7 yıl sonra Suriye hâlâ karmakarışık

Suriye’deki iç savaş 15 Mart’ta yedinci yılını dolduruyor. Bir dönem “Artık ölü sayısını saymayı bıraktık” şeklinde beyanat veren BM yetkilileri, dünyanın gözü önünde cereyan eden Suriyelilerin dramını “yeryüzünde cehennem” olarak tanımlıyor.

Selin NASİ Dünya
14 Mart 2018 Çarşamba

Yıkımın bilançosu

  Birleşmiş Milletler 2017 verilerine göre 2011’den beri yaklaşık 400 bin Suriyeli hayatını kaybederken, 5,5 milyon kişi ülkeyi terk etmek zorunda kaldı; 6,1 milyon Suriyeli evinden oldu. 900 kilometrelik kara sınırı göz önüne alındığında, Suriye’deki savaşın yarattığı istikrarsızlıktan en çok etkilenen ülkelerden biri kuşkusuz Türkiye oldu. Türkiye yürüttüğü ‘açık kapı politikası’yla 3,5 milyon Suriyeli mülteciye kapılarını açtı.

Barış girişimleri sonuçsuz

  Başta ABD, Rusya, İran ve Suudi Arabistan olmak üzere uluslararası aktörlerin küresel ve bölgesel güç mücadelesine sahne olan Suriye’de, yedi yıldır süren iç savaşın sonlandırılması için başlatılan barış girişimlerinden halen net bir sonuç alınabilmiş değil. Nihai barış, sahada çarpışan aktörler kadar vesayet savaşı yürüten güçler arasında Suriye’deki etkinlik alanları üzerine siyasi bir uzlaşı sağlanmasına bağlı. 

SURİYE’DE YIKIMIN 7 YILLIK BİLANÇOSU

 

Suriye’deki iç savaş 15 Mart’ta yedinci yılını dolduruyor.

2010 sonunda Tunus’ta başlayan Arap Baharı’nın Mısır ve Libya’dan sonraki durağı Suriye oldu. 2000’li yılların ortasından itibaren baş gösteren kuraklığa bağlı mahsul kaybı ve gıda fiyatlarındaki artış halkta hoşnutsuzluk yaratırken, otoriter yönetim ve toplumun etnik/mezhepsel olarak bölünmüş yapısı da ayaklanmaların kök salmasına uygun bir zemin hazırladı.

2011 Mart’ında Deraa’da gençlerden oluşan bir grubun okul duvarına yazdığı hükümet karşıtı slogan yüzünden tutuklanıp ağır işkenceden geçirilmesine tepki olarak başlayan protestolar kısa sürede başka şehirlere yayıldı. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın bir taraftan göstericileri sert yöntemlerle bastırmaya çalışırken, ayaklanmayı kontrol altına alabilmek amacıyla memur maaşlarına zam, olağanüstü halin sonlandırılması ve yeni siyasi partilere geçit verilmesi gibi tedbirler öne sürmesine rağmen, reform çıkışı samimi bulunmadığından, çatışmalar hız kesmedi.

Başta ABD, Rusya, İran ve Suudi Arabistan olmak üzere uluslararası aktörlerin küresel ve bölgesel güç mücadelesine sahne olan Suriye’de, yedi yıldır süren iç savaşın sonlandırılması için başlatılan barış girişimlerinden halen net bir sonuç alınabilmiş değil. Nihai barış, sahada çarpışan aktörler kadar vesayet savaşı yürüten güçler arasında Suriye’deki etkinlik alanları üzerine siyasi bir uzlaşı sağlanmasına bağlı. O zamana dek, ülkeyi terk etmeyen Suriyelilerin kaderi Esad rejimi altında yaşamak veya muhalif grupların kontrolü altındaki bölgelerde sivilleri açlığa mahkûm eden kuşatmalar ve varil bombaları altında yaşam mücadelesi vermek.

Bir dönem “Artık ölü sayısını saymayı bıraktık” şeklinde beyanat veren BM yetkilileri, dünyanın gözü önünde cereyan eden Suriyelilerin dramını “yeryüzünde cehennem” olarak tanımlıyor. 2017 BM verilerine göre 2011’den bu yana yaklaşık 400 bin Suriyeli hayatını kaybederken, 5,5 milyon kişi ülkeyi terk etmek zorunda kaldı; 6,1 milyon Suriyeli evinden oldu.

