Toplumsal-siyasal bir tiyatro olayı: ‘AŞK DERSLERİ’

“Klasik bir tiyatro oyunu değildir bu, bir halk oyunudur, bir yolculuktur. Tiyatro adeta bir laboratuvara, bir dersliğe dönmüştür ve aslında hep birlikte bir grup terapisindeyiz. Amacımız biraz da olsa tabularımıza dokunabilmek ve dönüşüme aday bireyler olarak salondan ayrılmak.” Füsun Demirel

Erdoğan MİTRANİ Sanat
27 Haziran 2018 Çarşamba

İlk sahnelendiği günden beri kapalı gişe oynayan ‘Aşk Dersleri’ni nihayet üçüncü sezonunun son gösterisinde, Moda Sahnesinin full dolu büyük salonunda izleyebildim.

Önce metnin yaratıcılarından, Modern İtalyan Tiyatrosunun önemli yazar ailesi Dario Fo, Franca Rame ve Jacopo Fo’dan kısaca söz edelim.

Oyunlarındaki temalar güncel sorunlara dayandığı için tiyatro karikatürcüsü, toplumsal ajitatör ve radikal palyaço olarak da nitelendirilen oyun yazarı, yönetmen, mim, aktör, tiyatro yöneticisi Dario Fo (1926 -2016), oyuncu-yazar Franca Rame (1929 - 2013) ile evlendikten sonra, 1959'da Rame ile birlikte Dario Fo - France Rame Topluluğu'nu kurmuş, ikili, "Commedia dell'Arte" geleneğine dayanan tarzlarının Fo'nun deyişiyle "resmi olmayan solculuk"la kaynaştığı, siyasal bir ajit-prop tiyatrosu geliştirmiştir. Rame ve Fo, 1968'de İtalyan Komünist Partisi'yle bağları olan Yeni Sahne adlı bir başka topluluk kurmuş, 1970'te ise Halk Tiyatrosu Topluluğu ile fabrika, park, spor alanı gibi halkın toplu olarak bulunduğu yerlerde kendi oyunlarını sahnelemiş. Oyunları skandal olarak nitelendirilen, sahnede bile tutuklanmış olan Dario Fo, ‘Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü’ oyunuyla 1997’de Nobel Edebiyat Ödülünü kazanmış. Son yıllarda sistem karşıtı 5 Yıldız Hareketine güçlü destek veren Fo, hareketin bir mitinginde “Her şeyi altüst edin! Biz yapamadık siz yapın” demişti.

Çiftin izinde yol alan 1955 doğumlu oğlu Jacopo Fo’nun 1992’de yayınlandığında 70 binin üzerinde satan kitabı ‘Lo Zen e l'arte di scopare / Zen ve Dü…me Sanatı’, Jacopo’nun ebeveynleriyle birlikte oluşturduğu ‘Sesso? Grazie, tanto per gradire! / “Seks? Eh, Hayır Demem!’  adlı tek kişilik oyunun da çıkış noktası olmuş.

Perugia Dil Üniversitesi ve Roma Dramatik Sanatlar Akademisi Tiyatro Bölümü mezunu (1980) Füsun Demirel, 1980'de Almanya Berlin Kollektiv Theater'da Vasıf Öngören'in yazıp yönettiği ‘Zengin Mutfağı’ oyunuyla tiyatroya başlamış, Çevre Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu, Devekuşu Kabare, Dostlar Tiyatrosunda çalışmış,1984’te Atıf Yılmaz’ın ‘Bir Yudum Sevgi’ filmi ile sinemaya geçiş yapmış. Oyunculuğunun yanı sıra, iyi derecede İtalyanca, İngilizce, Almanca bilgisine dayanarak çeviri yapan Demirel, Dario Fo ile Franca Rame'nin 27 oyununu Türkçeye kazandırmış.

‘Aşk Dersleri’, Füsun Demirel’in çevirisi de kendisine ait olan ‘Seks? Eh, Hayır Demem!’  oyundan yola çıkarak, kendi çocukluk ve ergenlik anılarını da kattığı, cinsel bilgisizliğin nelere mal olduğunu, eğitim eksikliğini, aile içindeki tutucu ilişkinin çocuk gelişimi üzerindeki olumsuz etkilerini, evlilikteki cinsel sorunlar gibi konuları ironik bir dille aktaran bir uyarlama.

