir kere bu işin başlangıcı Ümit Kıvanç değil. Bu işin başlangıcı Temmuz 2004’de Radikal İki’de, Kanada’da yayınlanan bir dergiden Irak Savaşı ile ilgili bir makalenin tercüme edilerek yayınlanması. O makalenin içinde ara başlıklar vardı: Yahudi Wolfowitz, Siyonist Faith, Hıristiyan-siyah Rice gibi. Ben o makalenin aslına bakmak istedim çünkü Kanada ya da Amerika’da yayınlanan makalelerde, kişilerle ilgili bu tarz sıfatlar ancak faşist çevrelerde kullanılıyor. Baktığımda özgün makalede bu sıfatların olmadığını, sadece özel isimlerin kullanıldığını gördüm. Radikal İki tercümede bu sıfatları ekleyip yazıyı bir nevi yerlileştirip kendi okur kitlesinin meşrebine uygun bir hale getirdi. Ben bu sıfatların ilave edilmesine  itiraz ettim ve o itiraz yazım da Radikal İki’de yayınlandı. Ama aynı zamanda Radikal İki tarihinde ilk kere, yazımın altında bir "Editör’ün notu" yayınlandı. Notta son derece alaycı bir üslupla uzun uzun bir şeyler yazıldı ben aklımda kalanını söyleyeyim, o da şu idi: "Ara başlıkları biz ilave ettik ama tümü de yazıda kullanılan bilgilerden çıkarıldı… Yok eğer yazınızda antisemit olduğumuz iması varsa size yalnızca "insaf" diyeceğiz. Radikal İki seslerini duyuramayanlara da platform olma ilkesini benimsemiş bir ek." 
Bu olay, dört ay sonra Birikim’de Ümit Kıvanç’ın bana karşı çıkan bir yazısıyla gelişti. O yazısında, senin bahsini ettiğin sualler vardı. Ve onun ötesinde daha da vahim şeyler vardı. Alaycı tarafını boşveriyorum; önemli değil. Ama benim ismim zikredilerek , "antisemitizm dedektörü", daha da önemlisi "İsrail devletinin vazifeli dedektörleri" gibi bir suçlama var. Yani, beni İsrail Devleti’nin ajanı gibi resmediyor. Halbuki Radikal İki ile ilgili bütün tartışma basın ve çeviri ahlakı ile ilgiliydi. Bir gazeteci ya da bir çevirmenin bir yazıya kafasına göre sıfatlar eklememesi gerektiği ile ilgiliydi. Ümit Kıvanç’ın sorduğu suallerle ilgili değildi.  Ben Ümit Kıvanç’a verdiğim cevapta yine basından başka örnekler verdim. Çünkü Ümit Kıvanç’ın sorduğu "Bu nedir? Bu kadar diktatorya olur mu? Biz İsrail hakkında tek kelime sarfedemeyecek miyiz? Hemen bize antisemit yaftası mı yapıştıracaksınız?" idi. Halbuki benim Radikal İki’de yayınladığım yazının bu suallerle uzaktan yakından alakası yok. Benim Ümit Kıvanç’ın yazısına verdiğim cevap, yine basından alınmış bir sürü başka örnek ve dolayısıyla Radikal İki’nin münferit bir problem olmayıp, daha genel bir problem olduğu üzerineydi. O cevabi yazım Birikim’de yayınlanmadı. Ben de konuya vakıf olmayan insanların bir kere okumakla meseleyi anlayabilecek bir hale gelmesi için konuyu Radikal İki yazısından itibaren ele alarak ve de yayınlanmayan cevabımı da dahil ederek bunu bir risale olarak yayınladım. Ben Ümit Kıvanç’ın  sorularına cevap vermekle mükellef değilim. Bana niye soruyor ki? Bu tartışma sorduğu suallerden  çıkmadı ki. Bu tartışma basın ahlakı ile ilgili bir tartışma ile başladı. Ama ben Yahudi bir Türk vatandaşı olduğum için sorularının muhatabı oluyorum. Son derece yanlış bir şey. Tartışma o bağlamda olsa, tabii ki cevap vermem lazım ama tartışma o bağlamda değil. Şunu da ilave etmemde fayda var… Nisan 2005 de Radikal Genel Yayın Yönetmeni ile birlikte tesadüfen yurtdışında birkaç günlük bir seminerde birlikteydik. Kendisine de daha önceden bu risalemi postalamıştım. Alıp almadığını sordum. Bana verdiği cevap şuydu: "Aldım hatta Ekler Yayın Yönetmeni Tuğrul Eryılmaz’ın yanına da gidip ona risaleyi gösterdim ve galiba hata yaptık" dedim. O da "Doğru" dedi. Ben de bu cevap üzerine Radikal İki’nin bana bir özür borcu" karşılığını verdim. Tabii ki Radikal İki hiçbir zaman özür dilemedi.  Dileyeceğini de beklemiyordum.
Ümit Kıvanç münferit bir vaka mı, yoksa genel olarak solda böyle bir eğilim gözlemliyor musunuz?
Ümit Kıvanç hem münferit bir vakadır, hem de değildir. Çünkü solda az önce dediğim gibi İsrail ve Siyonizm konusunda bir problem var. O problemden dolayı insanlar bu şekilde bazen aşırı noktalara kaçıyorlar.

Bu söyleşinin devamını, gazetemizle birlikte dağıtılan "Şalom Kitap Eki"nin  beşinci sayfasında bulabilirisiniz...