Ve pogrom sonrası…

Reich’ın dört bir yanında 9 Kasım’ı 10’una bağlayan gece gerçekleşen saldırılar, önceleri kurbanlarınca, şu veya bu kentteki münferit eylemler olarak algılanır. Oysa zaman içinde olayların dehşeti ortaya çıkacak, bunların ülkenin geneline yayılmış, devlet destekli bir sindirme hareketinin ilk adımları olduğu anlaşılacaktı.

Marsel RUSSO Perspektif
28 Kasım 2018 Çarşamba

İşte pogrom sonrası insan manzaraları:

1876’da Nürnberg’de dünyaya gelen Rudolf Bing, kentin tanınmış Yahudi ailelerinden birine mensup ünlü bir avukattır. Filistin’e göç ettiği 1939 Mayısında kaleme aldığı, ‘30 Ocak 1933 Öncesi ve Sonrası Almanya’daki Hayatım’ kitabında, ülkesine bağlı bir Alman Yahudi’sinden, bir Yahudi milliyetçisine dönüşümünü anlatıyor.

Kitabın pogroma ait bölümü, o gece olanlara ışık tutuyor: “Eşimle sabaha karşı ön taraftan gelen gürültülerle uyandık. Apartmanın kapısına, yıkarcasına vuruluyordu. Dışarda, ellerinde baltalar, karanlıkta birikmiş bir kalabalık vardı. Binanın tüm zillerini çalıp avazları çıktığı kadar, ‘Kapıyı açın, hemen açın’ diye bağırıyorlardı. Hemen yakınlardaki polis merkezini aradım ve başıboş bir kalabalığın evimize saldırdığını bildirdim. Telefona çıkan kadın, ‘Aryan mısınız?’ diye sordu. ‘Hayır!’ dedim. Hat aniden kesildi… Apartman boşluğunda, iyi tanıdığımız bir Yahudi komşumuzun bağırtılarını duyuyorduk. Dış kapının önündekiler içeri girmeyi başarmış adamcağıza dayak atıyorlardı. Bir süre önce, Gestapo tarafından olası bir tutuklanmaya karşı bir kaçış planı hazırlamıştık. Daire kapımızı zorlamaya başlayan güruhun eline geçmeye niyetimiz yoktu. Planımızı uygulamaya soktuk, evimizin arka sokağına bakan penceresinden, elimize geçen ne varsa birbirine bağlayıp, kendimizi aşağı sarkıttık…”

Kaçmayı Başaranlar

Bing ve eşi kaçmayı başarmışlardı. Olanların ayrıtına vardıklarında, kendileri için Nürnberg’de, Almanya’da bir gelecek kalmadığı sonucuna varmışlardı. Tüm varlıklarını arkalarında bırakarak, daha önce Filistin’e göç etmiş kızlarının yanına gideceklerdi. Yahudi eşi Fredy Solmitz I. Dünya Savaşında, Alman Hava Kuvvetlerinin ilk savaş uçağı pilotlarındandı. Daha önce de anılarına yer verdiğim Luise Solmitz, 12 Kasım’da Gestapo’dan iki kişinin evlerine geldiğini, eşi ile görüşmek istediklerini yazar… 1914 savaşında Almanya için yaptıklarını ispat etmesini isterler: Kazandığı madalyaların sertifikalarını gösterir; bulundurmasına izin verilen silahları iade etmesini isterler, eder… Sonra da giderler… Fredy artık Almanya için hiçbir şey ifade etmemektedir. 

Aynı günün gecesinde Paris radyosundan, elçilik görevlisi Rath’ın öldürülmesinden sorumlu tutulan Yahudilerden 1 milyar RM toplanacağını öğrenirler. Buna bir de pogromun neden olduğu yıkım masrafı, sigorta şirketlerinin üçüncü kişilere ödeyeceği tazminatlar da eklenecektir. Luise, “(O ana dek Almanya’nın Yahudilerine sahip çıkacağına emin) Fredy de bunun bizim sonumuz olduğunu kabul etti…” diye yazar!

