9.Uluslararası İstanbul Opera Festivali, Mikis Theodorakis “Zorba”

Zorba karakteri, kimsenin kendisinden saklayamayacağı, her türlü ideolojiye karşı koyan akıldışı stratejisiyle, yaşam deviniminin habercisi Dionysus’un çağdaş bir uzantısı; tüm üstünlük ve kusurlarıyla insanlığın saf gerçeği; batının mantık ve endoktrinasyonlarının aksine, yakıtını güneşten alan, rüzgâr kadar özgür, sımsıcak Akdeniz düşünce yapısının temsilcisidir.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
18 Temmuz 2018 Çarşamba

9.Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nin kapanış gösterisi, 2010’daki ilk gösteriminden beri büyük beğeni toplayarak kapalı gişe oynamış olan, Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde bu sezon yeniden sahnelenen, Mikis Theodorakis’in bestelediği, İtalyan koreograf Lorca Massine ve koreografi asistanı Polonyalı Anna Krzyskowa tarafından sahneye konan  ‘Zorba’ balesi oldu.

Bir opera festivalinde bale gösterisinin ne işi var demeyin. Dünya prömiyeri 6 Ağustos 1988’de Arena di Verona’da yapılan, uluslararası adıyla ‘Yunanlı Zorba’, dansçılara ve orkestraya ek olarak, korosu ve solistiyle opera ile modern bale ayırımının iyice bulanıklaştığı bir çizgide gelişen çok ilginç bir melez çalışma. Türk seyircisinin tanıdığı ve çok sevdiği bu çağcıl bale, ilk olarak 11 Aralık 2010’da Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından sahneye konmuş, 2012’de sırasıyla Samsun, Mersin ve  İzmir Devlet Opera ve Balesi Müdürlüklerince sahnelenmiş.

Yaşayan en ünlü Yunanlı besteci, Giritli avukat bir baba ve İzmir Çeşme’li Rum bir annenin oğlu Mihali ‘Mikis’ Theodorakis, 1925’te Sakız Adası’nda doğmuş.

1000 kadar şarkı yazan, çok sayıda senfoni, bale, opera ve oratoryo besteleyen, birçok tragedya ve modern tiyatro oyununun, 12 sinema filminin müziğini yazan Theodorakis, sanatsal yeteneklerini ülkesine duyduğu derin sevgiyle harmanlayan, siyasal mücadelesi sanatsal etkinliklerine her zaman eşlik etmiş, Lenin Barış Ödülü sahibi aktivist bir özgürlük savaşçısı.

Halen doksanlı yaşlarını sürdüren sanatçının inanılmaz bir yaşamı olmuş. İtalya Yunanistan’a saldırdığında, peşinden Naziler ülkeyi işgal ettiğinde direniş saflarında savaşmış, Nazilerce yakalanıp, idama mahkûm edilerek kurşuna dizilmiş, mucize eseri ölümden kurtulmuş. İkinci Dünya Savaşı sonrası Yunan iç savaşında (1946-1952) birçok kez hapse girip çıkmış, sürgüne gönderildiği Paris’te burslu olarak müzik eğitimine devam etmiş. 1961’de Yunanistan’a döndüğünde milletvekili seçilerek parlamentoya girmiş. 1967 Albaylar darbesinin hemen ertesi günü Cunta,  müziklerinin çalınmasını ve dinlenmesini yasaklamış. Yeraltına çekilerek kurduğu Yurtsever Cephe bünyesinde mücadelesini sürdüren Theodorakis bir süre sonra yakalanarak cezaevine, ardından toplama kampına götürülmüş. Dünya çapındaki dayanışma kampanyası sayesinde 1970 yılında yeniden sürgüne gönderilmiş. Sürgünde Albaylar Cuntası›na karşı mücadele etmiş, Maria Farantouri ile birlikte çıktığı turnelerde dünya çapında bin kadar konser vererek baskı rejimini teşhir etmiş. Albayların iktidardan düşmesinden sonra Yunanistan’a dönerek, 1974 yılında tekrar meclise girmiş, milletvekilliği ve bakanlık görevleri üstlenmiş. Zülfü Livaneli ve diğer dostlarıyla birlikte 1986 yılında Türk-Yunan Dostluk Derneği›ni kuran Theodorakis, aynı dönemde İstanbul’da verdiği konserler büyük ilgi toplamış.

