Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı…

Yeni yılı Paris’te sevgili halamla kutlamak bana her zaman bu şehirdeki sayısız etkinliklerin yanı sıra yeni film ve sergileri de keşfetmenin kapılarını açar.

Elda SASUN Sanat
17 Ocak 2018 Çarşamba

‘La Promesse de L’Aube’ da Paris’te tüm gazete ve dergilerde, hakkında çıkan yazıların önerdiği gibi, gidilmesi gereken bir filmdi. Romain Gary’nin otobiyografik eserinden yola çıkan senaryo, yazarın annesiyle olan çok derin ve özel bağı ile hayatının gizemli yönlerini beyaz perdeye yansıtıyor. Film daha ilk günden gişe rekoru kırdı. Gerek konu gerekse yazar ve oyuncuların kimliği, ilgimi daha da pekiştirdi.

 

 

Romain Gary kimdir diye baktığımızda Fransız edebiyatının 20. yüzyıldaki en üretken yazarlarından biri olduğunu görüyoruz. Gary, Roman Kacew ismiyle 1914 yılında Vilna’da, Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Film, henüz küçük bir çocukken kendilerini terk eden babasını, annesiyle geçen günlerini, İkinci Dünya Savaşı sırasında bir Fransız Yahudi’si olma konularını ele alıyor. Filmi seyrettikten sonra Romain Gary’nin hayatını merakla inceledim.

Savaşla şekillenen bir yaşam

Roman, dünyaya geldiği savaş yıllarında, saklı yaşama ve göç etmenin hüznünü daha çocukken öğrenir. Ailesiyle önce Varşova’ya (Polonya) göç ederler. Babası Arieh-Leib Kacew, Roman henüz küçükken onları terk eder; yaşam amacını sadece oğlunun eğitimi ve başarısı üzerine kuran annesi Nina Owczinski Kacew tarafından yetiştirilir. 1928 yılında, Gary 14 yaşındayken, Polonya’da Yahudilere karşı başlayan düşmanlık ve saldırılar üzerine işsiz kalan annesiyle evlerini terk ederek Fransa’ya, Nice’e taşınırlar. İkinci Dünya Savaşında, Almanya’ya karşı Fransız ordusunda savaşa katılan Roman, adını Romain Gary olarak değiştirir. Fransız Hava Kuvvetlerinde, ülkenin Nazi işgali sırasında, savaş pilotu olarak Avrupa ve Kuzey Afrika’da orduya hizmet eder. Savaşta gösterdiği kahramanlık nedeniyle kendisine onur nişanı ve madalya verilir. Savaş sonrasında annesinin ısrarıyla Paris’te hukuk eğitimi alan Romain, daha sonra Fransız diplomatik servisi için çalışmaya başlar  ve aynı zamanda 1945’te, ilk romanı L’Éducation Européenne’i yayınlar.

Fransız edebiyatına damga vurdu

İlerleyen yıllarda, kimilerini Émile Ajar takma adıyla yazacağı otuzun üzerinde roman, öykü ve anı kitabıyla, Fransa’nın en ünlü yazarlarından biri olur. Ayrıca, Fosco Sinibaldi ve Shatan Bogat takma adlarıyla da birer roman yayınlar.

Yazar Romain Gary, 20. yüzyıl Fransız edebiyatının en üretken isimlerinden biri olur. Öykülerin, romanların yanı sıra oyun ve senaryolarıyla, Fransa’da aynı kişiye birden fazla verilmeyen Goncourt Ödülü’nü iki kez (bir kez Romain Gary, bir kez de Émile Ajar adıyla) alır. Ödülü ilk olarak kendi adıyla yayımladığı ‘Cennetin Kökleri’ romanıyla 1956 yılında alırken, 1975’te Émile Ajar ismiyle yazdığı ‘Onca Yoksulluk Varken’ romanıyla tekrar kazanır.

‘La Promesse de L’Aube’ ya da Türkçe adıyla ‘Şafakta Verilmiş Sözün Vardı’ filminden…

Filmi Eric Barbier yönetti. Gary’yi canlandıran aktör Pierre Naney oyunculuğuyla benden tam not aldı.