Oyunda, Türkiye ve dünyada kadınlık meselesini irdelerken aşk ve cinsellik üzerine eşlerin, sevgililerin, jinekologların, psikologların, annelerin, kız kardeşlerin bile söyleyemedikleri tek tek açığa çıkıyor. Kadınların sorunlarına odaklanırken erkeklik meselesi de unutulmuyor: sevmeyi, âşık olmayı, cinselliği anlayarak yaşayamıyorsak sürekli olarak bir yanımızın eksik kaldığı ve bunu yarınlara taşımanın insanda yaratacağı olumsuzluklar hatırlatılıyor.

Demirel yönettiği ve sunduğu esprili ve etkileyici monoloğu, seyirciyle devamlı iletişim hâlinde olduğu çok keyifli bir diyaloğa çevirmekle yetinmemiş, ‘Aşk Dersleri’ni, salt bir sosyo-politik manifesto olmaktan çıkararak, Fo ve Rame’nin, ana temaya rahatlıkla bağladığı üç kısa oyununu da katmış: Bir Dekameron öyküsünün hınzır bir modern versiyonu olarak gelişen Commedia dell'Arte tadındaki ‘Tek Kişilik Diyalog’, fabrikalardaki çalışma bantlarının parodisi ‘Modern Zamanlar’ın giriş bölümüne keyifli bir gönderme yapan ‘Bant Sistemi’ ve oyuna tokat gibi bir final getiren, Rame’ye gerçekten yaşatılmış bir olayı aktaran ‘Tecavüz’.

Sadece anlatıcı-konuşmacı olarak değil, Bant Sistemi’ndeki kısa performansıyla da üst düzey oyunculuğunu konuşturan Demirel’e, oyunun dramaturgisini de yapmış Ayşegül Cengiz Akman ve sahne tasarımını da yapan Mert Küçülmez başarıyla eşlik ediyor. Kostüm tasarımı Sevinç Tufan’ın, ışık tasarımı Alev Topal’ın, görsel tasarım ve desenler Demirel’in ressam ablası Figen Aydıntaşbaş’ın.
Aktivist bir sanatçının elinden çıkma etkileyici bir çalışma. Kadın da olsanız, erkek de olsanız mutlaka izleyin derim.

 

***

 Çağcıl bir meddah gösterisi ‘İnadına İnsan’

 

“Doğumlar, düğünler, cenazeler bizi bir başkası yapmazlar. İçimizdeki insanda ne varsa onu ortaya çıkarırlar.”

 

Yazar, oyuncu, yönetmen, eğitmen Prof. Dr. Metin Balay’ın yazıp yönettiği tek kişilik ‘İnadına İnsan’, ‘Aktör Kean’ oyunu ile En İyi Tek Kişilik OyunEn İyi Erkek Oyuncu ve İBBŞT’de sahnelenen ‘Ölümsüz Öykü’deki Yardımcı Rolde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu ödüllerini alan Eraslan Sağlam tarafından Tatavla Sahne’de yorumlanıyor.

1956’da Bergama’da doğan, İzmir Kolejinden mezun olan, AFS bursuyla ABD’ye giden, Yale Üniversitesinde tiyatro seminerlerine katılmış olan Balay, ODTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümünde okuduktan sonra DTCF Tiyatro bölümünde lisans, yüksek lisans ve doktora öğrenimlerini tamamlamış. Devlet Tiyatroları ve AST’ta oyuncu ve yönetmen olarak çalışmış, 2014’te klasik metinlere çağdaş yorum yapmak ve repertuarında yer verdiği, yurt dışında sahnelenmiş çağdaş metinlerin Türkiye prömiyerlerine öncelik vermek amacıyla, Kayhan Berkin ve Kubilay Çamlıdağ ile birlikte Versus Tiyatro’yu kurmuş. Çok sayıda oyun yazmış olan Prof. Balay hâlen Haliç Üniversitesi Konservatuarı ve Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro bölümünde ders veriyor. 