Berlin’in güneybatısının banliyösü Grünewald’daki tanınmış bir Yahudi okulunun müdürü Toni Lessler, daha sonraları, hatırladıklarını paylaşır: “Gri, sisli o kasım sabahı bulunduğumuz yörede o kadar izole bir durumdaydık ki Berlin ve ülkenin diğer yerlerinde yaşananların farkında değildik. Sonra yavaş yavaş öğrencileri okula getiren servis araçları gelmeye başladı. İlk gelen Kurfürstendamm’dan altmış çocuk getirmişti. Hepsi korkudan titrer durumdaydılar. Sesleri solukları çıkmıyordu. Ancak fısıltı halinde Fasanenstrasse’deki sinagogun yandığını söyleyebilmişlerdi. Susun dedim! O bölgedeki tanıdıklarımı aradım. Çocuklar doğru söylemişlerdi.

Derken ikinci servis Bayrischer bölgesinden geldi. Çocukların yüzlerinde aynı şiddetin izlerini görmek mümkündü. ‘Prinzregentenstrasse Sinagogu yanıyor!’ diye ağlaşıyorlardı ki, Grünwald’dan okula yürüyerek gelenler de bizim bölgenin şirin sinagogunun da yanmakta olduğunu, itfaiye ekiplerinin de orada yangına müdahale etmeden beklediklerini söyledi. İnanılır gibi değildi. Bazı çocuklar, ekiplerin alevlere müdahale etmeme yönünde emir aldıklarını duymuşlardı. Bu olabilir miydi? Artık kimseye telefonla ulaşıp durumu teyit etme gereği kalmamıştı. Berlin’deki tüm sinagoglar ve Yahudi işyerleri ateşe verilmişti.

Çocukları öğretmenler eşliğinde anne babaları ile buluşabilecekleri güvenli bölgelere yolladım. Herkes korku içindeydi. Kimse ne olacağını bilmiyordu. Sonra polisten Yahudi okullarının on gün kapalı kalacağını bildiren bir haber aldık. Halk, Yahudilere karşı ayaklanmıştı. Olup bitenler yatışana dek kapalı olacaktık. Radyo ve gazeteler ‘halkın öfkesi’ diye bir tabir tutturmuşlardı. Halk (volk) sinagogların yıkılmasını istiyordu. Bizler, bu öfkenin ve isteğin kaynağını çok iyi biliyorduk.

On günlük aradan sonra tekrar eğitime başladık ancak çocukların büyük bölümü okula gelmemişti. Bazı aileler yerlerinden kaçmıştı. Bazı çocukların babaları tutuklanmış toplama kamplarına götürülmüşlerdi.”

Tutuklananlar

Pogrom sırasında, içlerinde kadınların da bulunduğu yüzlerce Yahudi öldürülmüştü, binlercesi de tutuklanmıştı. Olaylara Viyana’da yakalanan Philipp Flesch, hapishanede yaşadıklarını, daha sonra Harvard’da katılacağı bir makale yarışmasında şöyle anlatacaktı:

“Hücrede çok kalabalıktık. İki saat içinde değişik bölgelerden bini aşkın insan yığılmıştı adeta. Kirli paltomu çıkartıp yere serdim, üzerine uzandım ve ağlamaya başladım. İnsanlığın yapabileceklerine ağlıyordum. Bu, savaştan bu yana gördüğüm en korkunç olaydı. Öğretmenim! Bir daha mesleği nasıl yerine getirebileceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. İnsanlığa karşı tüm inancımı yitirmiştim. Diğerleri sakindi! Yahudiler acılara alışıktırlar.

Sonra yanımdaki adam, öğrencilerimden birinin babası, cebindeki belgeleri ve Avusturya ordusundan aldığı madalyayı gösterdi. Siyah ceketli SS’lerin buna nasıl tepki verecekleri hakkında hiçbir öngörüm yoktu. Adamı serbest bıraktılar. Sonra ben de cesaretlendim. Bendekileri de gösterdim. Beni de salıverdiler!