900 kilometrelik kara sınırı göz önüne alındığında, Suriye’deki iç savaşın yarattığı istikrarsızlıktan en çok etkilenen ülkelerden biri kuşkusuz Türkiye oldu.

Her ne kadar savaşın kısa sürede biteceği hesabına dayanarak başlatılmış olsa da, Türkiye vicdani bir tercih yaparak yürüttüğü ‘açık kapı politikası’ neticesinde 3,5 milyon Suriyeli mülteciye kapılarını açtı.

Ülkeye alınan mültecilerin ekonomik yükü ve kültürel dokunun değişmesine bağlı yaşanan toplum içi hoşnutsuzlar bir tarafa, özellikle savaşın ilk yıllarında sınır kontrollerinin verimli şekilde yapılamaması, radikal grupların ülkeye sızmasına ve güvenlik zafiyetine yol açtı. 2012’de Türk keşif uçağının düşürülmesi, Akçakale’ye düşen top mermisi sonucu beş kişinin hayatını kaybettiği saldırı gibi, Suriye Savaşı askeri anlamda iki ülkeyi karşı karşıya getiren gelişmelere de sahne oldu.

Geriye bakıldığında, Suriye’deki iç savaş Ankara-Şam ilişkilerinin iniş çıkışlı seyri ve özellikle Türk dış politikasındaki dönüşümü yorumlamak açısından önemli bir örneklem teşkil eder.

 

Arap Baharı etkisinde Türkiye-Suriye ilişkileri: Esad’dan Esed’e

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den sınır dışı edilmesini takiben imzalanan 1998 Ankara Mutabakatı, Türkiye-Suriye ilişkilerinin normalleşmesinin kapısını aralamış, 2000 yılında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad’ın cenaze törenine katılmak üzere Suriye’ye gidişiyle ikili ilişkilerde yeni bir sayfa açılmıştı. Bu bağlamda henüz AKP iktidara gelmeden imzalanan Suriye ile ortak askeri eğitim anlaşması Türk siyasi karar vericilerin Şam ile yakınlaşma niyetini ortaya koyan bir gelişme olarak değerlendirilebilir.

Bu yaklaşım AKP iktidarı tarafından da benimsendi ve ‘komşularla sıfır sorun’ ilkesi çerçevesinde, Türkiye’nin Ortadoğu’ya açılan penceresi olarak görülen Suriye ile ilişkiler stratejik ortaklığa evrildi. Bu dönemde diplomatik temaslar artarken, ikili ilişkilerde güvenin yeniden tesis edilmesi, güvenlik ve ekonomi gibi alanlarda işbirliğinin derinleşmesine zemin hazırladı. 2009’da ilişkiler bozuluncaya dek düzenli gerçekleştirilen Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği toplantıları Türkiye-Suriye ilişkilerinin güvenliğin yanı sıra ticaret, turizm, eğitim gibi çok boyutlu bir nitelik kazanmasını sağladı. Başbakan Ahmet Davutoğlu vizelerin kaldırıldığını duyururken, “Suriye halkı, Türkiye ikinci evinizdir” diyecekti. Gerçekten de iki ülke arasında derinleşen bağlar ve özellikle liderler arasında dostluk ilişkileri de göz önüne alındığında 2011’deki kopmayı öngörmek mümkün değildi.

Arap Baharı’na başlarda temkinli yaklaşan, daha sonra demokratikleşme dalgasını sahiplenerek liderlik etme yönünde tercih kullanan Türkiye, Suriye’de Esad karşıtı protestolar başladığında Esad’a destek çıkarak, kendisini reform yapma yolunda ikna etmeyi denedi. Ayaklanmalar sürerken, Suriyeli muhaliflerin Antalya’da düzenledikleri ‘Suriye’de Değişim’ konferansında Müslüman Kardeşleri temsil eden Molham el Drobi, “Türkiye’yi bölgedeki büyük kardeş olarak gördükleri için tercih ettiklerini” ifade ediyordu.

Ağustos 2011’de Şam’a giden Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Esad ile altı saat süren görüşmesinde reform telkinlerinin kesin bir dille reddedilmesiyle Ankara ve Şam arasında köprüler de yıkılmış oldu.

