İki imparator ve bir kraliçe

II. Dünya Savaşı’nda Tuna Nehrinden geçerek kaçmaya çalışan Yahudilerin hikâyesi…

Bahar AKPINAR Perspektif
18 Kasım 2020 Çarşamba

Mekânlar yaşadığımız anıların gerçekleştiği, kimi zaman gitmek için can attığımız, kimi zaman yolumuzu düşürmek istemediğimiz yerler olmanın çok ötesinde anlamlar taşır. Bir ormanda yürürken etrafımızdaki ağaçların, taşların hafızalarının bizden çok daha geriye dayandığını düşünmeyiz. Bu sessiz tanıklar aynı zamanda tarihin şahitleridir. Holokost işte bu şahitliklerden biridir.

Bugün artık Holokost dediğimizde yalnızca Nazi Almanya’sı ve işgal ettiği topraklarda yaşananlar değil, başta Avrupa’dan kaçan Yahudilerin yolculuklarda başlarına gelenler de bu büyük yangının parçaları olarak değerlendirilmekte. Bu yolculuklar Holokost’u toplama kamplarının duvarlarının çok ötesine, Avrupa’nın tamamına, belli başlı liman kentlerine, nehirlere, denizlere ve okyanuslara taşır. Günümüzde Sırbistan sınırları içinde bulunan, Tuna Nehri kenarında küçük bir kasaba olan Kladovo üzerinden yapılan bu kaçış yolculukları Holokost’un coğrafyaya nasıl yayıldığının bir örneğidir.

Sinema yönetmeni ve akademisyen Vesna Lukic’in ‘Two Emperors and a Queen’ adlı filmi bu yolculukları konu alır[1]. Filmin adı, Yahudileri Tuna Nehrinden Bulgaristan’ın Köstence Limanına götürecek olan gemilerin adlarından gelmekte. Çar Nikolai II, İmparator Dusan ve Kraliçe Maria adındaki bu gemileri dolduran Yahudiler 1939 sonbaharında, Kladovo Limanından ayrılarak yola çıkarlar. Yolculuk koşulları hayli zordu. Gemilerden birinde 350 kişiye bir tuvalet düşmekteydi. Mümkün olan en fazla sayıda insanı alabilmek için tıklım tıklım doldurulan gemilerde neredeyse hareket edecek yer kalmamıştı. Birkaç haftalık bir yolculuğa çıktıklarını düşünen bu insanların yanında az miktarlarda yiyecek ve giyecek vardı. Ne var ki yolculuk planlandığı gibi gitmez.

 

Kış şartlarında hayatta kalmak

Gemiler Sabac Kasabasını geçtikten bir süre sonra durmak zorunda kalır. Çetin kış şartları yolculuğun devam etmesine izin vermez. Şiddetli yağan kar ve donan nehir, gemilerin hareket etmelerini engeller. Böylece daha da ağırlaşan koşullarda bilinmeyen bir bekleyiş başlar. Bu süreçte gemilerin iç döşemelerindeki deriler sökülerek basit dikişlerle giysi haline dönüştürülmeye çalışılır. Koltuk, bank gibi ahşap kısımlar ise ateş yakmada kullanılır. Kısa süre sonra gemilerdeki su ve erzak tümüyle biter. Bunun üzerine çevrede yaşayan Yugoslav Yahudiler gemilere düzenli olarak yemek getirmeye başlar. Günde iki kere dağıtılan yemekler genelde erik marmeladı, makarna ve sıcak tutsun diye içine likör koyulan çaydan oluşmaktadır. İçme suyu ise Tuna’nın donmuş sularının ısıtılmasıyla elde edilir. İlkbaharda buzlar eriyince yola devam etme planı yapan gemilerde düzensiz beslenme ve nehir suyu kullanımı nedeniyle uyuz, bitlenme ve dizanteri gibi hastalıklar görülmeye başlar. Baharın gecikmesi ve nehir trafiğinin bir türlü yeniden kurulamaması gemilerdeki durumu daha da kötüleştirir.

Nisanın gelmesiyle yola devam etme umudu yeşermişken bu defa politik bir engel nedeniyle umutlar Tuna sularında boğulur. 6 Nisan 1940 günü, sabah saat 5.00’te yayına giren Belgrad Radyosu, Almanya’nın Yugoslavya’ya savaş ilan ettiğini duyurur. Savaş, yolculuktan çok daha hızlıdır. Aynı sabah saat 7.00’de Alman savaş uçakları Belgrad’ı bombalar. Öğleden sonra 2.00’de iki Alman savaş uçağı Sabac’a doğru hareket eder.

 

Gemilerden kamplara

600 kilometre ileri gidip Karadeniz’e ulaşmalarına izin verilmeyen gemilerin 200 kilometre geriye gidip Sabac’a demirlemeleri emredilir. 21 Eylül 1940 günü iki imparator ve bir kraliçe bitkin yolcuları ile birlikte Sabac’a ulaşırlar. Gemilerin boşaltılması tam üç gün sürer. Bu üç günün sonunda Sabac sokakları Yahudi mültecilerle dolar. Yugoslav jandarmaları Yahudi mültecileri eski askeri kamptan kalma binalara yerleştirir. Gündüz dolaşmalarına, ibadetlerini yerine getirme ve derslikler oluşturmalarına izin verilen ilk günler Almanların gelmesiyle son bulur. Ekim 1941’de SS’ler gelir gelmez kadınlar ve erkekleri ayırırlar ve erkekler yürüyerek kamptan çıkarılırlar. 14 gün sonra geri geldiklerinde içlerinden 21’i artık yaşamıyordur. Bu ölüm yürüyüşünün ikincisi ise tam bir katliama dönüşür. Zasavica Kasabasına yürütülen erkekler orada kuşuna dizilerek öldürülür. Bir kişiye iki askerin ateş ettiği bu katliamda yaklaşık 700 Yahudi ve 100 Ortodoks çingene erkek katledilir.

Kampta kalan kadınlarla çocuklar Ocak 1942’de Belgrad yakınlarındaki Semlin Toplama Kampına Götürülürler. Mart – mayıs ayları arasında bütün kadın ve çocuklar gezici gaz odaları olarak kullanılan kamyonlarda gazlanarak katledilir. Savaş sonrası yapılan çalışmalarda her birinde yaklaşık 1000 cesedin gömülü olduğu 82 toplu mezarla karşılaşılır. Bu mezarlar Kladovo’dan yola çıkan, Köstence’ye varıp İstanbul üzerinden Filistin’e gitmeyi planlayan binlerce masum insanın son durağıdır. İki imparator ve bir kraliçenin iki yıla yayılan seyahatinde nehir üzerinde sadece ve sadece on gün gidebilmişlerdir.

Anılarına saygıyla…

 



[1] Filme erişim ve hakkında detaylı bilgi için bkz: https://screenworks.org.uk/archive/volume-9-1/two-emperors-and-a-queen