Gerçek yaşamdan, anılardan, gazete haberlerinden alınmış hikâyelerden oluşan ‘İnadına İnsan’, insanların din, dil, ırk, renk, cinsiyet, inanç, düşünce ve sınıf farkına karşın, yanlış önyargılara, çektirilen acılara rağmen, dostluk, dayanışma ve ideallerini sürdürerek, yaşama direncini, sevinç ve istemlerini canlı tutabileceklerini, sevgilerini yaşatabileceklerini, Türkiye’nin yakın tarihinden alınmış, ülkenin farklı yörelerinde geçen altı öykü üzerinden yaşamın içinde her zaman var olan mizah duygusunu da unutmayarak ortaya koyuyor. Müthiş keyifli ve eğlenceli başlayan oyun, ikinci perdenin sonlarında Pera’da geçen bölümde ciddileşmeye başlıyor, öykü 6 – 7 Eylül olaylarına dayanınca, dokunaklı, göz yaşartıcı bir finale ulaşıyor.

Türk Tiyatro seyircisi, çağcıl anlamda tek kişilik oyunla ilk kez 1965’te karşılaşmış olsa da (Genco Erkal ‘Bir Delinin Hatıra Defteri’), geleneksel meddahımız sayesinde bu teatral ifade formuna rahatlıkla uyum sağlamıştır. Metin Balay, ‘İnadına İnsan’ı sahneye koyarken Eraslan Sağlam’ın anlatıcı-oyuncu tarafını öne çıkaran güncel ve modern bir meddah yorumunu yeğliyor.

Geleneksel Türk seyirlik oyunlarının en önemlisi meddah, tek bir adamın bir öyküyü başından sonuna kadar, canlandırdığı kişileri ağız özelliklerine göre konuşturarak aktardığı bir anlatı sanatıdır. Tüm başarısı, meddah denilen o tek adamın zekâsına, bilgisine, söz söylemedeki ustalığına bağlıdır. Salt güldürmeye ve eğlendirmeye yönelikmiş gibi görünse de, işini bilen bir meddah, seçtiği konular, yergiler ve taklitlerle olaya eleştirel boyut katabilir.

Sahnesi, kostümleri, dekorları, kişileri bulunmayan bu gösteride meddah, seyircilerin rahatça görebileceği bir yere oturur. Bir eline değişik tipteki kişilerin kıyafetini göstermek, ağzını kapatarak seslerini taklit etmek, değişik başlıklar yapmak ya da terini silmek için mendil (peşkir/makreme), bir eline de oyunu başlatmak, seyirciyi susturmak, değişik sesler çıkarmak, saz, süpürge, tüfek, at gibi varlıkları canlandırmak için sopa (pastav/değnek) alır.

‘İnadına İnsan’ın meddahı Eraslan Sağlam, üzerine mendil olarak kullanacağı koca bir beyaz fular bırakılmış bir iskemle, pastav yerine acılarına tanıklık ettiği insanlara vereceği, kırmızı karanfil dolu bir sepet dışında bomboş bir sahnede sıradan bir tişört ve blucinle çıkıyor karşımıza. Anında izleyicilerle iletişim kuran, onlarla konuşan, sorular soran, sorularına cevap yetiştiren Eraslan, Karadenizli Hayret, dedesi Osman, ninesi Tursune ve Elowit yaylasının öyküsüyle başlayıp, çingene çiçekçiden geçerek (bu vesileyle Metin Balay’ın benim gibi o çakma ‘Roman’ yerine güzelim Çingene sözcüğünü tercih ettiğini memnuniyetle öğrenmiş oldum), Pera’lı Elpiniki'nin Ester'le arkadaşlığına ve Behzat'la yaşadığı platonik aşka uzanan anlatısını, iki saat boyunca her yörenin lehçesi ve türküleriyle aktarıyor. Arada, Cem İdiz’in nefis bestesi ‘Kiraz Çiçeği’ni, müzikleri Berktay Akyıldız’a ait tüm şarkı ve türküleri de a capella seslendiriyor.

Oyunun tüm yükü olağanüstü bir yorum çıkaran Eraslan Sağlam’ın omuzlarında. Müthiş oyunculuğu kadar kusursuz şive kullanımından çok etkilendim. Lazı, Kürdü, sözcük başlarındaki ‘h’ harfini bir kez bile yanlışlıkla telaffuz etmediği Çingenesi neyse de, artık unutulmaya yüz tutmuş Rum ve Ermeni şivelerini çok doğru kullanmasına, birbirine yakın bu iki şiveyi karşılıklı konuşmada ayrıştırabilmesine hayran oldum.

Niyetleri Tatavla Sahne’yi yazın da açık tutmak. Umarım başarırlar. Yoksa da gelecek sezonda devam edecek. Mutlaka izlenmeli. Hepinize iyi seyirler.