Viyolonsel çalmaktan enstrüman yapmaya uzanan yol: Alp Altıner

Bir süre önce Genç Emekliler grubunda konferans veren, İstanbul Filarmoni Orkestrası Başkanı Alp Altıner ile müzik çalışmaları ve telli enstrüman yapımı üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Dora NİYEGO Sanat
4 Nisan 2018 Çarşamba

Önce sizi tanıyalım…

4 Ocak 1955’te doğdum. 1999 yılından beri, yurtdışında olduğum yıllar dışında, ailece Feneryolu’nda oturuyoruz. Sanatsever bir ailede büyüdüm. Babam iyi bir amatör kemancıydı. Hatta aralarında Orhan Boran’ın yönettiği Kadıköy Halk Eğitim Merkezi Orkestrasının da olduğu amatörlerden oluşan bazı orkestralarda başkemancı idi. Annem de konservatuar eğitimi aldı, ancak babasının vakitsiz ölümü sonucu müzikle olan ilişkisini aktif olarak sürdüremedi. Ağabeyim ise amatör çellisttir. Büyük dedem Ali Rıfat Çağatay da ünlü bir Klasik Türk Müziği bestecisi ve udiydi. Aynı zamanda 1930 yılına kadar kullanılan ilk İstiklal Marşımızın da bestecisi. İlk, orta ve liseden sonra eğitimimi Marmara Üniversitesi, Atatürk Eğitim Fakültesi Müzik Bölümünde tamamladım.

Marmara Üniversitesinde eğitiminizi tamamladıktan sonra yurtdışına gittiniz. Oradaki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Burada müzik eğitimimi tamamladıktan sonra 1976 yılında, Viyana Devlet Müzik Akademisi giriş sınavını kazanarak, viyolonsel konser sınıfına kabul edildim. Viyana Müzik Akademisi Konser Orkestrası’nda çok önemli şef ve solistlerle çalıştım. Salzburg Mozarteum Opera Orkestrasında Almanya, Avusturya, Danimarka, Belçika ve Hollanda’da çaldım. Ayrıca İtalya’nın Verona şehrinde dünyanın en önemli opera etkinliklerinden olan Arena di Verona Opera Festival Orkestrası’nda ünlü şef ve solistlerle çalıştım. Viyana’daki eğitimimden sonra, 1982 yılında Almanya’nın Detmold şehrinde Prof. Stephan Haack ile viyolonsel çalıştım ve aynı zamanda Paderborn Üniversitesinde Müzikoloji okudum, İtalya’nın Arezzo şehrindeki yaz kursuna katıldım. Bu arada Detmold-Paderborn Viyolonsel Altılısı’yla Almanya’nın birçok şehrinde konserler verdim.

1984 yılında yurda dönüşünüzden bugüne değin ve halen devam eden çalışmalarınızı özetler misiniz?

1984 yılında yurda döndüğümde İDSO giriş sınavını kazandım. Viyolonsel sanatçısı olarak 20 Ocak 2015 tarihinde emekli olana kadar aralıksız bu kurumda çalıştım. Sayısız konserde, yurtiçi ve yurtdışı turnelerinde görev yaptım. İDSO’da aralarında müdür yardımcılığı, program yöneticiliği ve yönetim kurulu üyeliklerinin de olduğu çeşitli görevlerde bulundum. Açık Radyo’da bir sezon ‘Çello Gezgini’ adlı programı hazırlayıp sundum. Çok sayıda radyo ve TV programına konuk oldum. Andante ve Orkestra dergilerinde uzun soluklu yazılar yazdım. Marmara ve Mimar Sinan Üniversitelerinde Çello ve Çalgı Yapım Tarihi ve Onarımı dersleri verdim.

Yaylı çalgılar yapma merakınız nasıl başladı?

Çalgı yapım ve tarihine merakım hemen hemen viyolonsel eğitimimle eş zamanlı gelişti. Nedeni çok basitti. Hocalarım sadece viyolonsel çalmayı öğretiyorlardı, ama ben bir çalgının nasıl yapıldığını ve nasıl ses verdiğini de merak ediyordum. Zira titreşimin çalgının içinden sese dönüşerek çıkması basit bir fiziksel sonuç olmasa gerekti. Bu konularla ilgili merak ettiğim sorulara tatminkâr yanıtlar alamıyordum. Ayrıca bir müzisyen olarak büyük emek vererek hazırladığınız bir yapıtın, çalındıktan sonra adeta saman alevi gibi yok olduğunu düşünüyordum. Oysa ben kalıcı eserler bırakmak istiyordum. Nitekim yaptığım bu çalgılar belki de yüzyıllarca yaşayacak.

Bu ilginizi geliştirmek için neler yaptınız?

