Küçük DEVrimci Ruth Ginsburg

Ruth Bader Ginsburg, Amerika’da kendi ülkesinde bir kadın, bir Yahudi ve bir anne olduğu için meslekî ve sosyal bakımdan ayrımcılık görenlerden yalnızca biriydi.

Dünya
19 Eylül 2020 Cumartesi

Selin Milano Barlas

 

Bu yazı benimle ilgili değil…

 

Ama kendimi bulduğum değerlerin barındığı bir dünyaya dair düşünceler…

 

Benim dedem ikinci dünya savaşında faşistlerle mücadele etmek için liseyi terk eden bir genç adam…

Evet İtalyan asıllı bir Amerikalı olan dedem ülkesini bırakıp bir savaş gemisinde dünyanın başka bir ucuna ırkçılıkla savaşmaya gitti. İdealist bir Amerikalının torunuyum.

 

O jenerasyonun vizyonu ve devrimciliği, fedakarlığı ve cesareti yüzünden bugün Amerika günahlarıyla yüzleşiyor…Değişmeye çalışıyor…

 

2020, yalnız Covid yüzünden değil Amerika’yı Amerika yapan devrimci ve özgürlükçü birçok insanın kaybı bakımından çok acı bir yıl oldu.

 

Bir Amerikalı olarak benim daimî kahramanlarımdan biri dün öldü.

 

87 yaşında Washington’da hayatını kaybeden yüksek mahkeme hakimlerinden Ruth Bader Ginsburg 27 yıl ülkenin en yüksek mevkilerinden birinde görev yaptı. Yüksek mahkemeye atanan ikinci kadındı ve Yahudi’ydi. Ona cinsiyet eşitliği konusuna kendisini adamasının sebebinin ne olduğu hep sorulduğunda ,“Harvard’ı birincilikle bitirip işsiz kalıp, sonra 1950’lerin Amerika’sında hamile kadınlara karşı yapılan ayrımcılığı bizzat yaşadım. Güç bela sosyal güvenlik ofisinde bulduğum işte hamile olduğum için görevimi ve mertebemi düşürdüler”,demişti.

 

1950’lerde uzay araştırmaları yapılan “çok gelişmiş” bir ülkede kadınlara karşı ayrımcılık gayri kanunî değildi.

 

Ruth Bader Ginsburg, Amerika’da kendi ülkesinde bir kadın, bir Yahudi ve bir anne olduğu için meslekî ve sosyal bakımdan ayrımcılık görenlerden yalnızca biriydi…

 

Hayatındaki değer yargılarını borçlu olduğunu söylediği annesi Celia Bader’i liseden mezun olmadan önceki gün kaybeden bu devrimci kadın cinsiyet ayrımcılığını hakikaten yerle bir etti… Kürtajın bir kadın hakkı olduğunu söyledi ve mücadele etti.

 

Federal ve eyalet kanunları kadınları birçok mevkiye geçmekten alıkoyuyordu ve hatta kadınlar jüri görevlerine dahi çağrılmıyorlardı. Bunları değiştirmekle kalmadı. ‘Cinsiyet eşitliği yalnız kadınlara mahsus değildir’ diyerek incelediği İsveç modeli üzerinden davalara yaklaştı. Meşhur Weinberger vs Wiesenfeld davasında iş sahibi ve eve “ekmek getiren” taraf olan kadın doğum yaparken ölünce geliri olmayan kocası sosyal güvenlik haklarına başvurdu. Ancak yasalar yalnız dul kalan kadınları kolluyordu.

RBG bunun anayasaya aykırı ve ayrımcı bir tavır olduğunu savunarak dul erkeklere de eşlerinin ölümü ardından devlet tarafından parasal destek görme hakkını kazandırdı. 1971’de anayasanın 14. Maddesindeki kadın/erkek ibaresi yerine İNSAN tanımı kondu.

RBG bir devrim başlatmıştı.

Virginia Askerî Enstitüsü’nün yalnızca erkekleri eğitiyor olmasının her iki tarafa karşı ayrımcılık olduğunu vurguladı.

Ginsburg “aşırılaşmış genellemelere olan itibar herkesin aşağı yukarı nasıl olduğunu söyler ve bireyin becerilerini göz ardı ederken birini yüceltir ve birini eksiltir” der ve ekler “cinsiyet ayrımcılığı eninde sonunda herkesin canını yakar”.

 

Yılmadığı ve tepki aldığı mücadelesi sonucu Virginia’daki askeri okul karma olur…

 

Yüksek mahkemede kadın yargıçların sayısının yeterliliği sorulduğunda, muzip gülüşüyle “dokuz yargıçtan dokuzu da kadın olduğunda yeterli olacak” cevabını verdiğinde hafızamıza tutkusunu kazıdık…

 

 

Kolon, pankreas ve akciğer kanserleri ile sağlığı defalarca tehlikeye girdi. Ama asla inandıklarını söylemekten ve onlar için savaşmaktan vazgeçmedi. 2009’da ağır bir kanser ameliyatından 3 hafta sonra ulusa seslenişe katıldı. Kocasını 2010 yılında kansere kaybetti. 56 yıllık kocasının mektubunu o ölmeden evvel bulduğunda çok ağlar…

Mektupta kocası Marty ona “hayatımın aşkı, sağlığım hayatımın kalitesini çok düşürdüğü için artık gitmemin vakti geldi. Ne olur beni affet” der.

 

Hayatı hiç kolay olmadığı, genç yaşta annesiz kaldığı ve birçok sağlık, meslekî ve sosyal sıkıntı ile boğuştuğu halde hep hayatına ve hayatını ihtiva eden şeylere müteşekkir olduğunu vurguladı.

Hatta çoğu röportajında “hakikaten çok aydınlık bir yıldızın altında doğduğuma inanıyorum” demiştir.

 

Bu ufak tefek, yumuşak sesli, utangaç ve koca gözlüklü kadın yüksek mahkemede liberal kanadı koruyan ve devrimci kimliği ile önemli bir pozisyon tutan biriydi. Şimdi onun yokluğunda güç dengeleri bozulacak…

 

Şu an bir insan, bir kadın, bir Amerikalı olarak yetiştiğim değerleri temsil eden bu “ küçük DEVrimci” artık benim değerlerimi temsil etmeyecek ve korumayacak diye içim acıyor…

 

Önümde Amerikan haberleri açık, kalbim ağzımda Trump’ın hemen RBG yerine birini atayacağı haberi düştü…

 

Sağlıkta yoksulu koruyan Obamacare kanunu tehlikede…

 

Kürtaj konusu yine masaya gelecek..

 

Trump’ın kazanılmış haklarımızı elimizden almaması için  ölmeyi bekledi....

Direndi..

Ama dayanamadı..

Seçime 6 hafta kala öldü..

Rosh Hashana’da, en büyük destekçisi olan annesi ve aşkı, kocasının yanına gitti…

 

Umarım yaşarım demedi.

Yaşamak istiyorum demedi.

YAŞAYACAĞIM dedi…

 

Ölüme de meydan okudu…

 

Kendisi gibi insan hakları avukatı olan torunu Clara Spera’ya ölmeden saatler evvel, “ en büyük arzum yeni bir Başkan seçilmeden yerime birisinin gelmemesidir” dedi…

 

Artık öleceğini biliyordu..

 

Fikirleri ve yaptıklarının daima yaşaması ve yaşatılması ümidiyle herkese, içim buruk olarak iyi yıllar dilerim…