Suriye ordusunun Hama’ya sıçrayan çatışmaları bastırmak amacıyla tutumunu giderek sertleştirmesi uluslararası kamuoyunda tepkilere yol açtı. Suriye’ye yönelik ekonomik yaptırım kararı alan ABD’yi, Avrupa Birliği izledi. Rusya ve Çin Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulunda Suriye’deki çatışmaların bir an evvel durdurulması yönündeki kararı veto ederek tavırlarını ortaya koymuş oldular. Kasım ayına gelindiğinde, Arap Ligi Suriye’nin üyeliğini askıya aldığını duyurdu. Hâlihazırda Suudi Arabistan, Kuveyt ve Bahreyn Şam’daki elçilerini aylar önce geri çağırmıştı bile.

 

“Esad’sız bir Suriye”den “Esad’lı geçiş süreci”ne

Arap Baharı’nın henüz Arap İsyanları olarak anılmaya başlamadığı, ayaklanmaların Ortadoğu’da demokratik dönüşümü tetikleyeceğine dair umutların canlı olduğu dönemde uluslararası kamuoyu, özellikle Batı dünyası demokrasi talep eden Suriye halkına destek çıktı. Ancak siyasi desteğin ne ölçüde askeri destekle pekiştirilmesi konusunda tam bir uzlaşma sağlanamadı.

Suriye’nin geleceğine Suriyelilerin karar vermesi gerektiği savunan, Esad’ın iktidardan inmesi için çağrıda bulunan ABD Başkanı Obama, savaşın ilk yıllarında muhalif gruplara arka çıkmasına rağmen bu destek zamanla azaldı. Beyaz Saray’ın, muhaliflerin El Kaide bağlantılı radikal unsurlar barındırdığına ilişkin şüpheleri, yalnızca Türkiye ile ABD’nin ayrışmasına sebep olmakla kalmadı, muhalif gruplara ağır silahlar verilmemesi, sahadaki dengeyi Esad aleyhinde değiştirecek şekilde sonuç alınmasını engellediğinden, bir bakıma Suriye’de çatışma halini sürekli kılmış oldu.

Suriye’de yoğunlaşan çatışmalara paralel artan mülteci akınının yükünü en fazla hisseden ülkelerden olan Türkiye’nin insani yardım amaçlı uluslararası güçlerin denetiminde güvenli bölge oluşturulmasına yönelik çağrıları yanıtsız kaldı. Şiddet sarmalının doğurduğu güç boşluğu ise radikal örgütlerin güçlenmesine zemin hazırladı.

Kuşkusuz Suriye’deki iç savaşın en beklenmeyen gelişmesi, Başkan Esad’ın tahminleri boşa çıkartarak, iktidara tutunması oldu.

 

Guta Kimyasal Saldırısı ve ABD’nin silinen “kırmızı çizgileri”

Savaşın seyrini değiştiren belli başlı dönüm noktalarına değinmek gerekirse, bunlardan ilki 2013’ün Ağustos ayında, 1423 kişinin öldüğü Guta’daki kimyasal saldırıydı. İlan ettiği kırmızı çizgilerin ihlal edilmiş olmasına rağmen Obama yönetiminin Suriye’ye yönelik herhangi bir askeri müdahaleye yanaşmaması, ABD’nin müttefiklerini yarı yolda bıraktığı algısını pekiştirerek, ülkenin uluslararası prestijini ve güvenilirliğini zedeledi. Rusya ile birlikte bulunan ara formülle Esad rejiminin elindeki kimyasal silah stokunun büyük bir kısmı ülke dışına taşındı. Guta saldırısı ardından Obama yönetiminin yaptıklarından çok yapmadıkları, Suriye’nin geleceği konusunda Rusya’nın ABD’den daha etkin bir sorun çözücü konuma yükselmesinin önünü açacaktı.

2014 yazında Irak’ın ikinci en büyük kenti Musul’u ele geçirerek, kısa sürede Irak ve Suriye’de genişleyen ve hilafet ilan eden IŞİD örgütünün ortaya çıkışı savaşa doğrudan ya da dolaylı müdahil olan aktörlerin tehdit önceliklerini değiştiren bir başka önemli dönüm noktasıydı. Örgütün Musul’u işgali sırasında Başkonsolos Yılmaz Öztürk de dahil, 49 konsolosluk çalışanını rehin alması, Türkiye’nin sınır komşusu haline gelen IŞİD ile mücadelesini sekteye uğratan bir etken oldu.