Efsanevi koreograf Léonide Massine’nin, babası kadar ünlü oğlu Lorca Massine’nin Nikos Kazancakis’in aynı adlı romanından esinlenerek librettosunu ve koreografisini oluşturduğu balede Yunanistan’ın büyüsüne kapılarak küçük bir köye yerleşen Amerikalı John’un, arkadaş olduğu Aleksis Zorba’nın desteğiyle yeni yaşamına uyum çabası konu edilmekte.Toprağın ve dağın insanı Zorba ile, onun küçük ama aslında kocaman dünyasına giren genç John üzerinden, iki dünya ve iki uygarlık arasında, sınıf, ırk, dil ve din ayrımlarını aşan, sınırları ortadan kaldıran dostluk ilişkisi öykünün asıl temasıdır.

John, kasabanın güzel, çekici, herkesin ilgi duyduğu genç dulu Marina’ya aşık olup Marina’dan tutkulu bir karşılık bulunca, geleneklerine bağlı köy halkı, köyün yakışıklısı Manolis’in aşkını yok sayarak bir yabancıyı yeğleyen Marina’ya düşman kesilir. Sadece,  kimsesiz, güçlü ve özgür Zorba, Marina ile John’un aşkının saflığına inanarak onları destekler, aşklarını yaşamaları olanağı yaratır. Manolis’in de kışkırtmasıyla köylüler sevgililere saldırınca Zorba onları çığırından çıkmış güruhun elinden almaya çalışır. John’u kurtarabilse de, Marina’nın intikamcı köylülerin kurbanı olmasını engelleyemez. Arada Zorba’nın hafifmeşrep pansiyoncu Madame Hortense ile laf olsun diye başladığı ilişki ciddiye dönüşmüş, Hortense’ın hastalanarak ölmesi yüzünden Zorba’nın aşkı da John’unki gibi hüsranla sonuçlanmıştır.

Sevdikleri kadınları yitirerek hayata küsen iki arkadaş, ilk kez birlikte sirtaki oynayarak teselli bulmaya çalışırken, teselli, af ve dayanma gücü arayışında olan köy halkı da onların dansına katılır. 

Kısa bir oryantal sahne ile sevgili Türkiye’sine selam gönderen, Theodorakis’in modern klasikle etniği başarıyla harmanlayan müziği çok güzel. ‘Zorba’  filminde kullanmış olduğu sirtaki burada senfonik boyutlara erişiyor. Bujor Hoiniç yönetimindeki Ankara Devlet Opera ve Balesi orkestrası ve korosu, müziğin hakkını vererek, büyük başarıyla icra ediyor. Solist Selva Erdener müthiş!

Massine’nin librettosu koreografik öykü anlatımı olarak parlak buluşlarla dolu. Etnik öğeler içeren böyle bir balede  ‘pointe’ kullanmamak gibi çok doğru bir radikal karar vermiş. Beyaz giysisi ve batılı dans adımlarıyla John, yöresel giysi ve danslarıyla Zorba ile başarılı bir karşıtlık oluşturuyor. Bale boyunca sürdürülen bu karşıtlık ancak final sirtakisinde etkileyici bir uyuma dönüşüyor. İki farklı ‘pas de deux’ ile (Marina - Manolis ve Marina – John) reddedilen ve kabul edilen aşk etkileyici bir tezatla ayrıştırılmiş. Linç, Hortense ile Zorba’nın düğünü, öldüğünde Hortense’ın mal ve mülkünün köylülerce yağmalanması gibi stilize toplu sahneler hem görsel olarak, hem anlatım olarak dört dörtlük.

 

Dansçılar olağanüstü

Dansçılara gelince, 20 kız ve 12 erkekten oluşan ‘corps de ballet’ olağanüstü. Birliktelikleri, bir ‘Anadolu Ateşi’ performansından bile kusursuz. Tabiî ki o mekanik gösteriden çok farklı olarak bedenleri ve bacaklarıyla bin bir duyguyu aktarabiliyorlar.