Öncelikle yurtdışından bu konularla ilgili birçok kitap aldım ve sürekli yayınları izledim. Bu arada kendi çalgılarıma bazen ufak tefek onarımlar yaptım, bazen de viyolonselimin cilasını sökerek yeniden cilalamak gibi cüretkâr müdahalelerim oldu. Daha sonra okuyarak edindiğim bilgilerle, adeta çalgı yapım dünyasıyla platonik bir ilişki yaşadım. Bu bilgileri buradaki çalgı yapımcısı arkadaşlarımla paylaştım. Onlar beni çalgı yapımına girişmem için cesaretlendirdiler ve bunun sonucu olarak, kendimi 1987 yılında aktif olarak bu işin içinde buluverdim. İlk yaptığım keman 1988 tarihlidir. Sonra bunu ikincisi takip etti. Artık bir hedefim vardı. Bir viyola ve bir de viyolonsel yapacak ve bu yaylı çalgıları bir dörtlüde dinleyerek noktayı koyacaktım. Ancak bu nokta, bir virgüle dönüştü ve yaptığım çalgı sayısı otuzu geçti. Bu arada dünyadaki bazı önemli yapımcıların da atölyelerini gezerek o havayı görmek, incelemek ve bazı sorularıma canlı yanıtlar almak istedim, aldım da. Bu benim için önemli bir motivasyon oldu. Ayrıca Avrupa ve Amerika’nın önemli çalgı müzelerini gezerek incelemelerde bulundum.

 

Enstrüman yapmak bir meditasyon

Telli enstrüman yapmak sizin için bir hobi mi, yoksa ikinci bir meslek dalı mı oldu?

Bunu hâlâ tutkulu bir hobi olarak yapıyorum, ancak yaptığım çalgıların da usta ellere ulaşarak çalınması gerekiyor. Bir çalgıyla uğraştığımda dünyayla ilişkimin koptuğunu hissediyorum. Bu uğraş benim için adeta bir meditasyon. Kendimi tamamen yaptığım işe yoğunlaştırıyorum. Endişelerimi, zamanı, her şeyi unutuyorum. Böyle bir uğraşının şifa gücüne sahip olduğuna da inanıyorum.

Enstrümanların hammaddesini nereden temin ediyorsunuz?

Çalgı yapımında kullanılan aletlerinin bazılarını kendim yaptım. Bu çalgı yapımcılığında geleneksel bir uygulamadır. Diğerlerinin bir kısmı her yerde kullanılan marangoz aletleri olduğu için buradan temin edilebiliyor. Sadece çalgı yapımına yönelik diğer aletler ise, yurt dışında sadece bu konuya yönelen adeta tekelleşmiş firmalardan oldukça yüksek fiyatlara alınabiliyor. Zira bu firmalar bir elin beş parmağını geçmediklerinden ve fazla bir rekabet olmadığından fiyatları istedikleri gibi belirliyorlar. Tabii bu özel aletlere talebin az, arzın ise sınırlı seyretmesi, fiyatların yüksek olmasıyla sonuçlanıyor. Gerekli ağaç ve aksesuarların bazılarını ülkemizden de temin edebiliyoruz. Ancak ağırlıklı olarak yurt dışından geliyor. Zira yurtdışında bu bir sanayiye dönüşmüş. Kullanılan ağaçlar çok özel, çalgı yapımı için seçilerek kesiliyor ve uzun bir süre doğal ortamda kurutularak piyasaya sürülüyor. Dolayısıyla, örneğin bir takım keman ağacına ciddi fiyatlar ödüyorsunuz.

 Biraz da enstrüman yapımcılığından bahseder misiniz?

Çalgı yapımı aslında tahtanın bir çalgıya dönüşmesi sürecinden başka bir şey değil. Burada en önemli nokta, kullanılan tahtaların akustik özellikleri bakımından birbirlerine uygun olanların seçilmesi. Kısaca özetlemek gerekirse, örneğin 66 parçadan oluşan bir kemanın tüm parçaları özenli, sabırlı bir çalışma sonucu tek tek üretilir ve bütünleştirildiğinde çalgı meydana gelir. Daha sonra cilalanır ve kurularak yapım süreci sona erer. Çalgıların aslında titreşimi sese dönüştüren birer çevirici olduğu unutulmamalı ve bu fiziksel olayın doğru bir şekilde gerçekleştirilmesi için fiziksel kriterlerin de hassasiyetle gözetilmesi gerekir.

 

İyi bir enstrümanı nasıl tanımlarsınız?

İyi bir çalgı, titiz ve özenli bir çalışma sonucu ortaya çıkar. Görsel olarak mükemmel olması yeterli değildir. Aynı zamanda sesi de beklentileri karşılamalı, icracısına bir çalma konforu sağlamalıdır. Bu da çalgı yapılırken, orantısal ve diğer ölçülerden asla taviz verilmemesiyle mümkün olur. Ancak her şeye dikkat edilse ve bir çalgının aşağı yukarı nasıl bir ses rengine sahip olacağı yapımcı tarafından tahmin edilse bile, çalgının ses kapasitesi ancak kurulduğu zaman ortaya çıkar. Dolayısıyla bu doğum süreci, bir yapımcı için en heyecanlı andır. 

 Zamanla enstrüman yapma konusunda uzmanlaştınız. Bugüne kadar kaç enstrüman yaptınız ve kimlere enstrüman yaptığınızı hatırlıyor musunuz?

Solistlik kariyeri sürdüren, belli başlı orkestralarda, konservatuarlarda çalışan ve okuyan sanatçılar, yaptığım çalgılarla çalıyor. Ayrıca Almanya, Avusturya ve Yunanistan’da da çalgılarım kullanılıyor. Bir yapımcı için en büyük haz, büyük emek vererek yaptığı bir çalgıyı tutkuyla çalan bir sanatçının elinden dinlemektir.