Terör örgütünün hedefi olmaktan çekinen Türkiye, IŞİD’le mücadele için oluşturulan ABD liderliğindeki 50’den fazla ülkenin katıldığı koalisyon güçlerine desteğini insani yardım ile sınırlayarak, İncirlik Hava Üssünü operasyonlara Musul’da rehin alınan konsolosluk çalışanlarının kurtarılmasından ancak bir yıl sonra açtı. Bu kararın ardında, Türkiye’nin Arap Baharı süresince izlediği dış politikasında revizyon ihtiyacına paralel Batı’yla ilişkilerin düzeltilmesinin gerekliliği kadar, Obama yönetiminin, 2014 Eylül’ünde Kobani kuşatmasını takip eden süreçte, sahada IŞİD’e karşı varlık gösteren Suriyeli Kürtlerle geliştirdiği işbirliğinin etkili olduğu söylenebilir.

IŞİD’in yükselişi, sosyal medyada yayınlanan infaz görüntüleri, dünyanın birçok yerinde düzenlediği terör saldırıları, uluslararası kamuoyunun tehdit önceliklerini değiştirerek, Suriye’deki iç savaşın küresel terörle mücadele çerçevesinde ele alınmasına yol açtı. Bir anlamda, 2014 sonrası Suriye’de baskıcı Esad rejiminin indirilmesi önceliğini kaybederek, yerini IŞİD’in geriletilmesi ve yok edilmesi hedefine bıraktı. Bu bağlamda, Türkiye’nin de desteklediği ABD liderliğinde başlatılan eğit-donat programları ile yerel güçlerin etkin bir şekilde eğitilmesine tekrar ağırlık verildi.

Ancak bu programlar beklenilen başarıyı sağlamadı. 2015 Ekim’inde kurulan, omurgasını Suriyeli Kürtlerin askeri kolu YPG, Arap ve Türkmen unsurların oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri ABD’nin Suriye’de IŞİD’e karşı mücadelede başlıca ortağı haline geldi.

NATO müttefiki ABD’nin, Türkiye’nin PKK’nın uzantısı kabul ettiği YPG ile işbirliği yapması ikili ilişkilerde güvenin ciddi şekilde aşınmasına sebep oldu.

Ankara’nın Suriye’deki tehdit önceliği sahadaki gelişmelere bağlı olarak değişti. ABD desteğiyle sınırlarında güç kazanan Suriye Kürtlerinin Cezire, Kobani ve Afrin kantonlarını birleştirerek, Türkiye’yi çevreleyecek ve Akdeniz’e ulaşacak bir koridor oluşturmasını önlemek, Ankara’nın başlıca hedefi haline geldi.

 

Rusya sahaya iniyor

2015 sonbaharında Rusya’nın Suriye’de sahaya inmesiyle, dengeler Esad rejimi lehine değişti. Bu bağlamda kuşkusuz 2016’da Halep’in rejim güçleri tarafından geri alınması önemli bir kilometre taşı sayılabilir. Rusya’nın hava desteği ve İran’ın kara gücü sayesinde Suriye ordusu kaybettiği toprakları geri kazanmaya başladı. Koalisyon güçleri IŞİD’e karşı mücadele ederken, Suriye ordusu da Esad karşıtı muhalif grupları geriletmeye devam etti.

2015 Kasım’ında Rusya ile yaşanan uçak krizi Türkiye’nin Suriye’deki askeri manevra kabiliyetini kısıtlasa da, 15 Temmuz darbe girişimi ertesinde ilişkilerin normalleşmesi Suriye’de işbirliğini yeniden mümkün kıldı. Washington’ın Ankara’ya YPG’nin Fırat Nehrinin doğusunda geçmeyeceğine dair vermiş olduğu sözü tutmaması sonucunda, Ağustos 2016’da Türk Silahlı Kuvvetleri Fırat Kalkanı Operasyonu’nu başlatarak Cerablus ve El Bab’ı IŞİD’den temizledi. Oluşturulan tampon bölge ile Suriyeli Kürtlerin Kobani ve Afrin kantonlarını birleştirmelerinin de önüne geçilmiş oldu.

Öte yandan, Rusya’nın Fırat Kalkanı Operasyonu’na geçit vermesi, Türkiye’nin güvenlik kaygılarına ABD’ye nazaran daha esnek yaklaşması Türkiye’nin eksen değiştirdiği tartışmalarını alevlendirdi.