Hapishanenin dışı korkunçtu. İçerideki eşlerinin akıbetini öğrenmek umuduyla binlerce kadın sokağı doldurmuştu. Hepsi dehşet içindeydiler. Almanlar, komünistlikle ya da Avusturya milliyetçisi olmakla ‘suçladıklarını’ bırakmayacaklarını söylüyordu. Etrafta tam bir terör havası esiyordu. Otobüse bindim. Param yoktu, biletimi biri aldı. Eve geldim. Her şey yerli yerinde duruyordu ama benim içimde fırtınalar vardı. Cehennemi yaşıyordum! Almanya kendisi ile uygarlık arasında kalın bir çizgi çizmişti!”

Yahudi kurumları ve basını için karanlık bir dönemin başlangıcıydı Kasım pogromu… Toplumun ileri gelenlerinden çoğu ya tutuklanmış ya da yetkililerle eskisi gibi temas kuramama durumuna gelmişti. Alman Yahudi kurumlarının çatı kuruluşu da pogromdan nasibini almıştı. Kasım’ın 10’u son günü olmuştu.

Yahudi toplumunun Berlin’deki çatı kuruluşunun yöneticilerinden biri de Hans Reichmann idi. O gün ofisinden zorla çıkartılmış akşamına da tutuklanıp Berlin yakınlarındaki Sachsenhausen Toplama Kampına götürülmüştü. Pogrom ertesinde buraya konulan 6.400 kişiden Aralık ayı sonuna dek 1.064’ü hâlâ tutukluydu.

Serbest bırakılanların çoğu gibi Reichmann da bunu eşinin sonsuz çabasına borçluydu. Eva Reichmann Gestapo’yu, eşinin Yahudi bireylerin Almanya’yı terk etmesini sağlamada önemli bir kişi olduğuna inandırmıştı. Diğer Yahudi kadınlar da sevdikleri için benzer çabalar içindeydi. Babalarının, eşlerinin, kardeşlerinin ya da sevdiklerinin salıverilmesi için büyük gayret sarf ediyorlardı. Ancak hepsi başarılı olamamıştı. Reichmann’lar Nisan 1939’da İngiltere’ye göç ederler.

Son çare...

Göç herkesin gündemindeydi ancak bunu başaranlar olduğu gibi şu veya bu nedenlerle Almanya’da kalanlar da vardı. Sene sonu bitmeden kapatılan kurumların bazıları, kalan Yahudilerin uygun ülkelere gönderilmelerini sağlamak amacı ile yeniden açılmıştı. Savaşa adım adım yaklaşırken, zamanla bu kurumlar Alman Yahudiliğinin yok edilmesi, ülkenin Yahudi’den temizlenmiş olması için hizmet vermeye zorlanır olmuştu…

Kalanlar, çevrelerinde daralan çembere dayanacak, hayatı giderek çekilmez kılan olaylara göğüs gerecekti. Artık istenmediklerini hiçbir umuda yer vermeksizin biliyorlardı. Toplum yaşantısının artan bir hızla solmasına tanık oluyorlardı. Yahudi olan ne kaldıysa hızla sönüp gidiyordu.

İntihar kimi kalanlar için bir çözümdü. Bunu böyle görenlerin sayısı pogromdan itibaren giderek artmaya başlamıştı. Christian Goeschel’in ‘Alman Yahudilerinin III. Reich’daki İntiharları’ adlı kitabından bir alıntı, yaşamın anlamının nasıl sorgulandığı hakkında bir fikir veriyor. 76 yaşındaki Hedwig Jastrow ardında bıraktığı mektupta şöyle diyordu:

“Bu bir kaza ya da depresyon sonucu oluşan bir ölüm olmayacak. Ben, yüz seneden uzun bir süredir Alman vatandaşı olan ve ülkesine hep sadık kalmış bir ailenin ferdi olarak hayattan ayrılıyorum. 43 yıl boyunca Alman çocuklarına öğretmenlik yaptım. Onların kendini arayışlarında yanlarında oldum. Savaşta ve barışta birçok yardım etkinliğine gönüllü katıldım. Vatanımın, vatandaşlığımın, evimin, ismimin elimden alınmasını görmek istemiyorum. Anne babamın bana verdikleri ile gömülmek istiyorum. Bunların anlamsızlaştırıldığını görmek istemiyorum.”