Son olsun ama gerçekten SON olsun…

“Son olsun” dedikçe ardı arkası kesilmeyen ve her gün bir yenisi eklenen kadın cinayetlerine bir tane daha eklendi.

Toplum
22 Temmuz 2020 Çarşamba

Liza Cemel

 

Artık bir bütün olduğumuz sosyal medya ve dijital dünya bizi iyi-kötü, güzel- çirkin her konuda anında haberdar ediyor. Bundan aldığımız güçle hem bir şeyler yapıyor hem de hiçbir şey yapmıyor gibi hissedebiliyoruz. O boşa kürek çekme hissi aslında toplumda göremediğimiz zihniyet değişimini ve kanuni eksiklikleri mi yansıtıyor?

Haberleri okuduktan sonra insan, ne söylemeliyim, ne yazmalıyım diye şaşırıyor. İşte geldiğimiz son durum. Sözün bittiği yer ve akıl almaz olaylar…

Malum son günlerde Türkiye’nin gündemi kabarık. Lakin özellikle Pınar Gültekin’in cinayetini takiben gündemden düşmeyen “İstanbul Sözleşmesi”, resmi adıyla “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” çok konuşuluyor. Peki, bu sözleşmenin şartları ve son olayların toplumumuzda etkileri nelerdir?

Sözleşmenin maksatları, kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması, kadınlar ve erkekler arasındaki eşitliği yaygınlaştırmak, kadına karşı şiddet mağdurlarının korunması ve bu kapsamda politika ve tedbirler tasarlamak, bunu takiben uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak gibi maddeleri barındırıyor.

Ulaşması arzulanan hedefler aslında toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmak, gerek kamu gerekse özel yaşamda meydana gelen kadınlara karşı insan hakları ihlali ve ayrımcılıklarının önüne geçmek, kadınların fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik zarar sonucu yaşadığı şiddet eylemlerini ve dolayısıyla kısıtlanan özgürlük haklarını kınamak gibi amaçlar şeklinde özetlenebilir. Bu maddeler ayrıca mağdurun fail ile aynı ikametgâhı paylaşmaksızın verdiği zararı göz önünde bulunduracak ve ona göre yaptırım uygulayacaktır.

Türkiye, sözleşmeyi imzalayan ve onaylayan ilk ülke. İmzaya açıldığı 11 Mayıs 2011 yılından bu yana gerektiği gibi uygulanmamış olacak ki, her sene kadın cinayetleri ve tecavüz vakaları arttı. Belki de yalnızca sözleşmenin varlığı değil, gerçekten hukukun üstünlüğü, toplumsal problemler ve cinsiyet eşitsizliği adına alınan tedbirler ve namus meselesi adı altında kıyılan canların gerçekten değerli sayılması gerekiyor.

Yüceleştirilen erkek egemenliği ve ataerkil zihniyet de asıl problemin büyük bir parçası. “Ağaç yaşken eğilir” diye de boşuna demiyoruz. Sevgiyle, adaletle, bilim ve sanatla büyüyen çocuklar bunu esas alacaktır. Nasıl aktarırsan, öğretirsen öyle... 

Başka bir canı vahşice kıymayı kendinde hak görenler, kişisel tercih, giyim tarzı, faille ilişkisi gibi mazeretlerle hal indirimi uygulamaya çalışanlar, kadına şiddeti ve aile içi şiddeti meşrulaştırmaya çalışanlar… Aslında hepsi ‘erkeklik’ ve ‘sevgi’ kavramlarını çok yanlış anlayanlar arasında. 

Çok acıdır ki, Pınar Gültekin beş sene önce Özgecan Aslan için tweet atmıştı. Bazı şeylerin değişmediğini görmek ve yerinde saymak… En kötüsü de artan sayıların getirdiği normalleştirme hatta meşrulaştırma hissi. Artık isimlerden çok sayılar konuşuluyor. Her gün, her ay, her yıl kendini tekrar eden olaylar...

 

Zamanında Özgecan anısına başlatılan imza kampanyaları da hâlâ gündemde. Hatta bu kampanyaya destek vermek amacıyla 2015’te bir video da hazırlanmıştı. Görülmeye değer bu videoda faili, “Çok pişmanım Hakim Bey…” sözleriyle canlandıran oyuncu Mert Fırat ise bu paylaşımı sosyal medya üzerinden yeniden paylaşma ihtiyacı hissetti.

Eh ne demiş Cahit Zarifoğlu: “Böyle bir çağın insanı olmak imtihan olarak hepimize yeter.”

Kadına sadece kadın olduğu için dayatılan roller, kalıplar ve baskılar artık son bulmalı. Biz toplum ve dünya olarak bu tarz olaylardan nasıl dersler çıkarıyoruz? Farkındalığı arttırmaktan öte sesimizi de duyurabiliyor muyuz?

#YETER #Susma #PınarGültekin #İstanbulSözleşmesiYaşatır

Seslendiren: Janet Mitrani