Rusya’nın sahaya inişini takip eden dönemde, yalnızca askeri operasyonlar değil, barış girişimleri de hız kazandı.

O güne dek 2012, 2014 ve 2016’da BM gözetiminde Cenevre’de düzenlenen Suriye görüşmelerinden sonuç alınamazken, Ortadoğu’da varlığını pekiştirmek isteyen Rusya, 2016 sonu İran ve daha sonra Türkiye’nin de destek vereceği Astana Sürecini başlatarak, Suriye’de ateşkes sağlanmasını mümkün kıldı. Cenevre Sürecine paralel yürütülen Astana görüşmeleri kapsamında Suriye’de çatışmasızlık bölgeleri kurulması kararlaştırıldı.

Bu bağlamda, Ankara da taahhütlerini yerine getirmek üzere, 2017’nin ekim ayında İdlib’e Türk birliklerini soktu.

Aynı dönemde, koalisyon güçlerinin desteklediği SDG’nin operasyonları sonucu IŞİD Suriye’deki başkenti sayılan Rakka da dahil elinde bulundurduğu toprakların büyük bir bölümünü kaybetti.

ABD’nin Türkiye’nin telkinlerine rağmen YPG ile işbirliğini sürdürüyor olması iki ülke arasındaki ilişkileri germeye devam ediyor. Trump yönetiminin YPG’yi doğrudan silahlandırma kararı ve ardından gelen Suriye sınırında SDG liderliğinde 30 bin kişilik ordu oluşturma açıklaması, Türkiye’yi sınırlarındaki Kürt varlığını temizlemek üzere harekete geçirdi.

Ankara, Ocak 2018’de başlattığı Zeytin Dalı Operasyonu ile Afrin’deki YPG varlığı geriletirken, sonrasındaki hedefin Menbiç olduğunu açıklanmıştı. Menbiç’te hâlihazırda SDG ile birlikte görev yapan Amerikan güçlerinin bulunması, olası bir askeri müdahalede iki ülke arasında çatışma riski barındırıyor. Krizin aşılması için başlatılan diplomatik girişimlerden Türkiye’nin güvenlik kaygılarını giderecek bir karara varılması, ABD’nin daha önceden vermiş olduğu sözleri yerine getirerek, Suriye’deki Kürtleri Fırat’ın doğusuna çekilmeye ikna etmesi bekleniyor.

 

Suriye’de son durum

IŞİD’in Suriye’de geriletilmesine rağmen, küresel güçlerin rekabeti son bulmuş değil. Aksine alan paylaşımı tüm hızıyla sürmekte; üstelik vesayet savaşları yürüten asillerin de sahaya inmesiyle birlikte, bölgede giderek daha tehlikeli ve çatışmaya meyilli bir ortam yaratıyor.

Hizbullah etkinliğini kesmek amacıyla İsrail’in Suriye Savaşında güney cephesi açma olasılığı artarken, Suriye ordusu güneydoğuda ABD destekli koalisyon güçleri, İdlib ve Afrin’de ise Türkiye destekli muhalifler ile karşı karşıya gelmiş durumda.

ABD IŞİD’in geri dönmesine önlem olarak Suriye’de askeri varlığını sürdürme kararı alırken, uzun vadeli stratejik hedefi, İran’ın Suriye’deki etkinliğinin sonlandırılması ve bölgede kuşatılması. İsrail ve Körfez ülkeleri de ABD’nin bu hedefi arkasında birleşiyor.

Rusya ise Suriye’deki askeri üslerini muhafaza edecek şekilde Esad rejiminin iktidarda kalmasından ve toprak bütünlüğünden yana. İran da savaşın başından bu yana Esad iktidarına sağladığı maddi manevi desteğin karşılığını almayı bekliyor. Tüm bu hassas dengeleri yönetme işini Rusya üstlenirken, Suriyeli Kürtler sahadaki dengeleri etkileyen kilit bir role sahip.

Suriye’deki iç savaşın 3. Dünya Savaşı’na evirilmemesi açısından, tarafların eninde sonunda orta noktada buluşacakları beklemek makul seçenek olsa da, dünya tarihi liderlerin her zaman rasyonel seçimlerden yana tercih kullanmadığını gösteriyor.