Türk Lirası’nda yaşanan değer kaybı hepimizin hayatını direkt olarak etkiliyor. Benzin ve motorin fiyatları çok hızlı değişerek hemen fiyatlara yansıtlırken, elektrik ve doğalgaz gibi diğer kalemler de TL’deki değer kaybından nasibini almaya devam ediyor. Piyasa şartlarını kısa süreliğine bir kenara bırakıp kuru temel ekonomik göstergeler açısından değerendirdiğimizde hangi noktada olması bizi rahatlatır? Faizleri yükseltmek kalıcı bir çözüm mü? Tüm bu sorular ve cevapları ileriye dönük belirsizliklerin önemli bölümünü aydınlatıyor.
Kurun 2 civarlarında olduğu dönemlerde, yurtdışına çıktığımda özellikle Türkiye ile benzer gelişmişlik düzeyi ve benzer kişi başına milli gelire sahip ülkeleri dikkatle incelerdim. Türkiye’de toplumca kabul edilmiş bazı hayat standartlarının bizimle benzer ülkelerde lüks kategorisine girdiğini herhalde gittiği ülkeleri iktisadi olarak inceleyen herkes fatketmiştir. Büyük şehirlerde yaşayan Avrupalıların motorsiklet ve küçük araba tercihleri de buna ayrı bir örnek olabilir. Türkiye’de müdür pozisyonunda bir çalışanın motorsikletle işe gelmesi zannediyorum devrim niteliğinde bir olay gibi karşılanabilir.
Sözü bağlamak istediğim yer şu ki, Türkiye yıllardır devam eden cari açık ve enflasyon sorununu, küresel olarak yaşanan makroekonomik gelişmeler ve küresel genişleyici para politikaları sayesinde son dokuz yılda derinden hissetmedi. Hatta bu makro rüzgârı da arkasına alarak enflasyonunu yüzde 5’ler seviyesine kadar yaklaştırdı. O dönemde elde edilen görece yüksek hayat standartları ve tüketim kabiliyetini, toplumun çok büyük bir kısmı hızlıca benimsedi ve tüketim alışkanlıklarını ona göre yapılandırdı. Bu anlamda 2013 yılı Mayıs ayı (O zamanki FED Başkanı Bernanke’nin meşhur tapering konuşması) öncesi Türkiye’de ekonomik hayat standartları bakımından tarihi zirve yaşandı. Ancak şimdi; küresel makro görünümün değişmesi ile birlikte cari açığın ekonomiye etkilerini derinden hissetmeye başladık. 2013 yılında 1,8 olan dolar/TL paritesi 4 seviyesine kadar gelerek yüzde 220 civarında yükseldi. Bu durumda haliyle insanların hem enerji tüketimleri, hem de nihai mal tüketimleri düşmek zorunda kalacak. Türkçesi ile, daha az harcayacağız...
Cari açığın bu noktaya gelmesinde, hem halkımızın hem de yöneticilerin hem de gelmiş geçmiş tüm hükümetlerin elbette payı var. Bugüne kadar finansal danışmanlık hizmeti vermek için incelediğim şirketlerin neredeyse tümü döviz kredisi nedeniyle oldukça zor duruma düşmüş durumdalardı. Önemli büyüklükteki kurumsal şirketlerde bile hedge işlemlerine yeteri kadar önem verilmemesi, problemin yönetim tarafının bir boyutu. Eğer bir şirket sahibi veya yöneticisiyseniz, dövizlerde yaşanabilecek hareketlere karşı her türlü tedbiri almak zorundasınız. Ancak ülkemizde bu problem, döviz geliri olmayanların döviz kredisi çekmesini yasaklamakla çözülmeye çalışılıyor. Zaten şirket yönetecek düzeyde iktisadi bilgisi olan birinin, asla yapmaması gereken bir hamleyi, ülkedeki şirketleri koruyabilmek adına kanun olarak çıkarmayı düşünmek... İntihar etmeyi yasaklamak olarak tabir etsem zannediyorum abartmış olmam.
Türkiye gibi bir ülkede, döviz geliri olmamasına rağmen döviz kredisi çeken ve bunu hedge etmeyen bir yöneticinin doların 4 lira olmasına karşı itiraz etme hakkı var mıdır? Bence yok.
Mikro boyutta bireysel olarak hepimizin üzerine düşen görev ise dünyada nerede olduğumuzu bilip kendimizi ona göre konumlandırmak. Kişi başı gelirin 10 bin dolar olduğu ve gelir dağılımının çok da adaletli olmadığı bir ülkede, yaklaşık 1000 dolarlık akıllı telefonların standart değil bir lüks olduğunu kabullenmemiz gerekiyor. Bunu diğer birçok alanda doğru kurgular, toplum olarak standart ve lüks algılarımızı imkanlarımız dahilinde planlarsak bu devalüasyon benzeri süreci daha az hasarla atlatabilir, gelecekte oluşabilecek döviz kırılganlıklarımızı azaltabiliriz.
Hayatım boyunca belki de en çok duyduğum sorunun cevabını vereyim. Dolar/TL paritesi hangi seviyede dengeye gelecek? Kurda ülke olarak kendimizi güvende hissedebileceğimiz seviye, cari açığımızın %0-%1 aralığına düzenli bir şekilde oturduğunda oluşan seviye olacaktır. Organik bir şekilde cari açığımız bu seviyelere indiğinde oluşan seviyeleri, dolar/TL’nin denge noktası olarak düşünebiliriz. Yaklaşık 850 milyar dolar büyüklükteki bir ekonominin 50-60 milyar dolar civarında yıllık cari açık vererek sürdürülebilir bir şekilde kurun yükselmesinin önüne geçebilmesi çok zor. İnovasyon, sanayi 4 devrimi ve reformlar da, aslında hep bunun alt başlıkları olarak karşımıza çıkıyor. Umut edelim bu reformları gerçekleştirerek, daha müreffeh bir ülkede yaşayalım.