Dansçıların benzersiz uyumunu anlamak için bale dünyasını anlamak gerek. Zarif ama tehlikeli bir iş yaptıklarının bilincinde, kas ezilmesi ya da yırtılması, kemik çatlağı veya kırığı normal yaşamlarının bir parçası olan, nerdeyse paralel evrende yaşayan bir topluluk bu. Nerdeyse çocuk yaşta girdikleri bu evrende dansla haşır neşir olmuş, ergenliklerini, gençliklerini bu dünyada yaşamış, dostluklarını, aşklarını evliliklerini bu dünyada yapmış özel insanlar.

Solistler gerçekten bir ‘dream cast / rüya takımı’. Önce balerinlerden başlayalım.

2015’de, dünyanın en önde gelen dans müsabakalarından 25. Uluslararası Spoleto Dans Yarışması’na Türkiye’den ilk kez katılan Özge Onat - İlhan Durgut ikilisi, hem solo hem düet olarak altın madalya almışlardı. Sahne hâkimiyeti, hem zarif hem şehvetli kusursuz Marina yorumuyla Onat, Spoleto’daki başarısının tesadüf olmadığını, artık kurumun baş balerinlerinden biri olduğunu ispatlıyor. Solist Bale Sanatçısı, eğitmen, repetitör Senem Subaygil, de müthiş başarılı bir Madama Hortense yorumluyor.

‘Zorba’nın üç baş baleti, önceki yıllarda da aynı karakterleri canlandırmış.

1977 Tiflis doğumlu David Khozashvili yurt dışında önemli roller üstlenmiş, 2017’de  Napoli’de San Carlo Opera Festivalinin kapanışında Zorba’yı dans etmiş bir balet. 2009’da kurulduğundan beri Samsun Balesine girmiş, kurumun bünyesinde önemli başroller oynamış, balerin Nazmiye Kıratlı (Khozashvili) ile orada tanışıp evlenmiş. Yaşından çok daha genç duruşu, bitmez tükenmez sahne enerjisiyle çok etkileyici bir Manolis.

Ankara Devlet Balesinde ilk başrolü John’u 25 yaşındayken oynamış olan 1985 doğumlu Eren Keleş de evliliğini kurum bünyesinde yapanlardan. Hem dansçı olarak çok formda, hem aradan geçen yıllar, dramatik derinliğini daha da geliştirmiş.

Özgürlükçü Zorba’nın en sevdiği özelliğinin her türlü zorluğa göğüs germesi ve ne olursa olsun hayata tutunması olduğunu söyleyen, Zorba rolüyle özdeşleşmiş 1984 doğumlu ünlü balet Burak Kayıhan sahnelenmesinden az önce, yeni yorumu için “Zorba’yı bundan önce oynadığımda 20’li yaşlardaydım ama şimdi 30’lardayım. Hareketsel anlamda değil ama karakter anlamında çok daha iyi ve oturmuş bir Zorba olacak” demiş. Gerçekten de karakteri içselleştiren çok etkileyici bir yorumla karşımızda. Hareketsel yönüne gelince, kıvraklığını, enerjisini, kusursuzluğunu gören seyirci Kayıhan’ın prömiyerden birkaç ay önce çok ciddi bir diz ameliyatı geçirdiğine inanamaz.

Daha önce de duymuştum ama final sonrasını yaşamak farklı bir olay. ‘Zorba’ bitiyor ama bitmiyor. Ne seyircilerin dansçıları, ne de dansçıların seyircileri bırakası yok! Seyircilerin dinmek bilmeyen alkışları, ekibin her selamı izleyicilerin el çırparak eşlik ettikleri bir sirtaki çeşitlemesine çevirmeleri anlatılır gibi değil. Selam-sirtaki-alkış selam-sirtaki derken bu sanatsal aşk ilişkisi en az yarım saat sürüyor.

Sonu,  beraber izlediğimiz bir arkadaşımızın dediği gibi “bir şişe antidepresandan daha etkileyici”. Ankaralılar zaten bilet peşinde. Temmuz – Ağustos 2018’de, program ayrıntıları önümüzdeki günlerde açıklanacak Bodrum Uluslararası Bale Festivaline gelecekler. Sakın kaçırmayın derim..