Anneyi oynayan, Yahudi müzisyen Serge Ginsbourg’un aktris kızı Charlotte Ginsbourg, Yahudi anne olmayı bazen biraz abartıyla bile olsa tüm gerçekliği ile yansıtıyor.

Nina Kacew, dominant fakat oğluna sonsuz bir sevgi ve ilgiyle bağlıdır. Zor da olsa hayati kararları hep kendi alır ve hızla uygulamaya geçirir. Çocukluğundan itibaren oğlunun eğitimi için elinden geleni yapan annenin, Roman için hedefleri vardır: Oğlu hem Victor Hugo kadar başarılı bir yazar olacak, hem de bir Fransız diplomatı olarak ünlü olacaktır. Nina, bu iki isteğini sürekli oğluna aşılar ve ilginçtir ki, Romain de yılmadan, önce kendini yazmaya yöneltir, daha sonra da meslek olarak diplomasiyi seçer. Annesinin bu sınırsız sevgisi kendisini zaman zaman boğsa da Romain, onun öğütlerine uyarak, geleceğini ve kaderini annesinin kendisi için planladığı hayata göre yönlendirir. Bir tek keman eğitimini reddeder. Keman derslerindeki başarısızlığı annesine karşı gelmesine sebep olur ve keman çalmayı öğrenemez.

Şeker hastası olan anne Nina, rahatsızlığını oğluna hiç bir zaman belli etmez. İkinci Dünya Savaşı yılları, ikisini uzun süre ayırsa da Romain annesine her yerden mektuplar yazar. Annesi ise hasta olmasına rağmen her mektubunu şefkat ve gurur dolu cümleler, geleceğe dair nasihatlarla cevaplar. Biricik oğlunun askerdeyken üzülmesini istemeyen Nina, öleceğini anladığı zaman, 250 mektup yazarak bunları her hafta oğluna postalanmasını sağlayacak bir akrabasına teslim eder.

Romain kendisine yazar unvanını getirecek ilk romanını savaş esnasında yazar ve bunu gururla annesine bildirir. Maalesef, Nina artık hayatta değildir ve Romain üç yıl sonra eve dönünce annesinin ölüm haberini öğrenir, yıkılır. Savaş boyunca önemli kahramanlıklar sergileyen asker Romain, Fransız madalyaları arasında en tanınmışı olan Legion d’Honneur madalyasına layık görülür. Fakat ne yazar ve diplomat olarak başarıları, ne de evlilikleri annesinin kaybıyla sarsılan Romain’i yeterince mutlu edemez. İlk evliliğini 1944 senesinde İngiliz yazar ve gazeteci Lesley Blanch ile yapar. 1962’de ise genç Amerikalı aktrist Jean Seberg ile evlenir ve bir oğulları olur: Diego Gary. Daha sonraları Seberg, şüpheli bir intihar sonucunda hayatını kaybeder.

Çocukluk yıllarında fakirlik ve antisemitizmi her alanda yaşayan Romain, Fransız ordusundaki görevi esnasında, “Ben de Fransız’ım” dediğinde; “Sen Yahudi’sin” cevabının ağırlığını ömrü boyunca taşır. Annesinin fedakârlıklarını hiçbir zaman unutmayan bu çocuk aslında, bütün bir hayatı yalnızca onu mutlu etmek için yaşadı. Nina’nın ölümünden sonra romanları kadar takdir edilecek bir hayat süren Gary, annesinin gururuyla oynayanlara başarılarıyla ders verip bir şekilde öcünü aldı ve Fransa’da, annesinin onun için hayal ettiği yere erişti. Bütün bunlara rağmen ikinci eşi Jean Seberg’in ölümünden kısa bir zaman sonra, 2 Aralık 1980 tarihinde kendi de aynı akibeti paylaşarak intihar etti. Yiye zihro baruch.

Romain Gary’nin sıra dışı kişiliği ve yaşamı film boyunca beni çok etkiledi. Ertesi gün halamın evinde olan ve okuma fırsatı bulduğum ‘Romain Gary: le Caméléon de Myriam Anissimov’ adlı kitap da en az film kadar sürükleyiciydi.